Daha fazla kazanma, daha rahat yaşama adına haz ve hızın esir aldığı bir oblomova dönüşen bu hedonistler tüketme hırslarıyla farkında olmadan yalnız dünyanın değil kendi sonlarını da hazırlıyorlar.
Jean Baudrillard’a göre tüketim toplumu bir çöp bidonu uygarlığıdır. Çünkü insanoğlu bitmeyen bir hırs ve iştahla önüne çıkan ne varsa, büyük bir iştahla tüketmektedir.
Sözün bize anlattığı insanlığın karnı tok bile olsa, gözü açtır. Bu toplumun alametifarikası haz ve hızdır.
Tat alma, aldıkça da artarak en hızlı bir şekilde tüketme alışkanlığı...
Hem yalnızca maddi varlıklar değil milli, manevi ve kültürel değerleri de... Sanki yeşil adına ne varsa yiyip, bitiren bir çekirge sürüsünün istilası yaşanıyor.
Daha fazla kazanma, daha rahat yaşama adına haz ve hızın esir aldığı bir oblomova dönüşen bu hedonistler tüketme hırslarıyla farkında olmadan yalnız dünyanın değil kendi sonlarını da hazırlıyorlar.
Tüketim hırsı ve iştahı maddi varlıklarla da sınırlı kalmıyor, insanlığın ne varsa milli, manevi ve kültürel ortak değerleri de bundan nasibini alıyor.
Milletin temel dinamikleri, birbirinin hak ve hukukuna saygı, aile kurumu, komşuluk, yardımlaşma, dostluk benzeri duygularıyla birlikte Cumhuriyetin birikimleri de ikinci plana itiliyor.
Jean Baudrillard maddi tüketim toplumunu nasıl ki, çöp bidonu uygarlığı olarak tanımlıyorsa hazzın şehvetiyle manevi değerleri de bitiren güruha da “sürü toplumu” denebilir.
Varlık nedenini unutan, hazzın önünde hızla oradan oraya bilinçsizce savrulan bir insanımız var bu gün.
Manevi değer kaybına uğrayan kıymet hükümlerinin en önemlilerinin başında da dini bayramlarımız geliyor.
Bir toplumda çimento ve harç görevi gören dini bayramlar birlikte yaşama zevkinin tadıldığı mübarek günlerdir.
O yönüyle bu bayramların millet ve aile hayatında sanılanın da ötesinde gerek toplumsal gerek duygusal açıdan bakıldığında dolduramayacak bir yeri vardır.
Her şeyden önce inancımıza göre dini bayramlar sadece gurbettekilerin ailelerine kavuştukları, ailevi ve kültürel aidiyeti canlı tutan barış ve kaynaşma günleri değildir.
Onun da ötesinde bayram namazlarına Yahya Kemal’in Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiirinde belirttiği gibi şehitlerin de katıldığına inanılan duygu yoğunluklu günlerdir de...
Bu bayramların sanki bir yıl boyunca yolları gözlenir.
Gurbettekilerin de gelmesiyle büyüklerin gönülleri alınır, onlar da küçükleri bayram harçlıklarıyla sevindirir. Sonuçta bayramlarda aile bütünlüğü sağlanır ve kuzenler birbirleriyle kaynaşır.
Anneanneler, babaanneler çocukları, torunları ve yakınları için büyük hayallerle günler öncesinden özene, bezene tatlılar, börekler, sarmalar hazırlarlar, şekerler alırlar.
Anadolu’da bazı yerlerde Namazgâhlar vardır. Eskiden üç-beş köy halkı bayram namazını bir şenlik ortamında orada kılarlar, topluca bayramlaşırlar, alışveriş yaparlardı.
Giyecek bulmanın bu günkü kadar kolay olmadığı o eski bayramlarda gördükleri yeni elbise ve ayakkabıları giymek için sabırsızlanan çocukların sabaha kadar gözlerine uyku girmeyenler olurdu.
Diğer taraftan kurbanlıklar ya beslenir ya da bayrama yakın alınır, bir süre evde bakılırdı. Böylece hane halkı ile arada bir sevgi ve merhamet bağı oluşurdu.
Avlulu evlerde yaşayan ailelerde kurban bayramı sabahı aile bireyleri arasında tatlı bir telaş yaşanırdı. Baba kurbana yardım eder, çocuklar su taşır, anne kap kacak yetiştirirdi.
Velhasıl bayramlar bayram gibi yaşanırdı. Jean Baudrillard’la başladık, Yahya Kemal’le bitirelim.
Devrinde, yaşadığı Moda’da Yahya Kemal de dâhil pek oruç tutan olmazmış.
O da ara sıra Üsküdar’daki Atik- Valde’den İnen Sokak’a gider Ramazan havasını seyre dalar,kendini şöyle teselli eder:::
Bir tek düşünce, teselli oldu bu derdime;
Az çok ferahladım ve dedim kendi, kendime:
“Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Mademki, böyle duygularım kaldı, çok şükür.” ,
Biz de Çöp Bidonu Uygarlığı’nın bayramlardan geriye bıraktıklarına şükür diyelim ve teselli olalım.
Her şeye rağmen herkese bütün sevdikleriyle gerçek bayramları aratmayacak bir bayram geçirmelerini diliyorum.