Eğer geldiğimiz noktada yüksek öğretimde 115 İlahiyat Fakültesine, orta öğretimde sayıları bir milyon 500 bini aşan İmam Hatip Lisesi öğrencisine, bunca Kur’an Kursu ve Diyanet görevlisine rağmen toplumda dine rağbette bir azalma söz konusu ise bu geleneksel dindarlık anlayışını sorgulamayı gerektirir.

Günümüz İslam toplumlarında çoğunluğun gözünde dindar, imanın altı şartına inanan, gücü yetenin İslam’ın beş farzını ağır, aksak da olsa yerine getirene denir.

Bu tanım günümüz Müslümanının görevlerini anlatmaya yeterli değildir, o bakımdan eksik bir tanımlamadır.

Asıl dindar insanların sorunlarına ve çevresinde olup bitenlere kayıtsız kalmayan, iyiliği yayan, kötülüğü toplumla çatışmadan iyilikle önlemeye çalışan, duruşu ve ahlakıyla örnek bir şahsiyettir.

Prof.Dr. Mustafa Çağrıcı bu özellikleri taşıyan Müslüman bireye ve eylemlerine  “dinamik dindarlık” adını veriyor.(Din ve Değişim, s.107)

Mustafa Çağrıcı’ya göre dinamik dindarlık “kişinin başkasının yararına da dokunan işleri, yararı sadece kişinin kendine dokunan ibadetler gibi, hatta daha üstün bir ibadet bilmektir.”

Bu kimlikteki bir dindarın din adamı olması da şart değildir, her Müslüman’ın üzerine düşen bir görevdir.

Ayrıca insanların başkalarının yararına da çalışmaları sadece İslam’ın bir emri değildir, evrensel bir gerçekliktir.

Çinliler Konfüçyüs’eher ay göründüğünde kurban kesersiniz, mantık bunun neresindedir,” diye sorarlar.

Konfüçyüs de.

-Siz makul yani mantıklı davranış deyince hep kendi işinize uygun düşeni anlarsınız. Hâlbuki mantıklı davranma insanın kendine değil başkasının yararına olanı anlaması ve yerine getirmesidir, cevabını verir.

Hz. Peygamber de “sizin en hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır,” buyurmuyor mu?

Dinamik dindarın görevi sadece ibadet ederek kendini kurtarmak değildir. Toplumun diğer bireylerine ve insanlıkla, varlıklarla ilgili mücadelesini gerektiren sorumlulukları vardır.

Bu görev ve sorumluluk da zamanın ruhuna uygun düşen olaylar karşısındaki edilgenliği ile değil gerek insanın, insanlarla gerek insanın tabiatta yaşayan canlı, cansız varlıklarla ilişkilerinde ortaya koyacağı kuldan karşılık beklemediği aktivitelerle mümkündür.

Demem o ki,dinamik dindar kendini çevresinden soyutlayamaz, çevresine, sokağına,, mahallesine karşı parkların,sokakların temizliğinden,ağaçların korunmasından tutun da sokak hayvanlarına,onların barınağına ve beslenmesine varıncaya kadar kendini sorumlu hissedendir.

Müslüman’ın insanlarla olan ilişkilerine gelince bir akademisyen vaktiyle bir sohbetinde dinamik dindarın fonksiyonunu açıklarken İslam’daki bayramlar yalnız kent insanını sevindirmektir, demişti.  

Ama hangi bayramlar?

Kastettiği yaşlıların birinci derecede yakınlarının kendi isteklerini “çocuklar çok istiyor,” bahanesine sığınarak tatil beldelerine gitmeyi tercih ettikleri bayramlar değildi her halde.

Bu olay bile dini ve insani anlayışımızın ne kadar sığlaştığına bir gösterge değil mi?

