Nedir bu MEB’in, ÖSYM’nin yapmak istediği? Sorular neden bu kadar uzun? Seçenekler niçin birbirine bu kadar yakın? Bu adamlar bize ne yapmaya çalışıyor? Bunlar hangi güçlerin oyunu?
Geçen hafta LGS, bu hafta da YKS gençlerin üzerinden bir TIR gibi geçti. Zorluk derecesini bir tarafa bırakalım, sınavın varlığı gençlerin ruh dünyasını alt üst etmeye yetti. Hele LGS yani Liselere Giriş Sınavı’nın Türkçe soruları (alanım Türkçe ve edebiyat olduğu için bu kısma odaklanıyorum.) adayları afallattı. Soruların uzunluğu, zorluk derecesi, tarzlarının önceki sınavlara göre farklı oluşu… Bir de sınavın Türkçe sorularıyla başlaması bozulan morallerin diğer derslerle ilgili sorulara yansımasına da yol açtı.
Nedir bu MEB’in, ÖSYM’nin yapmak istediği? Sorular neden bu kadar uzun? Seçenekler niçin birbirine bu kadar yakın? Bu adamlar bize ne yapmaya çalışıyor? Bunlar hangi güçlerin oyunu?
Ortada sadece sınavla sınırlandırılamayacak devasa bir problem var:
Okumuyoruz.
Bir de okumadığımızı bir matahmış gibi, gerine gerine söylüyoruz. Utanacağımız şeyle âdeta övünüyoruz. Sonra da sokakta renkli mikrofonlara konuşmaya çalışıyoruz. Kuramadığımız cümleler üzerinden öfkeleniyor ya da pişmiş kelle gibi sırıtıyoruz.
Oysa sevgili okurum, okuduğun için bilirsin, bu sanıldığı gibi basit bir konu değil.
“Bu çoook derin bir mevzu.”
Sınavlarda Türkçe sorularında öncelikle sözcük, söz ve cümle düzeyinde anlam bilgisi yoklanıyor. Yani sözcük dağarcığın geniş mi, kullandığın sözcüğün anlam inceliğini biliyor musun? Mesela bir kadına çok ince, duygulu, hassas, zarif olduğunu belirtmek isterken (Size diyorum beyler) “Çok naif bir hanımefendisiniz.” mi diyorsunuz? Öyle demeyin bence. J Naif, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde “saf, deneyimsiz” anlamlarını karşılıyor. Bunun yerine kullanmanız gereken sözcük, “nahif”…
Arkadaşınız birine yardım edecek. Bu düşüncesini sizinle paylaştı. Bunu destekliyor ve ona “Elinden geleni ardına koyma, gereken her şeyi yap.” diyorsunuz. Eeee, oldu mu şimdi? “Elinden geleni ardına koymamak”, Türk Dil Kurumunun sözlüğünde “yapabileceği bütün kötülükleri yapmak” anlamına geliyor.
Gelelim herkesin yaka silktiği paragraf sorularına… Bu sorular analitik düşünme ve yorumlama becerisi gerektiriyor. Okuduğunu anlıyor musun, doğru yorumluyor musun, metni bütün olarak kavrayıp bunun üzerinden değerlendirme yapabiliyor musun, bunları ölçüyor. (Parçanın sonuna gelince başını unutuyorum diyenler, burada mısınız?) Bunu yaparken bilim, sanat, spor gibi pek çok alana dair metinler kullanıyor. Bizden istenen bu beceriler, bu hayatta var olan ve toplum içinde yaşayan kişiler olarak aslında zaten sahip olmamız gereken şeyler değil mi?
Konuşmayı, kendini doğru ifade etmeyi bir gereklilik olarak görmeyenleri paragraf soruları şapur şupur öpüyor. Bu paragraflar Türkçe dersiyle de sınırlı değil. Sayısal dersler de dâhil her derse yayılmış durumda.
“Sınava girmiyorum ve bunlar beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor” diyenlerin günlük yaşamında iletişim becerileri aksıyor, kimi zaman kişiyi gülünç duruma düşürüyor. İşin kötü tarafı, kişi içinde bulunduğu hâlin farkında değil. Bu yüzden utanmıyor, konuştukça konuşuyor, battıkça batıyor. Bunu ancak gerçek okurlar fark ediyor.
