Medeni Hukuk, şahıslar arasındaki ilişkileri düzenleyen, şahısların doğumdan ölümüne ilişkilerini düzenleyen özel hukuk dalıdır. Tam 90 yıl önce, 17 Şubat 1926 tarihinde İsviçre’den alınan Türk Kanunu Medenisi Kabul edildi. Bu kanun ile ailede kadın ile erkek arasında eşitlik sağlandı, evlilikte resmi nikah zorunluluğu getirildi, tek eşle evlilik zorunluluğu getirildi, kadınlara istedikleri mesleğe girebilme hakkı tanındı, mahkemelerde tanıklık yapma, miras ve boşanma konularında kadın erkek eşit hale getirildi.

Osmanlı Dönemi kanunlarında kadın ile erkekler birçok yönden eşit değildi.  İmam nikâhından önce resmi nikâh zorunluluğu ile evlilikler devlet kontrolü ve güvencesi altına alındı. Tek eşle evlilik zorunlu duruma getirilerek aile yapısı sağlam temellere kavuşturularak modern bir hale getirildi. Kadınların istedikleri işlerde özgürce çalışabilmelerinin önü açılmış oldu. Mahkemelerde bir erkeğin tanıklığı kadının tanıklığından üstün tutulurken, bu durum ortadan kaldırılarak eşit hale getirildi. Miras paylaşımında erkekten daha az miras alan kadınların hakları korunmuş ve mirastan eşit pay almaları sağlanmış oldu. Boşanmalarda eski kanunlara göre hakları tam değil iken, kadınlara da erkeklerle eşit boşanma hakkı getirildi. Böylelikle cinsler arası var olan eşitsizliklerin önemli bir bölümü giderilmiş oldu.

Türk kadını Medeni Kanun’un kabulüyle ekonomik sosyal ve hukuksal alanlarda erkeklerle eşit haklara sahip olmuştur. Ancak siyasi ve demokratik alanda kadın-erkek eşitliğinin oluşması TBMM’nin daha sonra kabul ettiği farklı yasalarla gerçekleşmiştir. 1930’da Türk kadını belediye seçimlerine 1933’te muhtarlık seçimlerine 1934’te milletvekillerine katılabilme hakkı kazanmıştır. Böylece kadın ile erkekler her yönden eşit bireyler olmuşlardır.

Dünya’da Yeni Zelanda (1893), Avrupa’da ise Finlandiya (1906) bu konuda öncüdürler. Fransa (1944), İtalya (1946), Japonya (1945), Medeni Kanunu aldığımız İsviçre’de ise kadınlara seçilme hakkı 1971’de tanınmıştır. Suudi Arabistan’da da geçtiğimiz yıl ilk defa oy kullanmışlardır.

Mesela günümüzde kendimizi yakın hissettiğimiz birçok Ortadoğu ülkesinde kadınlar siyah çarşaf giymek zorundadırlar. Kadınların çalışma oranı bu ülkelerde dünyanın en düşüğüdür. Bu ülkelerin bazılarında kadınlar ve kızlar aile kısmı olmayan lokantalarda sıkıntı yaşamaktadırlar.  

Suudi Arabistan’da Şimdiye kadar sadece 2012 Londra Olimpiyatlarında bir kadın sporcusu yarışmıştır. Bu ülkenin mahkemelerde kadınların tanıklık sorunu vardır ve sinemalara kadınların gitmesi yine sorunludur. Bazı istisnai memurluklara ve yüksek dereceli memurluklara erişmeleri nerdeyse imkânsız gibidir. Kadınların boşanma ya da dul kalmalarında erkek çocuklarının velayetini 7 yaşına, kız çocuklarınkilerin ise 9 yaşına kadar alabiliyorlar. Benzer olumsuz örnekleri daha çokça yazabiliriz.

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra Türk Medeni Kanunu’nu kabul ederek ne büyük bir iş başardığını anlayabiliriz. Kadınların neredeyse ikinci sınıf vatandaşlar olduğu bir dönemden, cinsler arası eşitsizliklerin ortadan kalktığı bir döneme geçilmiştir. Bu durumun oluşmasını sağlayan Mustafa Kemal Atatürk’e her kadın vatandaşımız borçludur. Kadınlarımız özgürce yaşayabiliyorsa, özgürce araba sürebiliyorlarsa, özgürce çalışıp özgürce evlenip boşanabiliyorlarsa, tüm bunları Medeni Kanunumuza ve sonrasından ilave olan yasalara borçludur. İnsanca ve özgür yaşayabilmek, modern ve demokratik kanunlarla mümkün olduğunun unutulmaması dileği ile.