Bu yozlaşmayı giderme ve insani ortamın yeniden inşasına Diyanet görevlileri ve cami cemaati önderlik etmeli…

Bu sayede din adamı grubuyla millet arasında kopma derecesine gelen insanı ve onun mutluluğunu merkeze alan bağlar belki de yeniden kurulabilir.

Bu görev sadece Diyanet görevlilerinin değil Kur’an’a göre kendini Müslüman olarak tanımlayan herkesin sorumluluğudur. Çünkü Allah’ın insanı yeryüzünde kendine halife kılmasının hikmeti budur.

Fakat bu işler emirle, ücret karşılığında yapılacak işler değil gönüllü olarak Allah rızası için yapılacak görevlerdir.

Kırsal kesimde yaşayan insanlar için günümüzde eski seviyesinde olmasa da komşuluk ilişkileri ve buna bağlı arama, sorma, bayramlarda yaşlıları ziyaret eski tadında olmasa da devam ediyor.

Asıl kaderine terk edilen kapısının bir açanı bulunmayan, kimi yoksul, kimisinin parası var ama ihtiyacını marketten, çarşıdan karşılayacak kimsesi olmayan, kimisi insana hasret, kentte yalnız başına yaşayan yaşlı takımıdır.

İşte dinamik dindarın asıl önemli görevi de bu noktada başlıyor.

Uzağa gitmeye gerek yok her dindar Müslüman kendi mahallesindeki yaşlılarla ilgilense, haftanın belirli günlerinde kapısını çalsa, ufak tefek ihtiyacını gidermede yardımcı olsa hem yaşlının duasını alır hem de dolayısıyla sevabı bol, hayırlı bir iş yapmış olur.

Ayrıca yaşayacağı vicdan rahatlığı ile birlikte başkalarına da örnek olacağından bu sayede işlenecek sevaplara tıpkı o hayrı işleyen gibi ortak olur.

Dinamik dindar alışıldığı üzere malının ve parasının farz olan zekâtını vermekle yetinmez, okumaya hevesli ancak maddi gücü elvermeyen çocuklara okuması için burslar verir.

Evlenecek yoksulun, garibanın ev eşyasını düzmesinde yardımcı olur.

Hem devlet için katma değer üretecek hem de insanlara iş imkânı sağlayacak işletmeler kurmak, fabrikalar açmak da dinamik dindarlara düşen görevlerdendir.

Bu ahlaki ve toplumsal görevler de Müslümanların yerine getirmekle yükümlü olduğu farz ibadetler hükmündedir.

Ama ne var ki, bu farzların zaman içinde topluma bir fazilet olduğu algısı yerleşmiş ya da yerleştirilmiş bu anlayışın bir sonucu yapılsa da olur yapılmasa da olur denilerek insanlarda kendilerinin bu farzlardan birinci derece sorumlu olmadıkları anlayışı yerleşmiştir.

Dinamik dindarlığın içini boşaltan bu anlayıştan ilk önce birey olarak ardından da toplum olarak Müslümanların kurtulması gerekiyor.

Eğer geldiğimiz noktada yüksek öğretimde 115 İlahiyat Fakültesine, orta öğretimde sayıları bir milyon 500 bini aşan İmam Hatip Lisesi öğrencisine, bunca Kur’an Kursu ve Diyanet görevlisine rağmen toplumun dine rağbetinde bir azalma söz konusu ise bu durum geleneksel dindarlık anlayışının sorgulamasını gerektirir.

Bu konuda görev de Diyanet’e düşüyor.

Çünkü Allah’ın insana yüklediği halifelik görevi iyiliğe ihtiyaç duyanların imdadına koşarak iyiliği yeryüzünde hâkim kılınması, kötülüğün de kökünün kazınması içindir.

İnsanın dünyadaki sınavı da aslında budur. Aksi halde başı her türlü dertten bir türlü kurtulmak bilmez, gelişmiş ülkelerin oyun alanı olmaya devam eder.

Not: Herkese sevdikleriyle birlikte huzur içinde hayırlı bayramlar diliyorum.