Gelinen noktada insanlar iktidarın bankalara yatırmalarını istediği, yastık altı olarak da adlandırılan,ihtiyaç akçesi olarak bir kenarda tuttukları bir bilezik,bir beşibirlik,bir Cumhuriyet altınını satarak yetemedikleri günlük giderlerine harcamaya başladı.

TÜİK’ten sonra Ülkemizde en fazla personele sahip olan güvenilir pazar araştırma şirketi Ipsos Araştırma Türkiye CEO’su Sidar Gedik bir değerlendirmesinde, vatandaşların yüzde 81’nin Ülke ekonomisinin şimdiki durumunu kötü gördüğünü belirtti.

Sidar Gedik ayrıca 12 yıldır piyasa araştırması yaptıklarını, hiçbir ittifakın bu güne kadar bu orana sahip olmadığını ve bu zamana kadar gördükleri en kötü tabloya şahit olduklarını söyledi.(16.02.2022,Karar)

En iyimser tahminle muhalefetin bu yüzde 81’lik orandaki payının yüzde 50-55 çeperinde olduğunu kabul etsek bile MHP’nin desteğindeki iktidar AK Parti’den ekonominin kötü olduğu görüşünde olan yüzde 25’lik, yüzde 30’luk bir kesim var.

Bunun da anlamı her ne kadar iktidarı destekleyen gazetelerin yazarları, TV yorumcuları ve sözcüleri dillendirmekten kaçınsalar da, mesela AK Parti Grup Yönetim Kurulu Üyesi Bülent Turan’a kullandığı için itiraz etseler de Türkiye ekonomisinin bir krizin içinden geçtiğidir.

Yüzde 81’lik bir kesiminin ekonominin kötü olduğuna dair kanaati bir krizin varlığı ile açıklanabilir.

Ancak Ankara’nın sanal gerçekleri ile vatandaşın içinde bulunduğu gerçekler arasında bir kopukluğun olduğu da aşikârdır.

Bu farklı anlayış sorunların çözümünü zorlaştırdığı kadar derinleştiriyor da…

Buna bağlı olarak hayat pahalılığı gibi acil çözüm üretilmesi gereken konular muhalefete koz vermeme adına gözlerden saklanmaya çalışılması dar gelirli ve orta sınıfın geçimini günden güne daha da zorlaştırıyor.

Bu gerçeği gerek devletin resmi kurumu TÜİK verileri gerekse zamların yağmur gibi yağdığı piyasa gerçekleri insanların içinde bulunduğu geçim sıkıntısı doğruluyor.

TÜİK’e göre Tarım- ÜFE’ de (Üretici Fiyatları Endeksi) 2022 Ocak ayında bir önceki aya göre artış yüzde 14,83 olurken, 2021 yılı Ocak ayı ölçü alındığında ise bu artış yüzde 52 olarak gerçekleşmiş.

(Tarım ÜFE, çiftçinin üreterek piyasaya satışını yaptığı ürünlerin ilk el satış fiyatlarındaki zaman içersinde meydana gelen değişimlerin oransal göstergesinin aylık olarak izlenerek yapılan hesaplamadır.)

Mesela 2021 Ocağında tarla fiyatını 3 TL olarak farz ettiğimiz bir adet marul üzerinden bir hesaplama yapıldığında TÜİK verilerine göre 2022 Ocağında bir marulun tarladan çıkışı yaklaşık 455-460 kuruştur.

Buna tüketiciye kadar olan zincirde akaryakıt giderlerini yine aynı şekilde nakliye, ambalaj, kasa masraflarına ek olarak vergiler de eklenirse bir marulun en asgariden pazarcı, manav ve market fiyatı 10 TL’yi geçer.

Hani deniyor ya tarlada örnek 5 TL, markette, manavda niye 15 TL, işte nedeni budur.

Bir malın üretici ile tüketici fiyatı arasındaki makas ne kadar açılırsa bu durum arz talep dengesini iki taraflı etkileyeceği için hem üreticinin hem de tüketicinin aleyhine olur.

Çünkü tüketici açısından bakıldığında aylık ortalama 300 TL elektrik, asgariden bir hesapla 750-800 TL doğalgaz faturası ödeyen 2 bin 500 TL maaş alan bir emekli sürekli zamlanan diğer giderleriyle birlikte fiyatları geçen yıla göre ikiye, üçe katlanan sebzeyi, meyveyi nasıl alacak?

Tüketici almada zorlanınca da yani talep azalınca üretici gerçek fiyatına domatesi, marulu, portakalı, enginarı, zeytinyağını, peyniri kime satacak?

