Şurası bir gerçektir ki, her olay geçtiği zamanın şartları içinde değerlendirilir. Bir devirde yanlışlar da olabilir, doğrular da bulunabilir. Gerçekler yanlışlarla, doğruların üzerinden en az bir asır geçince harmanlanması sonucunda ortaya çıkabilir.

Ali Fuat Başgil “Din ve Laiklik” adlı eserinde(Yağmur Yayınları) “Müslüman Toplumların inanç ve davranışlarının ya ifrat (aşırılık, abartma, ölçüyü kaçırma) ya da  tefrit (küçümseme, değersiz görme) olmak üzere iki uçta olduğunu halbuki en doğru ve gerçek olanın itidal (orta yol) olduğunu” belirtir.

Ali Fuat Başgil’in bu tespitine göre bu coğrafyanın insanı sevdiğini aşırı sever, velev ki bir eksiği olsun onu görmek bile istemez sevmediğini de göresi gelmez, iyi de olsa her  hareketini  iki yüzlüğüne, samimiyetsizliğine yorar.

O nedenle toplumun geçirdiği her değişim ve dönüşümde  bir kutuptan diğer kutba savrulur ve o inatla da devam eder.

Tanzimat Fermanı ilan edileli aradan neredeyse iki yüz yıl geçmiştir, Batılılaşmayı savunan güçlü bir akım yanında aynı derecede karşı olanların da varlığı bir gerçektir.

Bunları adlandıracak olursak birincilerin kümelendiği gruba Batı Taraftarları Laikçiler  ikincilerin yoğunluklu olduğu gruba da Türk İslam Sentezcileri demek mümkündür.

Aynı dikotomiyi İmparatorluktan Cumhuriyete geçişte de görmek mümkündür. Örnek dindar muhafazakârlara göre Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi, Lozan anlaşması bir hezimettir, Batı taraftarlarına göre ise bir zaferdir.

Bu düalist anlayışın bir sonucu geçtiğimiz hafta Meclis Başkanlığı da yapmış bir AK Partili milletvekilinin kurtuluş günleri ile fetih günleri arasında fark gözeten sözleri muhalefet kanadında tepkiyle karşılandı..

Sarf edilen sözlerin zamanlaması 30 Ağustos Zafer Bayramı arifesine denk gelmesi ve onun “Cihan Harbi bitti, müstevliler alacaklarının birkaç kat mislini alarak gittiler,”sözleri Kurtuluş Savaşı’nı dolayısıyla da ona komutanlık yapan Atatürk’ü değersizleştirildiği şeklinde yorumlandı..

Bu olay  dindar muhafazakârların Batılılaşmanın ilk başlangıcı Üçüncü Selim’den bu yana devam eden ajandalarının Cumhuriyet kuran irade ve lider kadrosu hakkında da devam ettiğini gösterdi...

Şurası bir gerçektir ki, her olay geçtiği zamanın şartları içinde değerlendirilir. Bir devirde yanlışlar da olabilir, doğrular da bulunabilir. Gerçekler yanlışlarla, doğruların üzerinden en az bir asır geçince harmanlanması sonucunda ortaya çıkabilir.

Onu belgeler ışığında yapacak olanlar akademisyenlerdir, yazarlardır, konuya merak duyanlardır. Önemli olansa olayları ifrat ve tefritten arındırmak tarafları olabildiğince ortada buluşturmaktır.

Cumhuriyeti kuran irade ve önderi Atatürk’le dindar, kesin inançlılar arasındaki motivasyon farkına neden olan konular:

1-Halifeliğin kaldırılması,

2-Atatürk üzerinden bir ideoloji üretilmesi,

3-Atatürk’ün silah arkadaşlarının tasfiyesiyle oluşturulan tek adamlık sistemi,

4-Lozan anlaşması tartışmaları, başlıkları altında toplamak mümkündür.

BİR: Halifelik peşin söylemek gerekirse dini olmayıp dünyalık, seküler bir kurumdur. Buna kanıt da Hz. Peygamber’in sağlığında o konuda her hangi bir tavsiye ya da vasiyette  bulunmamış olmasıdır..

Halifeliğin(İmametin) Kureyş Kabilesi’inden olması ile ilgili hadisin mevzu yani  uydurma olduğunu  önemli Hadis Alimi Prof.Dr. Mehmet Sait HatipoğluHilafetin Kureyşliliği’ (Otto yay.)adlı eserinde ispatlamıştır.

Bu demek oluyor ki, Hz Peygamber Müslümanların yöneticilerini, adil ve liyakatliler arasından seçmeyi kendilerine bırakmıştır..

Nitekim ilk Halife Hz. Ebu Bekir yerine Hz. Ömer’i vasiyet ettiği halde Hz. Ömer yerine geçecek halifeyi seçme işini kendi seçtiği altı kişilik komisyona bırakmıştır.

Fakat gerek önceki devletler gerek Osmanlı idareyi güçlendirmek, padişahlar da sorgulanmalarının önüne geçmek için halifeliğe “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” gibi dini  anlamlar yüklemişlerdir.

İkinci Abdülhamit ise Osmanlı Devletinde dağılmaya yüz tutan birliği sağlamak için halifeliği siyaseten dini bir kurum olarak kullanmayı denemiştir ancak sonuç alınamamıştır.

Ayrıca ne Vahdettin’in ne de Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın halifeliğin ve Osmanlı İmparatorluğu’nun geleceği ile ilgili olası bir barışta müzakere masasına konacak bir planları vardı.

