Değerli okuyucularım, köy enstitülerinin maalesef kaldırılmasından sonra MİLLİ EĞİTİM HER İKTİDAR DÖNEMİNDE yap boz tahtasına döndü. Ne yazık ki eğitim sistemimiz hala kanayan yaramız.

Atatürk, hayattayken bir milli eğitim seferberliği başlatmıştı. Atatürk’ümüzü minnetle anıyorum.

Bu köşe yazımda, yeni bir eğitim modelini ve kaynakların nasıl daha verimli kullanılabileceğini irdeleyeceğim?

2010’lu yılların başında devlet, “kamu kaynaklarıyla yeterli sayıda okul yapılamıyorsa, özel sektörün önünü açalım ve öğrencinin %15’inin özel okullarda eğitim almasını sağlayalım” anlayışı üzerine bir model geliştirdi. Bu model düşük bütçeli özel okullarla kamunun yükünü hafifletmeyi de amaçlıyordu. Gelişmemiş ülkelerde, örneğin Sahra Altı Afrika’da ya da Güney Amerika’da, bu modelin belli ölçüde uygulanabilirliği vardı. Ancak bu sistem, Türkiye gibi ekonomik ve toplumsal yapısı farklı bir ülkede kamusal eğitimi desteklemek yerine daha da zayıflattı. Özel okulların yaygınlaşmasıyla devlet okullarında sınıflar biraz boşaldı. Ne var ki özel okullara giden öğrenciler eğitim bilinci yüksek ailelerin çocukları olmasından dolayı genelde daha başarılı oldu. Öte yandan, motivasyonu ve donanımı yüksek öğretmenler de özel sektöre geçti. Kamu okullarında devam eden öğrenciler ve öğretmenler kalite ve başarı açısından çok geride kaldı. Bunun yanında, doğal afet riskiyle birleştirilmiş okullarda uygulanan gayri makul ders başlangıç ve bitiş saatleri eğitimin niteliğini ciddi şekilde düşürdü. Bu tablo, orta sınıfı büyük çıkmaza soktu. Aileler, gelirleri yeterli olsun ya da olmasın, çocuklarını özel okullara göndermeye neredeyse mecbur kaldı. Üstelik, öğrencilerin bu okullarda kaliteli eğitim alıp almayacakları da belirsizdi. Sadece daha temiz bir tuvalet veya daha güvenli bir çevre için bile veliler büyük fedakarlıklar yapmaya zorlandı. Böylece toplumda, “Bizim zamanımızda eğitim çok daha iyiydi.” söylemi yerleşti.

  

Milli Eğitim istikrarsız ve hep sorunluydu. Peki neden şimdi en sorunlu dönemini yaşıyor gibi görünüyor? Çünkü, geçmişte eğitim sistemi, ülkenin ekonomik gerçekleriyle daha uyumlu bir yapıya sahipti. Bugün %65’i asgari ücretle yaşayan bir ülkede okulların %15’inin özel olması gerçekçi değil. Bu oran, bu ekonomik koşullarda %5'i geçmemeli. Tabii ki geri kalan %95'e yeterli eğitim-öğretim sağlanabiliyorsa… Sağlanamıyorsa, taşıma suyla değirmeni döndürmeye gerek yok. Hazır tasarruf tedbirleri uygulanıyorken, devletimiz, artık yama tutmayan, her yanından su kaçıran bu hantal sistemden bir çırpıda kurtulabilir. Peki nasıl? Bugün gelinen noktada, devletin bütçesi ağırlıklı olarak okul binalarına, öğretmen maaşlarına, temizlik ve ısınma giderlerine harcanıyor. Ancak bu harcamalar, eğitimin kalitesine doğrudan katkı sağlamıyor. Biz yeni kurulmuş bir Cumhuriyet değiliz; köklü bir devletiz. Devlet, bina yapımı, öğretmen istihdamı ve diğer giderlerini üstlenmek yerine, bütçesini daha verimli ve sürdürülebilir şekilde kullanabilir. Örneğin, eğitim bütçesi doğrudan öğrenciler için harcanmak üzere OKULLARA AKTARILABİLİR. Yani bütçe eğitimi verene değil alana tahsis edilebilir.

Veliler şimdilerde bağış, kayıt ücreti, özel ders ve kurs denilerek gizli açık fark etmeksizin zaten yüklü paralar harcıyorlar. Bu şartlar altında velileri de adil imkanlarla oyuna dahil ederek bütün okulları özelleştirelim. Devletimiz de yeteneklerine göre evlatlarımızın, eğitimlerini parasal bir rekabet ortamında değil de eğitimde rekabetin olduğu bir atmosferde almalarını sağlasın.

Yıllarca sokak aralarında, duvarlarına grafitiler çizilmiş metruk binalara okul dedik. Bu rekabet ortamı yaratılırsa, o binalardan eser kalır mı dersiniz? Bu bütün taraflar için daha uygun değil mi? Bugün devlet okullarında görev yapan 993 bin 397 öğretmenin kaçı maaşıyla evladını özel okulda okutabiliyor?

Eğitimde fırsat eşitliği temel bir haktır. Fırsat eşitliği sayesinde, gerçekten kapasiteli öğrenciler, yeteneği ve zekasını sergilemek için yarış atı gibi koşturmak ve kendini kanıtlamak zorunda kalmaz. Eğitimciler daha ana okul çağından itibaren öğrencilerin yeteneğini keşfeder ve mesleklerini gerçekten icra etmiş olurlar. 

Milli Eğitim Bakanlığı’nın görevi eğitim kalitesini denetlemek ve eşitliği sağlamak olmalı. Böylece aileler, okulun kalitesine göre bir seçim yapabilir ve bu durum okullar arasında doğal bir rekabet ortamı yaratır. Bugün devlet okulları tıkandı. Özel okulların çok az kısmı ise fiyat rekabetine direnerek hala yenilikçi, esnek ve özgür bir eğitim verebilmek için direniyor. Her köşe başında gördüğümüz özel okullar “paralı okullara” dönüşmüş durumda. 

 

Eğitime ayrılan kaynakların yeniden düzenlenmesi, çocuklarımızın geleceği için hayati önem taşıyor. Her çocuğa eşit fırsat sunan, eğitim kurumlarını denetleyen ve kaliteyi yükseltmeyi amaçlayan bir sistemle geleceği inşa edebiliriz. Aksi takdirde, bugünün plansız ve popülist çözümleriyle nesillerin harcanmasına seyirci kalmaya devam ederiz.

Kartalkaya Otel Yangınının Öğretti̇kleri̇, Turi̇zm Bakanlığı Ve OSB Kanunu Deği̇şmeli̇ Makale: Kartalkaya Otel Yangınının Öğretti̇kleri̇, Turi̇zm Bakanlığı Ve OSB Kanunu Deği̇şmeli̇