Ayrıca vatandaşın tek para harcadığı yer mutfak da değil. Akaryakıta ve elektriğe olan zamlarla birlikte iğneden ipliğe her şeyin fiyatı artıyor.

Örnek eski model, külüstür diye tabir edilen bir arabası olanlar için masraflar arasında adı az geçen geçen yıl ödedikleri motorlu taşıt vergisinin bu yıl yüzde 50 fazlasını, trafik sigortasının da iki katını ödemek zorundalar.

Bir de emekli ve çalışanlardan maaşlarıyla üniversitede çocuk okutanlar varsa vay hallerine!

Gelinen noktada insanlar iktidarın bankalara yatırmalarını istediği yastık altı olarak da adlandırılan, ihtiyaç akçesi olarak bir kenarda tuttukları bir bilezik, bir beşibirlik ya da Cumhuriyet altınını satarak yetemedikleri günlük giderlerine harcamaya başladı.

Pekiyi, ne olacak, bunun sonu nereye varacak?

Süleyman Demirel’in sıkça tekrarladığı gibi “demokrasilerde çare tükenmez.”

Onun bu sözü İslamköy’deki müzesine girişte sol sütunu üzerindeki tarihi mesajının içinde de yer alır.

“Karşılaştığımız sorunların cinsi, sayısı, ciddiyeti ne olursa olsun onların altında ezilemeyiz.

Ufkumuzu karartamayız.

Geleceğimizden şüpheye düşemeyiz.

Devlete ve demokrasiye olan inancımızı kaybedemeyiz.

Demokrasiden cayamayız.

Demokrasiyi öfke, üzüntü ve hiddetin kurbanı yapamayız.

Çare yerine çaresizliğe talip olamayız.

Çare vardır ve bu çare demokrasinin içindedir”.

O çarelerin başında seçim gelir.Hatırlanacağı üzere 1999 seçimlerinden sonra Bülent Ecevit’in başbakanlığında kurulan DSP, MHP, ANAP koalisyonu hükümetinde bakanlık yapan Hüsamettin Özkan,İsmail Cem gibi bazı   milletvekilleri  DSP’den ayrılarak İsmail Cem’in başkanlığında Yeni Türkiye Partisini kurmuşlardı.

 Bunun üzerine MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrıyla parlamento seçim kararı alabilmişti ve bu kararla Ülke bir bunalıma sürüklenmenin eşiğinden dönmüştü.

Her ne kadar bu günkü MHP destekli AK Parti seçim 2023’de zamanında yapılacak dese de yaz aylarında vatandaşın harcamalarının azalacağı bir dönemde 3600 ek göstergeyi çıkarmak ve memura Temmuz döneminde dişe dokunur bir zam yapmak suretiyle Eylül ya da Ekimde erken seçimin olacağını düşünüyorum.

Hem bu seferki seçim kararını öncekilerdekinin aksine Devlet Bahçeli yerine AK Parti Genel Başkanı da olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın alacağını düşünenlerdenim.

Diğer bir ihtimal de seçim AK Parti’nin sürekli tekrarladığı gibi zamanında yapılır, bu arada iktidar ekonomiyi düzeltecek radikal kararlar alır ve bu kararları uygulayacak içeriden ya da dışarıdan bir sorumlu atar.

İçeriden bir sorumlunun seçilmesine örnek 24 Ocak 1980 Kararlarını uygulamak üzere devrin Başbakanı Süleyman Demirel tarafından Turgut Özal’ın Başbakanlık Müsteşarlığına getirilmesiydi.

Dışarıdan birinin bulunmasına örnek ise 1999 seçimlerinden sonra kurulan DSP, MHP ANAP koalisyon hükümeti döneminde Dünya Bankası’nda önemli görevlerde bulunan Kemal Devriş’in tek sorumlu olarak ekonominin başına getirilmesiydi.

AK Parti’nin alacağı radikal kararla ekonominin başına ,içeriden tam yetkili birisini getirme ihtimali hayli zayıf görünüyor.

Çünkü bu partinin eskilerin devlet adamı yokluğu anlamına gelen “kahtı rical” olayı ile karşı karşıya olduğu birkaç ekonomi bakanı, dört Merkez Bankası Başkanı, beş TÜİK Başkanı değiştirmesinden bellidir.

Kahtı rical olgusunun  ve aynı zamanda iktidarın da gerçeklerden kopuk olmasının  bir göstergesi bazı bakanların ve iktidar yetkililerinin ekranlardaki trajikomik tavırları  ve insanların aklını hafife alan açıklamalarıdır..

Vatandaşın asıl gücüne giden de sergilenen bu tavırlardır.