Savundukları İngiliz mandasında Arabistan topraklarını da içine alan başta halifenin olduğu  bir Osmanlı İmparatorluğu idi.(Sina Akşin,İç Savaş ve Sevr’de Ölüm,cilt lll,S.347)

Hâlbuki İngilizler sırf Arabistan’ı Osmanlı’dan koparmada ellerini güçlendirmek adına İstanbul’u işgal etmişlerdi.

Kaldı ki, padişahın birlikte olmak istediği Araplar o sırada Şerif Hüseyin’e bağlı isyancıların şehit ettiği Mekke Ecyat Kalesi Komutanı Yüzbaşı Kamil Bey’in sokaklarda gezdirilen cesedine  tükürmekle meşguldü.(İsmail Köse, Arap İsyanı s.235)

 İstanbul’dan gelen, çekilmeyi emreden telgrafa “Hz. Peygamber’in kabrine sırtımı dönerek gelemem,” cevabını veren Efsane Medine Komutanı Fahrettin Paşa ve  askerlerini İngilizlerden alacakları altın karşılığında günlerce aç ve susuz bırakarak nasıl öldüreceklerinin  hesabını yapıyorlardı.

İKİ: Atatürk üzerinden İnkılapları korumak ve geliştirmek adına Kemalizm ideolojisi üretmeye yönelik Şevket Süreyya Aydemir,Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Vedat Nedim Tör önderliğinde bazı aydınlar 1932 yılında  Kadro Dergisi’ni çıkarmışlardı..

Öncesinde o görevi Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (CHF) yapacağını ileri süren parti genel sekreteri Recep Peker izin vermemişti. Yakup Kadri’nin Gazi ile iletişim kurması sonucu çıkan bu dergi parti tarafından Marksist bir düzen kurmayı amaçlamakla suçlanmıştı.

Bunun sonucunda Çankaya ile dergi arasında köprü görevi gören Yakup Kadri’nin Tiran Büyükelçiliğine atanmasıyla Kadro üç yıl aradan sonra kapanmıştı.

 Kemalizm adını Atatürk’e rağmen kimsenin dillendirmeye pek cesaret edemiyordu, Falih Rıfkı Atay gibi yazarlar da İnkılâpların tümü için bu sözcüğü kullanıyorlardı.

O nedenle Kemalizm’in bir ideolojiyi ifade anlamında kullanılması Atatürk’ün vefatından sonraki dönemdir..

Nitekim Atatürk’e “Ebedi Şef,” İsmet İnönü’ye “Milli Şef” unvanları 26 Aralık 1938 tarihinde yapılan parti büyük kongresinde verilmiştir.

ÜÇ: Atatürk’ün yakın silah arkadaşlarını tasfiyesini Serbest Cumhuriyet Fırkası ile ilgili anılarını  ölümünün üzerinden elli yıl geçtikten sonra yayınlanmasını isteyen Ali Fethi Okyar’ın oğlu Osman Okyar babasının anılarına yazdığı önsözde(Türkiye İş Bankası Yayınları)  aralarındaki “motivasyon” farklılıkları ile açıklar.

O konuda en gerçekçi değerlendirmeyi tarihçi yazar İsmet Bozdağ yapar ve der ki: “Savaş, Devrim, İhtilal gibi olağanüstü zamanlarda liderler çevrelerinde kendileri ile ideallerini paylaşan güçlü, vefakâr insanlar isterler ve çoğu zaman da bulurlar.

Savaşsa kazanılınca; devrimse yapılınca; ihtilal ise başarılınca; çevredeki insanlar yavaş yavaş yavanlaşırlar; lideri sıkmaya başlarlar…

Lider önce bunlarla hoş geçinmenin çarelerini arar.Fakat her halleri o kadar sıkıcıdır ki,lider bunlardan kurtulmanı yollarını aramaya başlar.

Oysa bunlar kendisiyle birlikte halkın gözünde bir şöhret olmuşlardır. Lider kadar değilse bile bunların çevresinde de bir hale oluşmuştur.Liderin işlerine karışırlar,fikir söylerler;bazı işlere sahiplenirler.

Ancak bütün bunlar liderin canını daha fazla sıkmaktan başka bir şeye yaramaz. Sonunda lider bunlardan kurtulmanın yollarını aramaya başlar! Çünkü hiçbir ülkede iki tane kral yoktur!

(…) Devrimlerin, ihtilalların tarihine bakınız, bu örneklerle doludur. Stalin Troçki’yi ortadan kaldırmasaydı Troçki onu yok edecekti.Granma gemisiyle Küba’ya çıkan Kastro iktidar olmuştur ama Che Guavera onun kadar şanslı değildir.

Çin’de Komünist İhtilalı’nın birinci adamı Mao ise ikinci adamı da Lio Şao Şi’dir.

Ama ne var ki,Mao Kültür İhtilalı Cehennemini biraz da Şİ^yi yakmak için yapmıştır.(Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası, s.11-16)

Demem o ki, bu konuda her şey eşyanın tabiatına uygun cereyan etmiştir, bilmem başka söze gerek var mı?

DÖRT: Lozan anlaşması konusunda yapılacak olansa bir tarafa Sevr Haritasını diğer tarafa günümüz Türkiye Haritasını koymak ve karşılaştırmaktır. Lozan’ın barış mı hezimet mi olduğu kendiliğinden anlaşılır.

Hâsılıkelâm dindar, kesin inançlılar ajandalarını yenileseler de tarihe ve olaylara biraz da öyle baksalar nasıl olur acaba?