Son zamanların sürpriz olayı Prof.Dr. Yüksel Yalova’nın ADÜ İletişim Fakültesi Dekanlığına atanmış olmasıdır.

Prof. Dr. Yüksel Yalova bir hukukçudur aynı zamanda İstanbul Belediyesi Konservatuarı mezunu olması nedeniyle bir sanatçıdır.

Deyim yerindeyse Sayın Yalova koltuğunda birçok karpuz taşıyan o nedenle entelektüel kimliği fazlasıyla hak eden bir hemşerimizdir.

Sahip olduğu unvanlar ise Siyaset ve Sosyal Bilimler, Anayasa ve Kamu Hukuku, Halkla İlişkiler, Yönetim ve Strateji alanlarında uzmanlık ayrıca sanatçı, avukat, siyasetçi, Devlet Bakanlığı, TBMM Başkan Vekilliği ve akademisyenliktir.

İlk akla gelen iletişim bu unvanlar arasında yok, o zaman Yüksel Yalova ne diye İletişim Fakültesi’ne dekan yapıldı, sorusudur.

Bilindiği gibi iletişimin eş anlamı halkla ilişkilerdir ve sosyal bilimlerin bir dalıdır.

Prof. Dr. Yüksel Yalova da doktorasını Siyaset ve Sosyal Bilimler üzerine yaptığına göre İletişim Fakültesi’ne dekan olmasında bir anormallik yoktur.

Sahip olduğu unvanlar arasında en yıpratıcı özelliğe sahip siyaset alanında ise üç dönem milletvekilliği ve bakanlık yapmasına rağmen Yüksel Yalova adı temiz kalmıştır.

Hakkında yapılan eleştiri ise 1998 2001 yılları arasında başkanlığını yaptığı Aydınspor 1966 takımının liglerde tutunamayarak amatör kümeye kadar düşmesidir.

Diğer yandan onun gelişinden gerek siyasi gerekse bürokratik açıdan gelecekle ilgili dedi-kodu üretenlerin çıkabileceğini hatırdan çıkarmamak gerekir.

En başta gelen de onun gelecekte ADÜ’ye rektör olacağı konusudur.

İkincisi de büyükşehir belediyesine adaylığıdır. Bunlar söylenecek, yazılacak çizilecek, sohbet masalarının bir numaralı konusu olacaktır.

Çünkü Prof.Dr. Yüksel Yalova müktesebatıyla ve entelektüel birikimiyle adı geçen makamlara bol gelmeyecek bir aydınımızdır.

Sonuç olarak bu toprakların çocuğu Prof.Dr. Yüksel Yalova’nın baba ocağı Aydın’a dönüşü hemşerileri için her açıdan olumlu bir gelişmedir.

Hem kendisine hem de Aydın’a hayırlı olsun.

***

VARLIKLILAR MALLARININ MÜLKLERİNİN TELAŞINA KAPILDIĞI HALDE MİLLİ MÜCADELEDE EFELER İLK KIVILCIMI ÇAKANLARDI

Büyük Menderes Platformu öncülüğünde Aydın’ın sorunlarıyla ilgili her hafta bir gönüllünün sunum yaptığı on-line sohbet toplantıları yapılıyor.

Geçen haftaki toplantının konu başlığı 7 Eylül Aydın’ın Kurtuluş günü münasebetiyle Milli Mücadele ve Efelerdi.

Toplantıda düşüncelerini paylaşan bazı katılımcılar efelere ve onların yaptıklarına çok fazla anlam yüklenmemesi gerektiğini savundular.

Peki, Aydın nasıl işgal edildi, işgal sırasında Yunan’a karşı kim ne tavır aldı, ilk önce ona bir bakalım, sonunda Efeler hakkındaki hükmü siz verin.

***

15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’e asker çıkarırlar. İstila planı içinde Aydın da bulunuyordu.

Konudan haberdar eden İzmir Redd-i İlhak Cemiyeti imzalı Aydın’a bir telgraf gelir.

Haber üzerine Aydın’ı terk eden mutasarrıf Fevzi Bey bir daha geri dönmez. Yerine Abdurrahman Bey atanır.

Mutasarrıf başkanlığında il idare kurulu ve şehrin ileri gelen eşrafıyla yapılan toplantılarda “Aydın’ın düşmana karşı nasıl korunacağına dair,”  fikir birliğine varılamaz.

Bu konuda yapılan miting de iyi organize edilemediği için son derece sönük geçer.

Bazı varlıklı kimseler malının mülkünün zarar görmemesi için Yunan’a karşı silahla mücadeleye engel olması için mutasarrıf üzerinde baskı kurarlar.

Bununla birlikte varlıklı kesim Milli Mücadele için gerekli paranın karşılanması işine yanaşmazlar.

Bu para işi daha sonra Kıllıoğlu Hüseyin Efe’nin organizesinde belli, başlı varlıklı insanların katılımıyla gerçekleşen Madran Kongresinde halledilir.

