Türk Milleti için gurbet hasret demektir, çile demektir, özlem demektir, yokluk demektir, tutumluluk demektir, sabır demektir olgunlaşmak demektir, kısaca kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmek demektir.

Aynı zamanda gurbet o sınavdan geçmeyenlere kız bile vermeye değer bulunmayan,  ham olanı olgunlaştıran, pişmemişi adam eden kısaca insanı insan yapan bir hayat mektebi demektir.

O bakımdan gurbet bizim müziğimiz ve edebiyatımızda önemli bir yer tutar.

Gurbet Hikâyeleri Refik Halit Karay’ın en bilinen eseridir, Teke Yöresi Uzun Havalarına da “Gurbet Havası” dendiği herkesin malumudur.

Askerlik ilk başta her erkek için zorunlu gurbet demekti. Okullaşmanın bu kadar yaygın olmadığı dönemlerde çoğu yatılı öğrenci için de okul hayatı gurbet demektir.

İkinci asıl gurbet Anadolu’nun bekâr gençlerinin düğün masraflarını, evli olanların ailenin kışlık geçimini kazanmak için yaban ellerin yolunu tutmasıydı.

Darlık içindeki evin erkeği eğer gurbete çıkmazsa aile efradı kışın yiyecek bulguru, ekmek yapacak unu, sırtına giyecek elbiseyi, ayağına giyecek iskarpini bulamazdı.

Bir anlamda Anadolu insanı hayatı büyük mücadeleler sonucu tabiatın elinden söküp, almaya mecburdu yoksa yokluk ve kıtlık gözünün yaşına bakmaz,nesi varsa ezer, geçerdi.

Kayseri, Adıyaman gibi bölgeye yakın yerlerin gurbet diyarı “Çukurova’ydı”. Konya, Afyon gibi illerin de “Aydın Ovası…”

El tutacak yakını ya da hemşerisi olanların gidecekleri yer ise Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyükşehirlerdi.

1960’lı yıllarda gurbet eller kervanına Almanya, Hollanda, Fransa, Belçika gibi yaban eller de katıldı.

Anadolu’daki gurbet hikâyelerine ve türkülerine bir de onlarınki eklenmiş oldu.

Haberleşmede mektubun tek seçenek olduğu devirlerde yakınları sevgilileri, yavukluları dört gözle gurbetten postacının getireceği mektubu beklerlerdi.

Askerdeki eşine, gurbetteki sevgilisine, nişanlısına kadınların mektup yazmasının ayıplandığı o devirlerde eşler, yavuklular gizlice mektuplaşmanın yollarını ararlardı.

Uzun süren hasretten yüreği yanan anaları, eşleri kavuşturan tek vasıta olduğu için Kara Trenin özlenen gurbetçiyi getirmesi için üzerine türküler yakılır, söylenirdi.

O nedenle gurbet görenlerin gözünde asker arkadaşlığı, Almanya arkadaşlığı kardeşlikle eş değer bir yakınlıktı.

Ucundan, kenarından da olsa o günleri gören 65 yaşın üzerindeki bizim kuşak gurbeti unutmuştu.

Ta ki, salgın nedeniyle aynı şehirde, aynı mahallede oturan çocuklarımızı ve torunlarımızı camdan ve görüntülü cihazlardan görmeye mecbur kalana kadar…

Ancak bir farkla ki, bu gurbet mutasyon geçirdi eskisine benzemiyor.

Her ne kadar yeni kavram geçim derdi, biz yakında olanlar için uzaklık içermese de, Kara Tren’in yerini, görüntülü elektronik cihazlar alsa da bizlerin evde geçirmek zorunda olduğu günleri gurbet kabul ettirecek ortak, güçlü bir neden var.

Hasret ve özlem…

Mutasyona uğramış da yenisinde de özlemin yeri doldurulmuş değil,boş duruyor.

O nedenle her birimizin moral kaynağı olan torunlarımızı okşayamamak, onlarla bir arada olamamak insana sonsuz hüzün vermeye devam ediyor.

İtiraf etmek gerekir ki, bizim kuşağın, gerek geleneklere bağlılıktan gerek ihmalden kaynaklı yeni kuşaklardan en önemli farkı yeteri kadar ailemizle ilgilenememektir.

O bakımdan “Torun evlattan daha çok sevilir” sözü sanki biz ve öncekileri teselli için söylenmiş gibidir.

Eve kapanalıdan beri sanki bir aydır gurbet hayatı yaşıyoruz, ne kadar süreceği de belli değil.

En üzüntü verici olanı da özel günlerde bile bir araya gelememek…

Mesela 16 Nisan hem oğlum hem de eşinin, doğum günleriydi, ikisinin de doğum günü aynı tarihtir,  çocuklarıyla birlikte giyinik halde ailecek pasta başında onları bizsiz görmek bir hayli içimizi burktu.

Benzer olayları çoğu ailenin yaşadığı bir gerçek…

En hüzünlü geçecek olan da yaklaşan bayram olacak.

Yaklaşık bayrama bir aydan az fazla bir zaman kaldı ama uzmanlardan bu salgının ne zaman sona ereceği konusunda henüz kesin bir öngörüde bulunan yok.

Eğer bayrama kadar iyi yönde bir gelişme kaydedilmez ise hasret ve özlem duygusu asıl o zaman yüreklerde bütün yakıcılığıyla hissedilecektir.

Çünkü bizim yaşımızdakilerin evlerinde bayram sabahı erkenden kalkılır, erkekler bayram namazına gider, evin kadını da hep birlikte yapılacak kahvaltı için hazırlığa girişir.

Namaz sonrası bayramlıklarını giymiş çocuklar, torunlar bütün aile topluca kahvaltıda bir araya gelinir.

Bayram harçlıklarıyla büyükler çocukları sevindirir.

Velhasıl Anadolu usulü tam bir bayram yaşanır.

Şimdiden insanlar bunun merakı içersinde…

Eğer iyi yönde bir gelişme olmazsa bizler için asıl hüzün işte o zaman…

Umarım evde kaldığımıza değer…