Geçtiğimiz günlerde Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin 2024-2025 Akademik Yılı mezuniyet töreni düzenlendi. Bu yıl, geçen yıllardan farklı olarak tören Aydın Adnan Menderes Stadyumu’nda değil, Atatürk Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi. Rektörlük, törenin stadyumda yapılamama gerekçesi olarak burada gerçekleştirilen inşaat ve tadilat çalışmalarını gösterdi. (O bölgeden geçenler bilir, gerçekten de inşaat tüm hızıyla devam ediyor. Tören yapılabilecek ya da kısa sürede bu amaçla düzenlenebilecek bir alan mevcut değil.)

Törende öğrenci temsilcisi ve okul birincisi olan iki öğrenci konuşma yaptı. Ancak bu yılki konuşmanın içeriği diğer yıllardan hayli farklıydı.

Öğrenciler, konuşmalarına üniversitenin rektörü olan Prof. Dr. Bülent Kent’in ismini es geçerek, Başhekim Prof. Dr. Mücahit Avcil’e ve başhekim yardımcılarına teşekkür ederek başladılar. Konuşmalarında eğitim sürecinde yaşadıkları mobbingden, sistemsel sorunlardan ve sağlık sektöründeki aksaklıklardan söz ettiler.

Öğrencilerin konuşmalarının ardından Fakülte Dekanı Prof. Dr. Sayın Ayhan Aköz kürsüye çıktı. İlginçtir ki Sayın Dekan, öğrencilerin eleştirilerine yönelik hiçbir açıklama yapmadı. (Yapsaydı işler bu noktaya varmayabilirdi.) Standart bir mezuniyet töreni konuşması yaparak protokoldeki yerine döndü. Konuşma sırası Rektör’e geldiğinde ise salondaki öğrencilerin büyük çoğunluğu ve aileleri Rektör’ün eleştirilere vereceği bir cevap var mıdır, varsa nedir diye kendisine bir fırsat verip dinlemek yerine Rektör’e sırtlarını dönerek kendisini protesto ettiler. Nihayetinde Rektör Prof. Dr. Bülent Kent, salondakilerin ıslıkları ve yuhalamaları arasında salonu terk etti. İşte törenin basına servis edilen bölümü ne yazık ki tam da bu kısmı…

(Burada sıkıntılı olan durum, mağduriyetlerin ifade edilmesi değil, ifade ediliş tarzı. Üslup problemi var. Çok uzak zamanlarda değil, resmî törenlerin bir adabı vardı. Son zamanlarda o adaptan eser kalmadı.)

Ben özellikle törende sözü edilen “mobbing” konusunu merak edip Adnan Menderes Üniversitesinde intörn olan bazı arkadaşlarla görüştüm. Paylaştıkları bilgileri birkaç cümleyle şu şekilde özetledim:

  1. Hocalarımız nöbet ertesinde izin kullandırmıyor, çok yorulduğumuz için iş verimimiz düşüyor. Zorunlu hâllerde bu olası bir durum ancak acil servis hâricinde bir iki saat de olsa uyuyabileceğimiz ya da en azından dinlenebileceğimiz bir intörn odası yok. İntörn odası olarak ayrılmış odalar toplantı yapılan, temizlik görevlilerinin çay molası verdiği yerler olması gibi amacının tamamen dışında kullanılan yerler. Sedye üzerinde uyumaya çalışıyoruz ancak dinlenemiyoruz, bu da çalışma verimimizi olumsuz etkiliyor.

  1. Kliniğe geçen hocalarımız tüm yetkilerini asistanlara devrediyorlar. Bu durumda birdenbire hak etmediği yetkiye sahip olan asistanlar bu yetkiyi adil bir şekilde kullanmıyor. Bizi insan yerine koyup selam vermiyor, ağza alınmayacak hakaretler ediyor, personelin yapacağı temizlik işlerini bize yaptırıyorlar. Personellerden bazıları asistanların bize bu şekilde davrandığını görünce bize karşı benzer tavırlar takınabiliyorlar. Mesleğimizle ilgili bilgileri öğrenmeye yönelik enerjimiz bu amaçsız tutum ve işlerle tükeniyor. Anlam veremediğimiz işlere odaklanamıyoruz. Moral ve motivasyonumuz bozuluyor. Hocalarımız asistanların bu tavırlarını bilmelerine rağmen onlara gereken müdahalede bulunmuyorlar.

