Bu yöneticilerle öğrencilerde, velilerde ve çevrede bir kurum hakkında bir farkındalık oluşturma konusundaki duyarsızlık karşısında siz olsanızböyle abdeste böyle peşkir, gerekir” demez de ne dersiniz?

Sizin de bir hayli çarpıcı bulduğunuzu umduğum bu başlık geçen yazımdaki (24 Mart) “Öğrenciler yaklaşık on sekiz ay, kimilerinin devam ettiği, kimilerinin katılmadığı eğitim, öğretime uzaktan devam ettiler.

Bu şekilde okuldan ve sınıftan uzak kalmak öğrencideki sınıf ve okul bilincini bitirdi,” cümlesine katkı yapmak istediğini söyleyen eski bir okul yöneticisine ait.

(Eski yönetici henüz emekli olmadığı için adının yazıda geçmesini istemedi. Velev ki emekli olsun çoğu kimse bu tür düşüncelerini ticaretle uğraşıyorsa ticari hayatına, kızı, oğlu, gelini ya da damadından memur olanlar varsa onlara zararı dokunur endişesiyle genelde bizimle pek paylaşmak istemezler.)

Onun söylediği okulların öğrenci velileri ve çevre ile bağını koparalı hayli zaman olduğu, geçmişinin kurum müdürlerinin tasfiyesine kadar dayandığı, korona sürecinin bunun tuzu, biber olduğudur.

Bu söylenenlerin doğruluğunun elbette tartışılacak yönleri vardır ancak görünen bir gerçek de var ki, gerek milli eğitim müdürlüğü gerek bağlı kurumlar arasındaki ilişkiler eski ahenginde değil.

Alt kademe kurumlar olan her türdeki okullarda bir yılgınlık ve pes etmişlik görüntüsü var.

Bu konuda birkaç neden sayılabilir.

BİR: Öğretmenlik çoğunun gözünde bir sevgi ve ideal mesleği olmaktan çıkmış bir geçim arcına, eğitim yöneticiliği de sanki parasına tamah edilen bir meşgale haline gelmiş durumda.

İşin bu noktaya gelmesinde biraz da kabahatin makam düşkümü, kifayetsiz yöneticilerde olduğu muhakkak.

Aydın’da bu konuda kırılma noktası bir ilköğretim okulunda bir müdür yardımcısının bir öğrenci tarafından darp edilmesi sonucu müdür yardımcısı ile birlikte okul müdürü ve rehber öğretmenin de görev yerlerinin değiştirilmesidir.

Eylem müdür yardımcısı, müdür ve rehber öğretmenin tayinleri ile sınırlı kalmadı Aydın eğitimindeki okul ve veli yani öğretmen öğrenci dengesini öğretmen aleyhine bozdu.

Öğrenciden dayak yiten müdür yardımcısının tayin edilmesine benzer bir olay da Vali Recep Yazıcıoğlu döneminde(1989-1991) yaşanmıştı.

Efeler Lisesi’nde aralarında kavga eden iki öğrenciyi ayıran öğretmenin enselerine birer tokat vurduğunu iddia eden öğrencilerden birinin şikâyeti üzerine açığa alınması Aydın’da eğitim, öğretimi olumsuz yönde etkilemişti.

Ama o olayın etkileri uzun sürmemiş, öğretmen-veli dengesi tekrar kurulabilmişti.

Her iki olayın bize öğrettiği tecrübe ise eğitim öğretimin son derece kırılgan bir yapıya sahip olduğu gerçeğidir.

İKİ: Öğretmende sisteme karşı güven kaybına neden olan diğer bir konu da idareci atamalarındaki ehliyet ve liyakatin rafa kaldırılması yerini sendikacığın almasıdır.

ÜÇ: Veli-öğretmen dengesinin öğretmen aleyhine bozulmasıdır ki, öğretmen şikâyet edilme baskısı altında nasıl ders işleyeceğini bu gün bilememektedir.

 DÖRT: Eğer bir yönetici bilgisiyle, yönetim tarzıyla, duruş ve vakarıyla öğrenci ve öğretmen üzerinde bir etki bırakamıyorsa o kurumda sağlıklı eğitim öğretimden söz etmek imkânsız derecede zordur.

Bu açıdan bakıldığında At sahibine göre kişner atasözünün ete, kemiğe büründüğü kurum milli eğitimdir.

Okulları eskiden bir şapka idare ederdi, cümlesi bunu anlatan iyi bir örnektir.

Bizim ilkokul yıllarımız olan 1960’lı yıllarda erkek öğretmenler ve müdürler Süleyman Demirel’le özdeşleşen fötr şapka giyerlerdi ve müdürün makamında olduğu odasının kapısı dışındaki askıya asılı olan şapkasından belli olurdu.

Şapka askıdaysa bütün öğretmenler zamanında derse girer, çay ve sigara içerek dersi asmaktan çekinirlerdi.

Sonraki yıllarda bu gerçeği gerek öğretmenlik gerekse yöneticilik hayatımızda biz de gördük, yaşadık.

Eğer müdür işin ehli değilse, sabahları nöbetçi öğretmenden önce okulda hazır bulunmaz ya da sebepsiz yere sık sık okuldan ayrılırsa o okulda ne disiplinden ne eğitim öğretimde verimlilikten söz edilebilir.

Aynen günümüzde olduğu gibi orada at izi ile it izi birbirine karışır.

Okuldaki görevini aksatan bir yöneticinin bir öğretmene o konuda bir hatırlatmada bile bulunamaz, aynı hatırlatmayı öğretmenin müdüre yapmaması saygısı ve nezaketindendir.

Geçenlerde bir arkadaşımız hasta olan yakınının raporunu vermek amacıyla bir ortaöğretim kurumuna gittiğinde müdürü aramış ve bir görevli tarafından okulda olmadığı söylenmiş.

Telefonla da ulaşamayınca daha sonra müdür kendine ulaştığında okulda olmayış nedeni kendini bir hayli şaşırtmış.

Çünkü odasına iki metre mesafede mescit, okulun hemen yanında cami bulunduğu halde namaz kılmak için üç mahalle ötedeki evine gitmesini gerekçe göstermiş.

Bunu bize anlatan da öyle dindar karşıtı da değil, dini görevlerini yerine getirmeye çalışan mütedeyyin bir vatandaş.

Okullardaki dağınıklık ve yılgınlığa başka bir örnek de bir proje okulunda il düzeyinde düzenlenen bir yarışmada yaşananlar.

Final yarışmalarının yapılacağı ve ödül törenine milli eğitim müdürünün de katılacağı önceden bildirilmesine rağmen okul yönetiminin salonu hazırlamaması, o görevi misafirlerin yerine getirmesidir.

Hâlbuki işini bilen bir kurum yöneticisi bu gibi durumlarda okullarını tanıtmada bu gibi etkinlikleri fırsata dönüştürür, misafirlerle ilgilenecek özel ekipler oluşturur, ikramlarda bulunur.

Bu yöneticilerle öğrencilerde, velilerde ve çevrede kurum hakkında bir farkındalık oluşturma konusundaki duyarsızlık karşısında siz olsanız “böyle abdeste böyle peşkir gerekir”, demez de ne dersiniz?