Diğer taraftan varlıklı kesim er geç Aydın işgal edilecekse karşı koyup İzmir’deki katliamın yaşatılmasının alemi yok propagandası yapıyorlardı.

Bu varlıklı kesimin gerçek amacı Yunan’a göre daha toleranslı davranan İtalyanların Aydın’ı işgalini sağlamaktı.

 Bu davette bulunması için bir heyet Kuşadası’ndaki İtalyan karargâhına gönderilir.

Halkın da Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin olumsuz tavrından, uzun süren savaşlardan bıkmışlığından, yöneticilere güvensizliğinden, hükümetin ve devletin yaşananlar karşısındaki acizliğinden kimseye itimadı kalmamıştı.

Ayrıca Şehzade Abdürrahim Efendi Başkanlığında Aydın’ı ziyaret eden Nasihat Heyeti’nin de silaha başvurulmaması tavsiyesi de başından beri silahlı savunmaya karşı olan zenginler için bir tutamak noktası olmuştu.

Bütün bunlar Aydın savunmasında ortak bir tavrın geliştirilememenin bir sonucuydu.

Bu dağınıklıktan delege gönderilemediği için Sivas Kongresi’nde Aydın’ı Denizli Livası delegeleri temsil eder.

27 Mayısta Aydın’ın işgal edileceği haberi üzerine karşılamak için Erbeyli’ye giden bir heyet Yunan’a şehrin sorunsuz teslim edileceğini bildirir.

Aydın’ın istila edileceği haberini alan Belediye Başkanı evinin balkonuna büyükçe bir Yunan Bayrağı asar.

57.Tümen Komutanı Albay Şefik Bey karargâhını Aydın’dan Çine’ye taşımak zorunda kalır.

Aydın’ı işgal eden düşman silahı ve bıçağı olanların teslim etmelerini emre uymayanların idam edileceğini ferman eder.

Ayrıca emre uymayan Müslümanların evlerini, damlarını yakmak için bir vagon dolusu gazyağı getirilir.

Düşmanın zulmünden korkan Germencik ve Karapınar(İncirliova) halkından 10 bin kişi evini, yurdunu terk ederek Koçarlı’ya sığınır.

Koçarlı’da kurulan komite Nahiye Müdürü’nün başkanlığında meclis kurarak bağımsız devlet olduğunu ilan eder.

Para basar, İtalyanlarla saldırmazlık anlaşması imzalar.

Bu arada Mustafa Kemal’e çekilen telgrafla bağlılıklarını bildirir. Bu devlet normal düzen sağlanınca varlığına son verir.

Aydın’ın 30 bin olan nüfusu işgalle birlikte halkın Menderes’in Güneyi’ne İtalyan Bölgesine geçmesi sonucu 3 bin 750’ye düşer.

İşgal karşısında Mondros Mütarekesi gereğince eli kolu bağlı askerler de hiç bir şey yapamazlar.

Çünkü İngiliz Kontrol Subayı Hoder göz açtırmaz.

Diğer taraftan Atatürk’ün kongre süreçlerini tamamlayıp Ankara’ya gelinceye kadar düşmanın vur-kaç savaşlarıyla oyalanması gerekmektedir.

Rauf Orbay o konuyu organize etmek için Bandırma Vapuruyla Anadolu’ya hareket etmez Batı Anadolu üzerinden Sivas’a gider.

Dört bir tarafı düşman çizmesi altındaki memlekette ortam kurşun gibi ağırdır, bağımsızlık yanında milletin namusu da tehdit altındadır.

Atatürk Ankara’ya gelinceye kadar bir şeyle yapılması gerekir.

Aydın’da bu duruma çare arayan Albay Şefik Bey Çine’deki karargâhına ailesini Sultanhisar’dan Çine Yağcılar köyüne geçiren Yörük Ali’yi ve aynı köyde ikamet eden Kıllıoğlu Hüseyin Efe’yi çağırır.

Albay Şefik Bey memleketin içinde bulunduğu durumu anlattıktan sonra Yörük Ali Efe “Bey amca sen telaşelenme Allah’ın izniyle biz bismillah deyip çıkacağız, bundan sonra işimiz Yunan’la uğraşmak olsun,” der.

Ardından da Aydın Mutasarrıfı ve İngiliz Kontrol Subayı Hoder Yörük Ali’nin Milli Mücadele için değil çapulculuk için çalıştığı gerekçesiyle Aydın’a girişini yasaklar.

Damat Ferit de Milli Mücadeleye katılanlara eşkıya muamelesi yapılmasını ister.

İşte Yörük Ali’nin o besmelesi olmasaydı kadınlarımızın namusu ayaklar altına alınacak belki de Anadolu’nun kurtuluşu hayal olacaktı.

Bu gerçeğin Damat Ferit ve o günkü uyduları ile aynı hizaya gelinmemesi için çok iyi bilinmesi gerekir.

Süleyman Demirel sağ olsaydı Efeler hakkında ileri geri konuşanlar için dünün güneşinde bu günün çamaşırı kurutulmaz hatırlatması yapardı.