(Benim anlamadığım nokta şu, daha dün intörn olup sonrasında asistan olanların ruh hâlleri, davranışları nasıl oluyor da bu kadar kısa bir sürede değişebiliyor? Bu hâlleriyle kaynanasından eziyet görüp kaynana olduğu anda gelinine daha beterini yaşatan yeni kaynanadan farksızlar. Daha düne kadar yakınıp şikâyet ettiğin şeylerin ne ara uygulayıcısı oldun? Düne kadar mazlumken hangi ara zalime dönüştün?)

Şimdi de dananın kuyruğu nasıl koptu, bu noktaya nasıl gelindi, birlikte buna bakalım.

Öncelikle tören organizasyonunun dekanlık tarafından yapılmaya başlandığı süreçte öğrenciler törenin stadyumda yapılmasını talep etmek için Sayın Rektör’den randevu talep ediyorlar. Öğrencilerin bu talepleri reddediliyor. (Rektörün bu görüşme talebinden haberdar olmama ihtimali de söz konusu. Yani bilgi kendisine ulaşmadan genel sekreterlikçe reddedilmiş olabilir.)

İddia o ki Rektör tarafından dikkate alınmadıklarını düşünen öğrenciler, bir uygulama üzerinden sayıca hayli kalabalık bir grup kuruyorlar ve Rektör’ü protesto etmek için bu grupta organize oluyorlar.

İşin talihsiz yanı ise Dekan Ayhan Aköz’ün bu oluşumdan haberdar olmayıp gereken tedbirleri almaması… Öğrencilerde biriken öfkeyi zamanında fark edememesi…

İşler bu noktaya gelmeden önce öğrencilerin genel sorunlarıyla ilgilenen, sorunlarını dinleyen Sayın Dekan’ın bu sorunları Rektör’le paylaşmadığı da iddialar arasında… Bu durumda öğrenci kendisini dinleyen bir dekanı olduğu için çok mutlu ve tatminkâr olsa da Dekan Bey’in bu tutumu yüzünden asıl amaç olan sorunların çözümlenmesi kısmı ne yazık ki gerçekleşmiyor. Böylece öğrencinin öfkesi direkt Rektör’e yöneliyor. Hatta Dekan’ın, karşılaştıkları sorunları kendisiyle paylaşan hocaları dinleyerek onlara hak verdiğini söylese de bu sorunları Rektör’e aktarmadığı da söylentiler arasında…

Başhekime gelince… Öğrenci dostu imajı veren Başhekim Mücahit Avcil fakülte dekanını dikkate almıyor, Rektör’ün bilgisi dışında kendi başına kararlar alıyor ve bunların uygulanmasını sağlıyor.

Yaşanan son olay, bir kurumda çalışanlar arasındaki iletişimsizliğin yaratabileceği sonuçların nereye varacağını somut olarak gösterdi. Sağlıklı bir iletişimle aile içinde halledilebilecek bir mevzu, tatsız bir şekilde basına yansıdı.

Değerlendirmeye Profesör Doktor Rektör Bülent Kent’ten başlayalım. Bu olayın bu noktaya gelmesinde Sayın Rektör’ün eksikliği; kendi kurumunun çalışanıyla, öğrencisiyle birebir temas sağlamakta yetersiz kalması. Kendisiyle ilgili görüşme taleplerinin kendisinin dahi haberi olmadan reddedildiği varsayıldığında reddedilen öğrenciyse bu çok riskli bir durumdur ve tatsız sonuçlara gebedir. Üniversite eğitimi alan öğrencilerimizin yaş grubuna yönelik halk arasında kullanılan “delikanlı” tabiri onların ruh hâlini çok güzel özetliyor. Kanı deli akar, ne kadar zeki olursa olsun “babacan bir tavırla, doğru bir şekilde gözetip kollanmazsa” hem birbirlerini hem de birilerinin onları galeyana getirmesi kaçınılmazdır.

Öğrenciler talep ettikleri randevuyu alabilseler ve Sayın Rektör’le görüşebilselerdi öğrencilere hangi kararın niçin alındığı izah edilir, böylece törende yaşanan tatsız olayların ertesinde basın açıklaması yapılmak zorunda kalınmazdı.

