ADÜ Rektörü Prof.Dr. Osman Selçuk Aldemir rektörlükte yılını doldurdu ama hakkında ne söylenenler sona erdi ne de şikâyetlerin ardı arkası kesildi.

Ulusal medyada da yer bulan en son bulgu yirmi beş yıl öncesinde danışmanlığını yaptığı bir gıda firmasının ürettiği hileli ürüne bağlı açılan dava sonucu aldığı ceza.

Gözlemim o ki, bir türlü peşini bırakmayan karalama kampanyasının ve şikayet furyasının biri genel iktidar yani siyasetle biri uygulamada olan atama sistemiyle diğeri de şahsının yönetim tarzıyla ilgili üç temel kaynağı var.

BİR: Yürürlükteki siyaset yapma metodu rakipler arası gerilim üzerine kurulu olduğu için kamu görevlileri hakkındaki her olumsuz bulgu muhalefet tarafından iktidarı yıpratmada araç olarak kullanılıyor.

İKİ: Rektörlüğe gelişte gerek yönetim alanında gerekse kıdemde ya da ehliyet ve liyakatte yasal yönden genel şartlar hariç profesör olma dışında ölçü aranmıyor.

Koltuk tutkunlarının iştahını kabartan bu durum onlara şikâyet, yıpratma ve itibarsızlaştırma mekanizmasını çalıştırma fırsatı sağlıyor.

Bu sadece üniversiteler için değil bütün kamu kurumlarına müdür atanacaklar için de geçerlidir.

Milli Eğitime ait kurumlarda geçmişte mesela bir Anadolu Lisesine müdür atamada meslekteki kıdemi, idari kademelerde geçirdiği süre, almış olduğu ödüller, yazmış olduğu eserler gibi bir dizi ölçü vardı ve mücadele sadece o şartları taşıyanlar arasında olurdu.

Kurallar kalkınca bir de zorunlu hallerde başvurulan geçici görevlendirmeler normal atamaya dönüşünce koltuk sevdalısı liyakatsiz muhterislere gün doğdu.

Ortamı fırsata dönüştürme derdindeki bir öğretmen de ne yapsın koltuk kapmak için çareyi ya sırtını bir dayıya dayamada ya da el altından iftira ve karalama mekanizmasını çalıştırarak müdürü görevden aldırmada buluyor.

İlk iki başlık altında buraya kadar anlatılan konularda gerek Rektör Osman Selçuk Aldemir gerek diğer kamu görevlilerinden onun konumundakilerin bu sistem yürürlükte olduğu sürece yapabileceği pek bir şey yok.

ÜÇ: Hangi kademede olursa olsun bir görevli her hangi bir haksızlığa yol açmamak adına devlet işine kendi nefsini(ego) karıştırmaya meyilliyse ona bir kurum emanet edilmez.

Örfümüzün kuralı budur.

Çünkü yöneticilikte ne duygusallığa ne de hilekarlığa yer vardır. Bir yönetici kararlarını vermede devletin dostunu dost, düşmanını da düşman bellemek ve kararını ona göre vermek dahası bu ilkeyi uygulayacak ehliyet ve liyakatte olmak zorundadır.

Ana prensip budur.

Daha önceki yazılarımda da geçmiş olabilir ancak bu konuda oldukça öğretici bulduğum bir konuyu tekrar da olsa anlatmak isterim.

Osman Gazi’nin vefatının ardından oğulları mirasını paylaşmak üzere bir araya geldiklerinde Orhan yaşça küçük kardeşi Alaattin’e padişahlık önerisinde bulunur.

Aldığı karşılıksa, iyi bir yönetimin şifresini içinde barındıran aynı zamanda son derece manidar, veciz bir cevaptır

Der ki Alaattin,”Ben babamız öyle münasip görmüş olmalı ki, Şeyh Edebali Dergâhı’nda büyüdüm.

O nedenle her şahadet kelimesi getireni dost bilirim. Oysa bir yönetici dostunu ve düşmanını devlete uyarlamak zorundadır.

 Babamız yerine vekil bırakmak istemiş olacak ki,seni her biri devlet adamı Akçakocaların, Gündüzalplerin yanında büyüttü.

Bir yandan vasiyetin gereği diğer yandan milletin geleceği, devletin devamı için padişahlık senin hakkındır,”sözleriyle kabul etmez.

Bu kuralı göz ardı ederek devlet adına vereceği kararları bir hesap görme veya akraba ve dostlarına devleti peşkeş çekme aracı yapanlar ve bunu icraata geçirenler bilir, bilmez sonu zulme varması muhtemel bir kapıyı da aralamış olurlar.

Ayrıca amacı genç beyinlere farklı pencereler açmak olan üniversitelerde aslında zenginliğimiz olan farklılıkları içine sindiremeyen fanatiklere fırsat vermek karşılıklı nefreti körüklemek, intikam duygusunu beslemektir.  

Kısacası adaleti, hukuku hak ile yeksan etmektir. Hakkaniyeti tarafgirliğe feda etmektir, dahası fitne ateşini körüklemektir.

Buna yol açmamak için eskiden amirlerin bir yetkiliye ilk tembihi bir personele ceza vermek zorunda kalırlarsa kararlarını olayın üzerinden en az bir gün geçtikten sonra vermeleridir.

Bu öfkeden ve her türlü duygusallıktan arınma süresidir.

Ayrıca şikâyete bağlı inceleme ve soruşturmalarda bu kurala uyulup uyulmadığına dikkat edilirdi.

Son birkaç dönemdir Adnan Menderes Üniversitesi’nde bir türlü durulmayan suların gerçek nedenini rektörlerin bu kuralı göz ardı etmelerinde aramak gerektiğini düşünüyorum.

Ne yazık ki, Rektörümüz Osman Selçuk Aldemir kendinden öncekilerin başlattığı devlet mantığı yerine kişisel iradenin ikamesinin yol açtığı tahribatı giderebilmiş değil.

Cadı kazanı kaynamaya devam ediyor.

Bunun doğal sonucu öğretim üyelerinin ne gibi bir bilimsel çalışma peşinde oldukları, hangi projeyi gerçekleştirme gayreti içinde oldukları kimsenin pek umurunda değil.

Bu durumdan zarar gören de sadece ADÜ değil bütün Aydın…

Oysa Rektör değişimiyle birlikte yaşanan kaosun sona ereceği, karşılıklı ilişkilerin  güven içinde sürdürüleceği artık ADÜ’nün üniversal kimliğine tekrar kavuşacağı  herkesin ortak ümidiydi..

Beklenen gerçekleşmedi ama Osman Selçuk Aldemir’den ümitler de henüz kesilmiş değil.

O ışığı da söndürmemek için Hoca’nın tek yapacağı Şeyh Edebali’nin tahta geçtiğinde Osman Bey’e olan nasihatini sakin kafayla okuması ve üzerinde kafa yormasıdır.