Mahcupyan köşesinde Doğan Grubu'nun son dönem yayın stratejisinin altında şirketlerinin piyasadan silinme tehlikesi olduğunu öne sürdü nedeni ise
Başbakan Erdoğan"ın Doğan grubunu hedef alan sert tutumu genel olarak tepki gördü ve hatta bu tavrın basın özgürlüğüne ve demokrasiye aykırı düştüğü söylendi. Ancak mesafeli bir yaklaşımla baktığımızda Erdoğan"ın asabiliğini onaylamak mümkün olmasa da, Doğan grubundaki medya organlarının dramatik abartmalarını ciddiye almak zor.

Diğer taraftan Başbakan gerçekten de tehlikeli bir alana girmişti, çünkü kendisi herhangi bir sivil toplum örgütünün değil, iktidardaki bir siyasi partinin başında. Burada mesele haklı olup olmamaktan ziyade, elindeki iktidar gücünü nasıl kullanacağına ilişkin verilen mesajda. Çünkü Türkiye"de medya şirketleri aynı zamanda devlet ihaleleri peşinde de koşan holdinglerin parçası... Bir medya grubuna yaptığı gazetecilik nedeniyle karşı çıkarken, onun başka alanlarda ayrımcılığa mahkûm edilebileceğini ima eden davranışlardan kaçınmakta yarar var.

Buna karşılık meselenin arka planına gittiğimizde Erdoğan"ın Doğan grubuna nazaran daha "temiz" olduğuna dair yaygın bir kanaatin olduğunu gözardı edemeyiz. Bunun nedeni ilan gelirlerinin neredeyse dörtte üçüne hâkim olan bu grubun, geçmişte siyasi iktidarlar üzerinden birçok ekonomik imtiyaz elde etmiş olması. Nitekim bu son gerilimde de Doğan grubunun satın almış olduğu Hilton Oteli arazisine rezidans inşa etme isteğinin etkili olduğu anlaşılıyor. Görünen o ki, bu talebin resmî makamlarca reddedilmesine rağmen ısrarcı olan Doğan Grubu işi hafif yollu şantaja kadar götürmüş. Bunun üzerine zarar etmekte olan CNN-Türk"ün acilen gereksindiği kara frekansını da hükümet engellemiş. Ancak Doğan grubu buna elde tutmakta olduğu Deniz Feneri kartını oynayarak cevap vermiş... Ve böylece Erdoğan"ın ilişkiyi afişe ettiği noktaya kadar gelinmiş.

Ancak olay biraz daha karmaşık... Doğan grubunun geçmişte yakın olduğu ve imtiyaz ürettiği hükümetlerin ortak bir özelliği vardı. Bunlar laik kesimin taleplerini öne alan, bu kesim içindeki dar bir işadamı grubuna çıkar sağlayan "merkez" iktidarlardı. Taşranın ülkenin batısında yoğunlaşan ekonomik tahakküm karşısında sürekli kaybettiği bir paylaşım süreciydi bu... AKP ise tam tersine giden bir değişim dinamiğinin ürünü. Bu parti Anadolu"da yükselmekte olan yeni bir burjuvazinin ve kentleşmenin temsilcisi. Üstelik AB üyelik sürecinin yaşandığı, küreselleşmenin Türkiye"yi bölgesel olarak dünyaya entegre ettiği bir dönemin içindeyiz. Bunun anlamı AKP"nin taşıdığı yeni ekonomik sınıfın, yerleşik laik burjuvaziye muhtaç olmadan dünya ile ilişki kurmasıdır.

Dahası AB sürecinin çoğulcu demokrasiyi ve çoğunluk iktidarını ima etmesi nedeniyle, söz konusu yeni burjuvazinin uzun süreli bir iktidar olanağı doğmuş durumda. Diğer bir deyişle Türkiye AB çizgisinde kaldığı, demokrasisi sekteye uğramadığı sürece, ekonomik alanın da geçmişe nazaran epeyce farklı bir paylaşım tablosuna yol açması kaçınılmaz. Kısacası demokrasinin yeni bir sınıfsallaşmayı beslediği, imtiyazların artık eski sahiplerine gitmeyeceğini ima eden bir dönemin içindeyiz. Bu durum Doğan grubu ve onun gibi şirketlerin geçici bir yenilgi ile değil, piyasadan silinme tehlikesi ile karşı karşıya olduklarının da habercisi. Çünkü bu şirketlerin hiçbiri bugünlere rekabetçi koşullar altında gelmediler ve dolayısı ile hiçbiri iyi yönetilmiyor...

Söz konusu arka plan Doğan grubunun son dönemdeki gazeteciliğini de açıklıyor... Anayasa Mahkemesi"nin 367 kararını, 27 Nisan"da askerin e-muhtırasını destekleyen, aylarca Ergenekon haberi vermediği gibi, darbe girişimini de küçümseyerek gizlemeye çalışan bu kendine has habercilik, aslında Doğan grubunun ne denli sıkışmış olduğunun da göstergesi. Çünkü bugün basın özgürlüğü ve demokrasi havariliği yapan söz konusu yayın organları, epeyce uzun bir süreden bu yana demokrasiyi rafa kaldıracak bir darbe girişiminin de dolaylı destekçiliğini yapmaktaydı.

Anlaşılan o ki, laik kesim içinde ekonomik avantajlarını yitireceğini anlayan bazı kesimler, demokrasi içinde bir çıkış yolu göremedikleri ve kesin bir yenilgiye doğru gittikleri değerlendirmesini yaparak daha da "devletçi" bir çizgiye kaymakta beis görmediler. Aslında bu kesimin ille de darbe veya askerî idare istediğini öne süremeyiz. Onların istediği AKP"nin gitmesi ve geçmiştekine benzer bir "merkez" hükümetin başa gelmesi. Bu alternatifin görünür gelecekte demokrasi içinde olamayacağının anlaşılması ise, muhtemelen şimdiki siyasi tercihe ve ona uygun bir "gazeteciliğe" yol açmış durumda...

Erdoğan ise artık şantaj ve pazarlığa "eyvallah" demeyecek gibi gözüküyor... Bu daha fazla çatışma demek ve seçimlere yaklaşırken karşımıza muhtemelen bir medya savaşı şeklinde çıkacak...

(Taraf)