Sayın Rektör’ün öğrencilerle iletişimi çok iyi olmak zorunda. Bunu öğrencilerin her dediğinin yapılması manasında söylemiyorum ancak gençler dinlenmek, bir şey yapıldığında veya yapılmadığında bunun nedeninin izah edilmesini istiyorlar. Bunu yapmak bu kadar zor olmamalı.

Sayın Dekan Ayhan Aköz’e gelince… Rektörlük tarafından görüşme talebi reddedilen öğrencilerin nabzını doğru bir şekilde tutabilseydi, fısıldaşmaların ve akabinde gruplaşmaların olabileceğini sezinleyip Rektör’le öğrenciler arasında köprü olabilseydi işler bu noktaya gelmeyecekti.

Başhekim Sayın Mücahit Avcil… İddialara göre kendisi yetki alanının sınırlarını hayli aşan tutumlar sergiliyor. Bunlardan Sayın Rektör’ün haberdar olup olmadığı şüpheli. İddialar, pek çoğuna dair bilgi sahibi olmadığı yönünde.

Özetle iş yine Sayın Rektör’de bitiyor. Çalışma arkadaşlarının yeteneklerinden, zaaflarından vs. haberdar olmayan bir yönetici ne bu grubun uyumla çalışmasını sağlayabilir ne de olası ayak oyunlarından haberdar olabilir. Bir liderin temel görevlerinden biri güvenilir, vatan sevgisini kendi çıkarlarının önünde tutan, işinin ehli kişileri seçerek kilit noktalara yerleştirmek, çarkların düzgün işlemesini sağlamaktır. Tüm bunlar gereken şekilde sağlanmazsa küçük küçük başlayan yakınmalar gün gelir sizi de yakar.

Nitekim bu olay Dekan Ayhan Aköz’ün istifa talebi ve bunun kabulüyle sonuçlandı. Bu noktada Sayın Başhekim üzerinde de düşünülmesi, süreçteki tavrının değerlendirilmesi kanaatindeyim. Öğrencilerle ve hocalarla dirsek teması kurması gereken bir pozisyonda oluşu bunu zorunlu kılıyor.

Şimdi de işin tüm ülkeyi ilgilendiren yönüne gelelim:

İster alaylı olsun ister okullu, öğrenme sürecindeki bir gencin mesleğine dair zorlanması gerektiğini düşünüyorum. Rahat, konforlu bir alanda öğrenme, arzu edilen şekilde gerçekleşmez. Usta çırağı ne kadar zorlarsa o zaman boynuz kulağı geçer.

Ancak burada çok önemli bir noktayı atlamayalım. Kuşak değişti. Gençlere bir sorumluluk verirken bunun gerekçesini de makul bir şekilde açıklamanız gerekiyor. Bunu yapmazsanız, sağlıklı bir iletişim kuramazsanız, onları muhatap almazsanız sizin kullanmadığınız o kanaldan başkaları girerek gençleri parmağında oynatıyor. Bunu yaparken de “Hakkınızı yedirmeyin, biz sizin yanınızdayız.” diyerek yapıyor. İşte işin en tehlikeli kısmı da burada başlıyor. Gençler, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır.” düsturundan uzaklaşarak kendilerini siyasete alet etmek isteyen güruhun elinde farkına varmadan oyuncak oluyor. Olaylara akılcı bir şekilde yaklaşıp sağlıklı çözümler üretmek yerine eleştirmekten ve öfke kusmaktan öteye geçmeyen tavırlar sergiliyor. Sonra da bir üniversiteye yakışmayan manzaralar ortaya çıkıyor.

Üniversitede yaşananlara sevinecek değilim. Vatan bizim, gençler bizim, bu şehir Aydın ve bu üniversite bizim… Sayın Rektör’e sırtını dönen gençler için de üzgünüm, salonu o şekilde terk etmek zorunda kalan Rektör Bey için de… Ama belli ki yanlış giden bir şeyler var, bu akılcı bir şekilde çözüme kavuşturulmak zorunda. Bunun da yolu Sayın Rektör Bülent Kent’in olaylara bakış açısını değiştirip tedbir almasından geçiyor.