Bizde siyasetçi-gazeteci ilişkisi istisnası olmakla birlikte genelde şöyle seyreder:

Çiçeği burnunda ya da kıdemli siyasetçiler bir yere aday olduğunda her kesimle iletişimde gayet demokrat bir şekilde:

“Yanlışımı görürseniz amanın ha uyarın…

Eleştirmekten çekinmeyin…

Alınır, diye her konuyu dile getirmekten sakınmayın…

Türü laflar ederler..

Ancak il başkanı/ilçe başkanı olduktan...

Belediye başkanı seçildikten…

Meclis yolu açıldıktan…

Ankara yolunu tuttuktan…

Kısaca menzile ulaştıktan sonra o kibarlık, o bahar havası değişir.

İşin bu noktasında:

Yangın körükleyici bir yığın trol türer…

Etraf yandaştan geçilmez…

Seçimden önce nerede oldukları bilinmeyen tipler ortalığı işgal eder…

Bir yığın elinde balta ölümüne savaşçılar(!) boy gösterirler…

“Vurun ha yaşatmayın” naraları atanlar başkan çevresinde bir çember oluştururlar.

Sonrasında:

Aklıselim yerini kırılganlıklara…

Önyargıya…

Peşin hükme…

Hadbildirmeye…

İtip, kakmaya…

Husumete bırakır…

Ardından en masum eleştiriler bile batan iğneye dönüşür.

Onu da Cumhuriyet Yürüyüşünde Aydınpost ekibinin başına gelen gibi fiili saldırılar takip eder.

Hem de içeriği demokrasi olan Cumhuriyet coşkusunun en üst düzey yaşandığı bir ortamda…

Güç zehirlenmesi işte böyle bir şeydir.

Fatih Atay da bu güç zehirlenmesinin büyüsüne kendini kaptırmış görünüyor.

Oysa bu gidişat, gidişat değildir.

Bakınız…

Başbakanlık Müsteşarlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı gibi üst düzey devlet görevlerinde bulunmuş Ömer Dinçer ne anlatıyor?

Lord Altincham 1957 yılında krallık rejimini ve ailesini eleştiren yazılar yazmaya başlar.

Ona göre, ll. Dünya Savaşı sonrası modern İngiltere’de, sınıfsız toplum içinde bir üst sınıf, herkesin eşit olduğu vatandaşlık yapısı içinde dokunulmaz bir aile olmamalıdır.

Demokratik bir toplumda, hanedanlık yama gibi durmaktadır ve modası geçmiştir.

Kendi içinde tutarlılık göstererek “Lord” unvanını da reddeden ve sadece adını kullanan Altrincham, bu eleştirilerle de yetinmez.

Ayrıca Kraliçenin şahsına ve tavrına yönelik de ağır eleştirilerde bulunur.

Kraliçenin “bilgiçlik taslayan okul kızları havasıyla konuşan ve takım kaptanı edasıyla sözlerine tasdik bekleyen” can sıkıcı ve rahatsızlık veren bir tip olduğunu ifade eder.

Özetle modern İngiltere’de monarşi bu haliyle devam etmemelidir.

İngiltere aydınlarının ve halkının önemli bir bölümü Lord Altrincham’a karşı çıkar ve öfkeyle hücum eder.

O ise,”sunulan kötü hizmet için hesap vermekten sadece patron yakasını sıyırır” diyerek, kendini savunmaya devam eder.

Herkes öfkeyle tavır koyarken Kraliçe Elizabeth onu Saray’a davet eder ve tavsiyelerini dinler.

Tavsiyelerinin bir kısmını yerine getirirler.

Daha sonraları Saray şöyle bir açıklama yapar:

“Yirminci yüzyılda monarşinin iyiliği için kimse onun yaptığını yapamamıştır.” (Ömer Dinçer, Bilirken Susmak, s.9-10)

Efeler Belediye Başkanı Fatih Atay’ın gidişatının gidişat olmadığına bizden bir örnekle devam edelim.

19 Nisan 1988 Tarihli Hürriyette “Sayın Başbakan” başlıklı Erol Simavi imzalı dönemin Başbakan’ı Turgut Özal’ı hedef alan muhtıra gibi bir makale yayınlanır.

Yazıda Özal’a yönelik ağır ifadeler vardır.

Muhtıranın yazılma nedeni de Özal iktidarının, devletin elindeki ekonomik gücü kullanarak basını cezalandırmaya yönelik izlediği politikalardır.

17 Nisan 1988 tarihinde kâğıda yüzde 35 gibi oranı hayli yüksek on ikinci zam yapılmıştır

1987 seçimlerinden o güne toplamda kâğıt fiyatları artış oranı ise yüzde 109’a ulaşmıştır.

Üstelik son fiyat artırımı da gazete fiyatlarını o günün parasıyla 50 lira artırarak 250 liraya çıkardıklarını okuyucuya tam da o gün bildirdikleri bir pazar günü yapılıyordu!

Özal basınla dalga geçiyordu!

Anavatan Partisi’nin o pazar yapılan Ankara İl Kongresinde Özal’ın bu tavrına karşı delegelerin verdiği alkışlı destek bütün gazetelerde birinci haberdi.

-Yüzde 500 zam yap başbakanım… Yüzde 500…

İşte o yazı hem kâğıt fiyatlarındaki anormal yükselişe hem iktidarın estirdiği bu havaya karşı kaleme alınan bir ihtardı.

Mektup gerek vatandaşta gerekse basın camiasında büyük takdir toplamıştı ama Özal, Simavi aileleri arasındaki sıkı, fıkı ilişkiyi de kopma noktasına getirmişti.

Ne var ki, o yıl kırkıncısı kutlanacak olan Hürriyet’in kuruluş yıldönümü Erol Simavi tarafından geçmişe göre daha da görkemli bir törenle kutlanmak isteniyordu.

Erol Simavi o mektubu daha 10 gün önce yazan kendisi değilmiş gibi Turgut Özal’ı ziyaretle 3 Mayıs akşamı yapılacak Büyük Ankara Oteli’ndeki törene davet etti.

Hürriyet foto muhabirleri, patronları ile Başbakan’ın sarılıp öpüştüğü tarihi anı ölümsüzleştirmek için deklanşöre basarken Başbakan Özal Hürriyet’in patronuna iyi dileklerini iletiyordu.

-Hayırlı olsun, kutlarım…

-Hoş geldiniz Efendim…(İrem Barutçu, Babıâli Tanrıları Simavi Ailesi, s.342-359)

Bu olayda hiç şüphesiz Özal’ı davete icabette aklıselim davranmaya sevk eden en önemli faktör kendisinin “yolcu” Hürriyet Gazetesi’nin “hancı” olduğu gerçeğiydi.

Bu günkü siyasetçiler, belediye başkanları bu gerçeği unutmuş görünüyor.

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA YÜKLE! Aydınpost APPSTORE'da TIKLA YÜKLE!