Hangi konumda olurlarsa olsunlar tarih ister siyasetçi ister bürokrat olsun herkes hakkında ama öyle ama böyle bir hüküm verecektir.

Demokrasi en kusursuz, en mükemmel bir rejim değildir. Bu güne kadar denenmiş emsallerine göre en az mahzurlu olduğu için çağımızın yönetim şekli olarak kabul edilmektedir.

Ancak demokrasi, bu her toplum için geçerlidir, dışarıdan ithal edilen bir yönetim sistemi de değildir. O toplumun vicdanından doğan bir oluşumdur, bir realitedir.

Ve standardının yüksekliği toplumun bilinç düzeyi, eleştiri kültürü ve sorgulama pratikleriyle yakından ilgilidir.

Ama ne var ki, o kültürün yerleşmesi bazı toplumlarda yıllarca bazen asırlar süren uzun zaman alabilir.

Gelişmekte olan bizim demokrasimizin de her halde en yumuşak karnı siyasetçilerin topluma karşı nepotizm, birilerine çıkar sağlama gibi konularda pişkinlikleri ve duyarsızlıklarıdır..

Bir de seçildiği görevi sürdürürken parti değiştirmekle milli iradeyi istismardır. Milli iradenin siyasetçilerce en fazla örselendiği dönemler ise seçim önceleridir..

Siyasi partiler toplumda algı yaratmak için milletvekili, belediye başkanı transfer ederler ve seçmene rakipler çöküyor, biz ise ayakta olan partiyiz mesajı veririler.

Genelde siyasetçiler yaptıkları bu eylemi “amaç propaganda yapmaktır, söz konusu siyaset olunca da bir olayın ahlaki olup olmadığına bakılmaz meşru olup olmadığı ondan  daha önemlidir” diyerek savunurlar.

Oysa etimolojik olarak meşruiyet sadece yasallık değildir, daha da kapsamlı ve derin bir kavramdır ki, kökü hakkaniyettir. İnsanlığın aklı ve vicdanı bu temel değer ölçüleri üzerinde yükselir.

Vicdandan beslenmeyen yani ahlak ölçülerinin dışında gelişen hiçbir eylem ya da hareket insanlar arasındaki saygıdan, hoşgörüden, diğerkâmlıktan ve ahde vefadan kısaca erdemler silsilesinden daha değerli değildir.

Kaldı ki, söz konusu siyasetçi belediye başkanı ise bizim kültürümüzde onun adı herkesin güven duyduğu anlamında “şehr-i emindir.”

(Şehr-i emin, imarından, temizliğinden, çevresinden, suyundan, selinden, otundan, çöpünden, konutundan, yerleşiminden, zengininden, fakirinden, yaşlı ve yetiminden, hastasından, sakatından kentin en güvenilir, sorumlusu demektir.)

Denebilir ki, söz konusu parti değiştiren siyasetçi kentini değiştirmedi ki, aynı hizmete yeni partisinde de devam eder ve belki daha da faydalı olabilir.

Bu durumda parti değiştirmesinin ahlaki olup olmadığı konusu bir tarafa seçimde yeni partisinden aday olsaydı kazanabilecek miydi, sorusu yanıtsız kalıyor, buna en hafif deyimiyle yozlaşma denebilir.

O nedenle burada sorun bir siyasetçinin parti değiştirmesi değildir. Seçildiği görevde süresi dolmadan kendisini göreve getiren seçmenin rızasını alma ihtiyacı duymadan kulvar değiştirmesidir.

Bunun istisnası siyasetçinin yüz kızartıcı olmayan örnek kendi parti yetkililerini eleştirmesi gibi parti disiplinine uymadığı gerekçesiyle partiden azledilmesi olabileceği gibi seçim kararı alındığında partisi tarafından aday yapılmaması gibi durumlar olabilir.

Bunlar dışındaki örnek seçime daha bir, iki yıl varken bir belediye başkanı parti değiştirirse milli irade olarak adlandırılan kendisini seçenlerin oylarını istismar etmiş olur.

Bu da ahlaki değildir.

Çünkü ilk başta bu siyasetçi kendini aday gösteren partisine karşı ahde vefasızlık yapmıştır.

İkinci olarak da üç dört tane aday arasından kendini o göreve seçen ve kendilerini temsille görevlendiren seçmenlerin iradesini manipüle ederek kendi ideal hırsı için kullanmaktır.

Oysa bu siyasetçi seçmene partisine ait seçilen meclis üyeleriyle birlikte projelerini gerçekleştirme sözü vermiştir, vatandaş da adayın partisine ve sözüne inanarak, seçmiştir.

Bu aday açısından bağlayıcılığı olan seçmenle arasındaki sosyal bir mukaveledir.

Rızası alınmadan bir belediye başkanı parti değiştirince oy veren seçmen de doğal olarak kendini aldatılmış hisseder.

Nitekim geçtiğimiz günlerde Nazilli’de yeni partisi tarafından düzenlenen tören sırasında kendini aldatılmış hisseden bir kadının parti değiştiren başkana yönelik  “hakkımı helal etmiyorum”  diyerek attığı çığlık sosyal medyada viral oldu ve töreni gölgede bıraktı.

Halbuki yaşanmış örneklerinden biliyoruz ki, gelecekte tarihe adını yazdıracak, kubbede bırakacakları hoş sedayla iyi bir isim bırakacaklar milli iradeyi istismar etmek isteyenlere karşı direnenlerdir.

Örnek 27 Mayıs İhtilalı yeni olmuş, Demokrat Parti aleyhine dezenformasyon hat safhadadır, gençler öldürülerek kıyma makinelerine gönderilmiş, Kars, Ardahan Ruslara satılmış vs.

Bu tür propagandaların fazlasıyla etkisi altında kalan dönemin hukuk profesörleri de DP’lileri cezalandırmak için geçmişe yürüyen ceza kanunları çıkarılabilir, tabii hakim ilkesine aykırı ihtilal mahkemeleri kurulabilir,türden fetvalar vermekteler.

Ceza hukukçusu Prof. Dr. Tahir Taner bu yöndeki fetvayı imzalamayı“Ben tarihin hükmünden korkarım,” gerekçesiyle reddeder.

Sonuç olarak söylenecek şudur:

Hangi konumda olurlarsa olsunlar tarih ister siyasetçi ister bürokrat olsun herkes hakkında ama öyle ama böyle hak ettiği bir hüküm verecektir.

Adları hayırla yad edilecekler ise şartlar ne olursa olsun, önlerine neler konursa konsun milletin kendilerine verdiği yetkiyi akıl ve vicdanların emrettiği doğrultuda hilesiz, hurdasız kullananlar olacaktır.

Alkışı, töreni asıl hak edenler de onlardır.