Ulusal ölçekteki konulara nasıl olsa meraklısı daha fazla kaynaktan günümüz koşullarında ulaşma imkânı bulur, düşüncesinden hareketle yazılarımda yerel konulara ağırlık verdiğimi bilirsiniz.

Ancak bu yazıda henüz sonuçlanmayan İstanbul seçimleri ile ilgili sizin de ilginizi çekeceğini düşündüğüm, yazının bütününü okuduktan sonra bana hak vereceğinizi ümit ettiğim bir konuyu istifadenize sunmayı uygun buldum.

Şu bir gerçek ki, toplumsal hafızamızın zayıflığından olayları tez unutur daha çeyrek asra varmadan başımızdan geçenleri milletçe tekrar yaşarız.

Örneği de 1994’deki yerel seçimlerde İstanbul’da yaşananların paradoksal nitelikte bu seçimde de yaşanmakta olmasıdır.

1994 Yerel Seçimleri İstanbul’da partilerin deve dişi gibi adaylarının yarıştığı bir seçimdi. İlhan Kesici(ANAP), Bedrettin Dalan(DYP), Necdet Özkan(DSP), Zülfü Livaneli(SHP),  Ertuğrul Günay(CHP) ve Recep Tayyip Erdoğan(RP)…

Kampanya başlangıcında kazanması uzak ihtimal görülen RP’li Recep Tayyip Erdoğan’ı merkez medya ve TV kanalları bilinçli olarak görmezden gelmişti.

RP’yi bu yarışta hesaba katmayan sadece ana akım medya değildi.

Manken Gülay Pınarbaşı ve eczacı Filiz Ergün gibi sosyete mensuplarını saflarına katarak RP’yi “cami cemaatinin” dışına taşıyan “yenilikçiler” olarak adlandırılan grubu sonradan Cumhurbaşkanına dünür olan Sadık Albayrak Milli Gazete Başyazarı sıfatıyla virüs diye eleştiriyordu.

Daha da ileri giden merhum Bülent Ecevit Tayyip Erdoğan’a adaylıktan çekilme çağrısında bile bulunmuştu. (21.02.2015,rusencakır.com)

Anketlerde kazanacağı görülünce merkez medya RP ile ilgili olumlu yazı ve haberlere sansür uygulamıştı.

Aynı çevrelerce yıpratmak ve itibarsızlaştırmak maksadıyla Erdoğan’ın evinin ruhsatsız olduğu iddia edilmişti.

Ama o gün gücünü devletten alan laikçi elit ve bürokratların bütün bu engelleme girişimlerine rağmen seçimin galibi RP olmuştu ve o günün YSK’sı Recep Tayyip Erdoğan’a mazbatasını üzerindeki baskıya rağmen vermede tereddüt etmemişti.

Böyle davranmakla o günkü laikçi devlet kadroları, ana akım medya yorumcu ve kalemşörleri İstanbul Büyükşehri kazanmak dışında bir hikâyesi olduğu bilinmeyen  Recep Tayyip Erdoğan’ı o engelleyici ve küçümseyici tavırlarıyla finali Başkanlıkla bitecek bir hikâye sahibi yapmışlardı.

RP ardından gelen 1995 seçimlerinde de hem İstanbul’da hem de Türkiye’de birinci parti olmuştu.

Çünkü bizim milletimizin temel özelliğidir, milli iradeyi saptırandan ve makulü uygulamayandan er ya da geç öcünü alır.

Çinliler Konfüçyüs’e “her ay göründüğünde kurban kesersin, mantık bunun neresinde, diye sorarlar.

O da siz makul denince kendi işinize uygun düşeni anlarsınız. Hâlbuki mantıklı ve makul davranış insanın kendine değil başkasının yararına olanı anlaması ve uygulamasıdır,”cevabını verir

1960 İhtilalında Ali Sepici Adana Belediye Başkanıydı. İhtilalcılar sorgusuz, sualsiz onun görevine son vermişlerdi.

1963’deki yerel seçimlerde Adalet Partisi’nden(AP) aday olan Ali Sepici aynı göreve tekrar seçilmişti.

Mazbatayı aldığının ertesi belediyeye gitmek için dışarı çıktığında bir de bakar ki, evinin önünde büyük bir kabalık toplanmış. Onu görünce “Milli İrade geliyor” diye hep bir ağızdan tezahürata başlayan kalabalık belediyeye yaklaştıkça daha da artar.

Ali Sepici öyle omuzlara alınmadan da hoşlanmayan birisidir fakat kapıya vardığında omuzlara alınır ve makama o şekilde girer.

Yıllar sonra olay hatırlatıldığında da Ali Sepicio gün omuzlara alınan ben değildim, milli iradeydi,” diyecektir.(Yavuz Donat, Sabah 26.02.2014)

Bu gün İstanbul Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu’na karşı yapılan hareket ve yürütülen algı operasyonu 1994’de RP adayı Recep Tayyip Erdoğan’a yapılanla tıpa tıp aynıdır.

Fakat bir farkla…

Uygulayıcılar yer değiştirmiştir… Mağdur mağrurun yerindedir, mağrur da mağdur pozisyonundadır bu gün.

Ekrem İmamoğlu hakkında da kenar bir belediyeden geldi, büyükşehri nasıl yönetecek, dendi. Ecevit’in yaptığı gibi adaylıktan çekil çağrısı CHP’li Ekrem İmamoğlu’na yapılmadı ama Cumhur İttifakının diğer ortağı Devlet Bahçeli tarafından aynı partinin Ankara adayı Mansur Yavaş’a yapıldı.

Velhasıl 1994’de Recep Tayyip Erdoğan’a yapılanı bu gün Ekrem İmamoğlu’na reva gören o günkü mağdur RP’lilerin bu gün hükmettiği devlettir.

İlginç bir paradoks değil mi?

Sayelerinde liderinin büyükşehre zor ikna ettiği söylenen Ekrem İmamoğlu bir hikâye sahibi oldu.

Çünkü:

“Ekrem İmamoğlu’nun en büyük en temel, en esaslı sorunu şuydu: Bir hikâyesi yoktu!

Ta en başından beri en büyük sorunu buydu.

***

Bıraksalardı, hikâyesiz gelip hikâyesiz gidecekti… Ama bırakmadılar!

*****

Çok gizemli, acayip sürükleyici, su gibi akıp giden bir hikâye armağan ettiler.

Ama ne hikâye!

***

Böylece “Memlekette hikâyesi olan adam yok abi” denilen bir ortamda hikâyesi olan bir adam yarattılar.

Kendi elleriyle!

Üstelik adamın hikâyesi, başı sonu belli bir İstanbul hikâyesi olacakken sürprizlere gebe bir hikâyeye dönüşme eğiliminde.

O derece yani!

****

Şimdi Ekrem İmamoğlu

Yatıp kalkıp kendisine bu hikâyeyi bahşedenlere dua etmesin de ne yapsın Allah askına?”(Ahmet Hakan, Hürriyet 12,04 2019)

Bizde “Bir adam yaratmak” işte böyle bir şeydir.

 

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA YÜKLE!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA YÜKLE!