Suçlu aramaya kalkarsak suçlu çoook.
Telefonu elinden düşürmeyen, ergenliğini geç yaşayan, üstüne üstlük çocuğuna akıllı telefon alıp “Aman beni yormasın, şuracıkta oyalansın.” diyen ebeveynler; sınıflarda öğrencinin yanında telefon bulundurmasına kısıtlama getirmeyen yönetmelikler (Bazı özel okullar bu kısıtlamayı gerçekleştiriyor.) müfredatta yer verildiği için üzerine düşen görevi yaptığı görüntüsünü veren, okuma ve dinleme becerilerinin kalabalık sınıflarda ve kısıtlı ders saatlerinde uygulanamayacağını bildiği hâlde bunu görmezden gelen yetkililer; okumayı erkekliğe zeval getirecek sanan bazı kıt akıllılar… (Bir dönem Elif Şafak’ın “Aşk” romanının ilk baskısı pembe bir kapakla yayımlanmıştı. Sonrasında erkeklerin kitabı kapak renginden dolayı satın almadıklarına veya topluluk içinde görünmesinden rahatsız olduklarına dair bir saptama yapıldı ve kitap gri kapakla tekrar basıldı. Bu örnek, okuyan kesimden çıkıyor; okumayan kesimin hâlini varın siz düşünün. Böyle bir ön yargıdan söz ediyorum.)
Ve daha neler neler…
Diyeceğim o ki her yıl paragraf sorularıyla kavga edip bunlara söveceğimize işe biraz da bu açılardan bakalım. Hepimizin kabahati var, hepimizin… O yüzden kimsenin parmağı öbürünü göstermesin.
İnsanı hayvandan ayıran, görünürdeki temel vasfı konuşmak…
Konuşmaktan kastım üç beş kelimeyi ağzında yuvarlamak değil elbet. Nitekim “jako papağanı”nın 1000 kelimeyi ezberleyebildikleri biliniyor. Çalışmalar, doğru bir şekilde eğitilen bu papağanların kendilerine söylenenleri algıladıklarını ve bu bağlamda cümle kurabildiklerini gösteriyor.
İnsanları jako papağanından daha ileri götürebilecek şeyse bu yeteneğini geliştirebilmesi. Bu da ancak ve ancak okumaktan; okuyan, okuduğunu analiz edebilen insanlarla iletişim kurmaktan geçiyor.
Hayvan deyince dudak büken ey okuma engelli vatandaş!
Yiyorsun, içiyorsun, bunları bünyenden atıyorsun, çoğalıyorsun, gezip dolaşıyorsun. Bunu tüm hayvanlar yapıyor. Genel olarak hayvanlardan farklı bir biçimde ortalama 200 kelimeyle günü kurtarıyorsun. (Bence renkli mikrofonlara konuşanlarda bu kadar kelime ve cümle kurma becerisi de yok.) Eee, baksana, “jako papağanı” senden fazla kelime bilgisine, anlama becerisine ve cümle kurma yetisine sahip. Üstelik uçuyor da…
Hadi senden uçmanı bekleyen yok, uçağı yapıverenlerden Allah razı olsun. Ama okumaya gayret et bari de jako papağanından bir farkın olsun be kardeşim. Hadi bunu da yapmıyorsun, okumak utanılacak, okumamak övünülecek bir şeymiş gibi öyle ortalık yerde konuşma da beyninin ne kadar “küçüldüğü” ve cehaletinin zirvede olduğu belli olmasın.
NOT: Okuma engelliler muhtemelen bu satırları okumayacak, hadi kazara okumaya niyetlendi diyelim, gerçek bir okur olmadığı için önyargılı bakış açısıyla çoğunu yanlış anlayacak; zihni sözcükleri saptıracak, anlamını bilmediği sözcükleri yanlış yorumlayacak. Hiç üzerine alınmayıp üstüne üstlük tüm bunları biz yapıyormuşuz gibi bizi suçlayacak. Aman olsun, biz bize dertleşmiş olduk sevgili okur. Selametle...