Daha önceleri sekreteri olan sadece il müdürleriydi.

Alt kademedeki, müdür, müdür, yardımcısı ve şube müdürlerinin kapısında sekreter olmazdı.

Yani müdürle halk arasında bariyer yoktu.

Hem bürokrasi daha fazla üretkendi.

İsteyen en kolay ve kısa yönden müdüre ulaşabilir, işini görürdü.

Şimdi sekreter uygulaması üçüncü derece birimlere kadar indi.

Ulaşabilene aşk olsun.

Günümüzde eğer bir daireye işiniz düşer, sabit telefondan ulaşmak zorunda kalırsanız telesekreterden ilk duyacağınız:

 “Hoş geldiniz, dâhili numarayı biliyorsanız çeviriniz, bilmiyorsanız santrale bağlanmak için lütfen bekleyiniz,”sesidir.

Sonrasında iki ihtimal söz konusudur.

Ya cevap veren bir görevli çıkmaz, belli bir süre çaldıktan sonra telefon kapanır.

Ya da bir sekreter “bağlıyorum”,der uzun süre bekledikten sonra telefon tekrar santrale dönüş yapar.

Eğer ulaşmanız mümkün olursa büyük olasılıkla amirin size cevabı şefe yönlendirmek olacaktır.

Diğer bir seçenek de amiri yerinde ziyaretle sorununu çözmektir.

Birinin referansı ile gitmeniz öncelikli kabulde size avantaj sağlayabilir.

Ancak bu durumda da sonuç değişmez.

Zira sorumlu amirin de yapacağı sizi şefe yönlendirmek olacaktır.

Sorun da ondan sonra başlar zaten…

Şeflik sorun çözme değil, sorun oluşturma yeridir, sanki…

Amirleri tarafından gerekenin üzerinde değer verilen ve o nedenle kendini amirlerinin de üstünde gören şef azamet ve haşmetiyle devleti temsilde hâkimi mutlaktır sanki…

Bir konuda bilgi isteseniz azarla karışık terslenirsiniz.

Yaptığı izahat hakkında bir soru sorsanız keza aynı şekilde mukabele görürsünüz.

Tek yapacağınız evrakı elinize almak iziniz üzere geri dönmektir.

Sonrası ise kapı kapı dolaşmak…

Bitiminde başkaları bu eziyete katlanmasın diye işin oluş tarzını şefe hatırlatmaktan da çekinirsiniz.

Zira bilgisine, tecrübesine hakaret kabul edebilir.

Tek yapabileceğiniz, eğer samimiyetiniz varsa konuyu üstü konumundaki müdüre, şube müdürüne aktarmaktır.

Hepsi o kadar.

Müdür anlattıklarınızı makul karşılasa da değişen bir şey olmaz.

Çünkü ehliyet ve liyakat yoksunu müdür de şefe muhtaçtır.

Ayrıca sırtını dayadığı olası dayı ya da dayılarla karşı karşıya gelmemek adına da müdür sessiz kalmayı tercih edebilir.

Sonuçta gelinen noktada olayın özeti şudur:

Kurumlarda makam koltuk sayılarını artırmakla kalite artmaz hele bir de o koltukları dolduranlar ehliyet ve liyakat yoksunu ise kalite daha da düşer.

İşte o zaman vay vatandaşın haline…

***

Aşı aşı diyorduk, aşının ucu göründü ama tartışmalar bitmedi

Bu sefer de aşı konusunda ağzı olan konuşuyor. Kimisi aşı bahane edilerek izlemek için insanlara çip takılacakmış, diyor.

Kimileri Almanya’dan ithal aşının seçkinlere…

Kimileri Çin aşısının devlet memurlarına…

Kimileri de Rusya’dan ithal edileceği söylentisi çıkarılan daha az etkili Sputnik adlı aşının da normal vatandaşa yapılacağını söylüyor.

Tek kelimeyle yapılan ise laf ü güzaf!

Çünkü bütün bunların temelinde yatan bilgi olmadan düşünce üretmek…

Bu özelliğimizden dolayı dedi-kodu toplumundan öteye geçemiyoruz.

TV’lerden, sosyal medyadan kim ne duyarsa istediği kalıba sokuyor, konuşuyor.

O nedenle biz de bu konudaki söylentilerin gerçeğini işin uzmanlarından öğrenelim, istedik.

ADÜ Tıp Fakültesi’nden Prof.Dr. Mehmet Turgut aşı olmada aceleci davranmayacağım.

Ancak bu benim aşı olmayacağım anlamına gelmez.

Geciktirmeden benim kastım bilimsel sonuçlarını tam görmektir, diyor.

Ardından da “herkes aşı olmalıdır. Yoksa kurtuluşun başka çaresi yok,” demeyi de ihmal etmiyor.

Prof.Dr. Mehmet Turgut diğer tartışmalı konular insanlara aşı yoluyla ‘çip’ yerleştirileceği, aşılarda ayrım yapılacağının birer safsata olduğu görüşünde.

Yine ADÜ Tıp Fakültesi’nden Prof.Dr. Mustafa Oğurlu ise “kesin aşı olacağım”, diyor.

O en fazla tartışılan‘çip’ konusuna ise insanlar gerek telefonlarından gerek uydudan istense bir şekilde izlenir, belki izleniyordur da…

O nedenle aşı yoluyla insanlara ‘çip’ yerleştirme konusu ciddiyetten uzaktır, diyor.

Aydın Tabip Odası Başkanı Dr. Adalet Çıbık da ilk fırsatta aşı olacağım, diyenlerden…

O da aşıda tartışılan konuların hiç birine katılmıyor.

Dr. Adalet Çıbık mecbur edilemeyeceğine göre insanlar aşı olmaya ikna edilmelidir.

Bu ise başta devlete ve sonra imkân verilirse biz sağlıkçılara düşen bir görevdir.

Aydın Tabip Odası bu konuda üzerine düşen gayreti gösterecektir.

Yoksa bu güne kadarki uğraşı hepten heba olur.

Çünkü aşı olmayanların insanları enfekte etmesiyle salgında tekrar başa dönülebilir, diyor.

Atatürk Devlet Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Metin Aydın ise bu görüşü daha ileri götürerek devlet herkese aşıyı mecbur tutmalıdır, diyor.

O bu konuda Bilim Kurulu’nun inisiyatif alması gerektiği görüşünde…

Ayrıca Dr. Metin Aydın, menşei ne olursa olsun Covid aşıları da kızamık, tetanos gibi bildiğimiz inaktif aşılardandır.

 O nedenle insanlar hurafelere aldırmadan, gönül rahatlığı ile aşı olabilirler, diyor.

Sonuç olarak bütün bu yaşananlar karşısında insan keşke Hıfzıssıhha kapatılmamış olsaydı da aşıda başkalarına muhtaç olmasaydık herkes de güven içinde aşısını olabilseydi, demekten kendini alamıyor.

Herkese2021’in sağlık ve mutlulukla 2020’den daha iyi şartlarda geçecek bir yıl olmasını diliyorum.