Güçlü inanca sahip olmamız millet olarak övünülecek bir tarafımız olduğu kadar istismarcıların birliğimizi ve dirliğimizi bozmada bu özelliğimizi kullanması tarih boyunca insanımıza ve devletimize pahalıya patlayan bir mesele olmuştur.

Osmanlıya gerek kuruluşunda gerek Anadolu birliğinin sağlanmasında gerekse yükselme döneminde dini grupların önemli ölçüde katkıları olmuştur.

Ancak devlet otoritesi varlığını koruduğu sürece bu gruplar görevlerini tam yapmışlar, Osmanlı’da gözü olan iç ve dış güçler bunlar üzerinde etkili olamamışlardır.

Ne zaman ki, devlet duraklama ve gerileme dönemine girdi iç ve dış etkilerden ve yozlaşmadan bu kesimler de nasibini almıştır.

İşin farkında olan ve konuyla ilgili özeleştiri yapan tarikatlar da yok değildir. Bazıları yozlaşmayı görerek manevi yönden daha üstün şeyhlere müritleriyle birlikte sığınmayı evla görmüşler bazıları da bozulmayı önlemeye yönelik eserler yazmışlardır.

Bunun bir sonucu olarak Tanzimat sonrasında, 20.yüz yılın başlarında devlet konuya el atmış tarikat, cemaat ve dini gruplardaki keşmekeşliğe bir son vermek için bazı tedbirler almak zorunda kalmıştır.

İlk olarak da Şeyhülislamlık kurumuna bağlı “Meclis-i Meşayih” adıyla bir kurul kurulmuş bütün tarikat ve cemaatler bu kurula bağlanmıştır.

Postnişinliğin boşalması durumunda şeyhler bu kurulca yapılan bir sınavla atanmaya başlanmıştır. (Nihat Ergün, Adım Adım Siyaset s.301-308)

Cumhuriyete geçişle birlikte tekke ve zaviyeler kapatılmıştır ama tarikatlar ve cemaatler varlığını öyle ya da böyle kapalı devre devam ettirmişlerdir.

Ancak bazıları amaçları doğrultusunda insanlara iyiyi, güzeli öğüde devam ederken bazıları bu işi Dünya nimetleri toplama aracı olarak kullanmışlar bazıları daha ileri giderek nefsine esir düşmüş ve yabancı servislerin oyuncağı haline gelmişlerdir.

FETÖ alt gelir seviyesindekileri zehirlerken Adnan Oktar da İslamlığı kullanarak maddi yönden özgürlüğüne kavuşmuş, ülkeyi yönetecek yetenekte olan gençleri kirletmişlerdir.

Geldiğimiz noktada günümüz cemaatleri 20.yüz yılın başındaki özeleştiriye daha fazla muhtaç oldukları kesin.

Günümüz şeyh veya mürşitlerinin sahteleri ile gerçeklerini kolayca ayırmadaki ölçünün ne olduğunu söyleyeyim sizlere.

Yaşadıkları hayat şekli oturdukları mekânlar.

Eğer malikânelerde, çiftliklerde ya da yalılarda ikamet ediyor, şaşalı ve lüks bir hayat sürüyorlarsa bilin ki, onlar gerçek şeyh ya da mürşit değil her biri sahtekârın tekidir.

 Gerçeği ise eşitler arasında birinci olandır.

Bazı olumsuzluklara rağmen bu gruplar bu gün de amacına uygun, şeffaf, her şeyleri kayıt altında, kendiişlerinde güçlerinde olan cemaatler vardır ve onlar Türkiye’nin bir zenginliği, birer ahlak ekolüdür.

Ancak FETÖ gibilerin yol açtığı travmalar ve neden oldukları hasar bütün kesimlere karşı güveni sarsmış bundan da en büyük zararı tabiatıyla o tür cemaatler görmüştür.

O nedenle devlet bu kesimlere karşı bu güne kadar takip ettiği deneme, yanılma metodunu terk etmeli bu işi çıkarı için yapanlar hakkında ivedi etkin önlemler almalıdır.

İlk olarak devlet Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde dini grupları izleyecek, gelir ve giderlerini denetleyecek Meclis-i Meşayih türü bir kurul meydana getirebilir.

Devletin ikinci yapacağı iş de din referanslı grupların devletle olan ilişkide sınırlarını çizmektir ve yozlaşmaya yol açacağı için cemaat mensuplarını üst düzey devlet yönetiminden uzak tutmaktır.

Hem bu bir İslam geleneğidir.

Müritlikle müdürlük bir arada yürümez,” sözü Akşemsettin’in dergâha kaydolmak isteyen Fatih’e olan öğüdüdür.

Bu usul devlet için olduğu kadar dini gruplar için de hayati önemdedir.

Onun için devletten önce her bir cemaat bu konuda kendi söküklerini kendileri dikme yoluna gidebilirler.

 İlk yapacakları da:

1- Amaç yönünden,

2-İdari yönden

3-Mali yönden şeffaflıktır.

Yolu da kim, nereye, niçin geldiğini işin başında bilmesi için her cemaatin amaç ve hedeflerini yazılı birer anayasa haline getirmekten geçer.

Şeffaflıkta diğer bir konu da yönetim kademesinde kimin, ne iş yaptığının bu anayasada belirtilmesidir.

Üçüncüsü de gelirler ve giderlerin düzenli bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmasıdır.

Bu şunun için gerekli, bağışta bulunanlar paralarının nereye harcandığını görsünler ve içlerinde şüphe kalmasın.

Cemaatlerin şeffaflıktan da önemli uymaları gereken ikinci kural siyasetten uzak durmaktır.

Eğer belli bir siyasi partiye angaje olur ya da seküler anlamda makam derdine düşerse belli bir süre sonra cemaat önemini yitirir ve siyasetçilerin rakibi haline gelir ve aralarında çatışma çıkar.

Bu da tıpkı günümüzdeki gibi cemaatin kendi ocağına incir dikmesi demektir.

Not: İki yıl önce 15 Temmuz hain darbe girişiminde toprağa düşen şehitlerimize Allah’tan rahmet gazilerimize de sağlıklı ömürler diliyorum.

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA