Kimsenin seyyar olarak çalışmasında bir sorun bulunmuyor. Burada asıl problem kendi İşinde başarılı olamayan birinin bir odanın, bir vakfın, bir derneğin başarısına nasıl bir katkı yapabileceğinde düğümleniyor.

Bir önceki “Aydın’ın yeni “Ahi Babası” Muhammet Ali Künkçü hakkında merak edilenler”(19 Mayıs) başlıklı yazım üzerine arayan bir dostum hatırlattı, meğer ben yazıda atlamışım.

Bazı esnaf müşterisizlikten, kiraların pahalılığından çırak bulamamaktan ya da başka  nedenlerle dükkânını kapatmak zorunda kaldığında “mobil, yani seyyar” olarak oda üyeliğini sürdürebiliyormuş.

Bunlar kendi meslek dallarında temsilci olabildikleri gibi genel kurullarda oda yönetimine seçilebiliyor, hatta başkanlığa kadar yükselebiliyorlarmış.

Ayrıca günümüzde elektrikçinin, badanacının, sıvacının, ayakkabı boyacısının seyyar olanını biliyorduk ama bu devirde berberin, kuaförün, kahvecinin, terzinin, tornacının, demircinin seyyar olanı nadir duyulan işlerdendi.

Konuya dikkatimi çeken dostum, “bu gerçeği anlamak için bazı odaların yönetimlerine biraz dikkatlice bakman yeterlidir,” hatırlatmasında bulundu.

Söylediğini yapınca anladık ki Aydın’ın bir türlü kasabalılıktan kente terfi edememesinin temelinde yatan nedenlerden biri de meğerse siyasetçilerimizin, sivil toplum örgütü ileri gelenlerinin bu güzelim kentin değişimine isteksizlikleri, diğer bir deyişle nostalji heveslerindenmiş.

Yani isteniyor ki, Aydın olduğu gibi kalsın hatta yarım asır öncesine geri dönsün,bir mahzuru yok.

.Bu sayede öğreniyoruz ki, 1960’lı yıllar öncesi permatiğin henüz icat edilmediği, yüzü kan revan içinde bırakmayan kaliteli jiletin de nadir bulunduğu, o nedenle sakal tıraşının ustura ile saç tıraşının makineyle yapılabildiği dönemlerde revaçta olan “seyyar berberlik,” günümüzde de geçerliliğini sürdürüyormuş.

Güvenlik endişesinin olmadığı o dönemlerde bilhassa yaz aylarında tarımla geçimini sağlayan çoğu kasabalı ve köylü bağa, bahçeye, ovaya göçerdi.

 Sözünü ettiğimiz dönemde “seyyar berberler,” bisikletin arkasına ya da atın, eşeğin terkisine yükledikleri çantalarıyla genellikle hafta sonlarında, kır kahvelerini ziyaret ederler, çınar veya dut ağacının gölgesinde yetişkin erkeklerin saç ve sakalını keserler, çocukların da başlarını makineyle üç numaraya vururlardı.

Çoğunlukla da makineleri arızalı olduğundan saçları çeker, o nedenle seyyar berberlerin elinden tıraş olmak  çocuklar için bir cehennem azabına dönüşürdü.

Ama erkek çocuklar için günümüzdeki gibi saç uzatmak pek hoş karşılanmazdı.Bu eylem  kızlara özenmek olarak görüldüğünden çocuklar için arızalı makineyle de olsa saç kestirmekten kurtuluş yoktu.

Tabi o dönem kasabalarda kadın kuaför olmadığından, kızların saç kesme, gelinlerin başını yapma işini anneler, ablalar ya da komşudan, mahalleden eli kuaförlüğe yatkın olan kadınlar, kızlar yapardı.

Diğer taraftan seyyar erkek berberlerin görevi sadece saç, sakal tıraşından da ibaret değildi, insanların ağrıyan dişlerini de onlar çekerdi ki, hem de morfinsiz…

Çektikleri acı bir tarafa kırılmadan dişlerini çektirebilenler kendilerini mesut, bahtiyar sayarlar, sevinirlerdi.

Seyyar meslek icra edenler sadece berberler de değildi. Düğünlerde, hıdrellez şenliklerinde, deve güreşlerinde, at yarışlarında kahveciler de çay, kahve satarak yevmiyelerini doğrultmaya çalışırlardı.

Eşeğin ve devenin bir numaralı yük ve taşıt aracı olduğu o dönemlerde seyyar semerci, seyyar havutçu vardı ama günümüzdeki gibi “seyyar demirci, seyyar terzi,” yoktu.

 Kimsenin seyyar olarak çalışmasında bir sorun bulunmuyor. Ancak burada asıl  problem kendi işinde başarılı olamayan birinin bir odanın, bir vakfın, bir derneğin başarısına nasıl bir katkı yapabileceğinde düğümleniyor.

Bu da maalesef Aydın’ın bir türlü yenemediği makus talihidir.

Değil mi ki, Aydınlının bu konuda gönlü de ovası gibi geniştir. Kendi memleketinde milletvekili seçilemeyenleri hemşerileri gibi mağdur etmez vekillik bahşeder.

Değil mi ki,milletvekili hiçbir şey yapmasa da cebinde taşıdığı kart vizit ve telefon numarasına hatırına onu tekrar seçer,hizmette ve hürmette de kusur etmez.

Değil mi ki, işi olmayanları arda açıkta bırakmaz bir partiye il başkanı, belediye başkanı hiç olmadı belediye meclis üyesi seçer.

Değil mi ki, Aydın halkı, bir belediye başkanı halka verdiği sözlerden hiç birini yerine getirmese yüzüne vurmaz, onu tekrar seçer.

Değil mi ki, işini kaybeden, dükkanını kapatan insana acır, onu vakıf başkanı, oda başkanı, dernek başkanı yapar, hatta yıllarca da o görevde kalması için elinden gelen çabayı gösterir.

Bunlar da yetmez başkanların makam arabalarını, milletin parasıyla üç yılda bir en son modeliyle değiştirmesine karşı çıkmayı hadsizlik kabul eder, onların yönetim kurulu üyeleriyle birlikte Kıbrıs’ta toplantı adı altında tatil yapmasına ses çıkarmaz.

Hâsılı kelam kendi fakirleşiyormuş, çocuğu, torunu, akrabası işsiz kalmış, borçtan başı dönmüş, sofrasındaki ekmek her gün bir dilim eksiliyormuş ne gam!

Yeter ki, ağalar, beyler, bayanlar, vekiller, başkanlar, belediye başkanları seçkinlerin cemi, cümlesi sağlık ve sıhhatte olsunlar.

Yıllarca olduğu gibi onların mutluluğu hepimize yeter de artar.