Büyük devrimci Atatürk’ün bugün ölüm yıldönümü. Kendi deyimiyle “naçiz vücudu toprak oldu” ancak Cumhuriyet ve ilkeleri ilelebet yaşıyor ve bize yol göstermeye devam ediyor. Bu yıl onu çok üzerinde durulmayan 7 önemli stratejik uyarısıyla anmak istiyoruz. Bunları şu başlıklarda toplamak mümkün:

  • Balkan Savaşı'nda “hücum edelim” uyarısı.
  • Çanakkale Savaşı'nda “düşmanı denize dökelim” uyarısı.
  • 20 Eylül 1917'de “birlikler eriyor bağımsız hareket edelim” uyarısı.
  • 8 Kasım 1918'de, “İngilizler İskenderun'a çıkmasın” uyarısı.
  • Kasım 1918-Mayıs 1919 “Milli hükümet kurulsun” uyarısı.
  • Ocak 1920'de “Meclis İstanbul'da toplanmasın” uyarısı.
  • “İkinci Dünya Savaşı’na girmeyin” uyarısı.

1- EDİRNE UYARISI

Çanakkale Boğazı Mürettep Kuvvetler Kurmay Başkanlığında görevli olan Binbaşı Mustafa Kemal Bey, arkadaşı ve aynı birliğin Kurmay Başkanı olan Binbaşı Ali Fethi Bey ile birlikte, 17-18 Şubat 1913 tarihinde, Harbiye Nezareti'ne Edirne'nin kurtarılması hususunda hemen teşebbüse geçilmesi için bir uyarı mektubu gönderir. Askeri silsileler atlanarak gönderilen bu mektup Sadrazam'a da iletilir. 23 Ocak ve 4 Şubat 1913 tarihlerindeki siyasi durumu tespit ettikten sonra, Bulgarlara karşı daha fazla beklemeden harekete geçilmesi gerektiğini vurgular:

“Edirne, Çatalca ordusundan 300 kilometre uzakta ve Çatalca karşısındaki Bulgar ana kuvvetinden başka ayrıca bir kuşatma ordusuyla Osmanlı ordusundan ayrı bulunmaktadır. Dolayısıyla Edirne'ye varmak için öncelikle Çatalca'daki Bulgar ana kuvvetini hezimete uğratmak, ikinci olarak kuşatmayı zorla kaldırmak, üçüncü olarak dört aydan beri mahsur kalmanın tahribatını gidermek için külliyetli erzakı süratle şehre yetiştirmek lazımdır. Bunun için hareket ve taarruz gerekir. Bu taarruz ya doğrudan doğruya Çatalca'dan karadan veyahut hem karadan ve hem de Bulgar ana kısmının gerilerini çıkarma hareketiyle tehdit edecek şekilde denizden veyahut aynı zamanda Gelibolu Yarımadası'ndan yapılmalıdır.

“Taarruz hareketinin bir an bile tehiri doğru değildir. Edirne günden güne kuvvetini kaybetmekte ve düşmeye yaklaşmaktadır. Düştükten sonra, kuşatma kuvvetleri düşmanın ana kuvvetine bütün silah ve teçhizatıyla katılacak ve sayı üstünlüğünün kararlı taarruzla telafisi zorlaşacaktır.

“Dolayısıyla, Gelibolu limanında bulunan kuvvetler, süratle Çatalca tarafına getirilmeli ve Gelibolu'da kalacak askere Çatalca ordusuyla beraber düşmana şiddetle taarruz emri verilmelidir. Aksi halde kabinenin, düşürülen kabineden farklılığı meydana çıkamayacak ve 23 Ocak 1913 hükümet darbesini yapanların takdir ve övülme sebepleri açıklanamayacak ve kim bilir daha neler olacaktır. Emir sizindir."

ENVER PAŞA'NIN HAMLESİYLE KURTARDIK

Edirne, Balkan Harbi sırasında 9 Ekim 1912 tarihinde Bulgar ordusu tarafından kuşatılmış, burada bulunan askeri birliklerimiz ile sivil halk 50 gün öngörülmesine rağmen 155 gün Bulgar kuşatmasına direnmiş ve 26 Mart 1913 günü (yiyecek ve mühimmat gelmediği için, ayrıca tarihi mekanların zarar görmemesi için) Bulgar-Sırp ordusuna teslim olmak zorunda kalmıştır. Direnişin komutanı Mehmet Şükrü Paşa teslim olmak zorunda kalmıştır. 30 Mart 1913'te imzalanan Londra Barış Anlaşması ile, Türkiye-Bulgaristan sınırı Midye-Enez Hattı olarak belirlendi. 29-30 Haziran 1913 tarihinde İkinci Balkan Harbi'nin çıkması üzerine, Bulgar ordusu şehirden çekilmek zorunda kaldı. Bu tarihi fırsat Edirne'nin kurtuluşu için fırsat oldu... Bulgaristan'ın bu savaşta yenilmesinden sonra şehir Enver Paşa komutasındaki Türk birlikleri tarafından 21 Temmuz 1913 günü kurtarılmıştır. 29 Eylül 1913 tarihinde de Bulgaristan ile İstanbul'da yapılan antlaşmayla fiili durum kabul ettirildi.

Burada en önemli hamle, Edirne'nin Londra Antlaşmasıyla verilmesine rağmen, bu antlaşma bir anlamda çiğnenerek Edirne harekâtının yapılması. Burada Enver Paşa'nın atikliği ve cesareti önemliydi... Bunun yolu da İttihatçılar tarafından Babıâli Baskını'ya açıldı. Bu baskınla Kâmil Paşa Hükümeti istifaya zorlandı ve Edirne'nin kurtarılacağı ilân edildi.

Atatürk’ün Balkan Harbi yenilgisi hakkında bir tespiti de bölgede bir sıklet merkezinin kurulamamış olmasıdır. Bu nedenle başarısız olunduğunu belirtir.

2- ÇANAKKALE UYARISI

Çanakkale Harbinde görev yapan Mustafa Kemal, Yarbay olarak katıldığı savaşta Albay rütbesiyle 10 Aralık 1915 günü rahatsızlığını belirterek bölgeden ayrıldı. Savaşın kazanılmasında aldığı kararlar ve cesaretiyle büyük nam yaptı. "Anafartalar Kahramanı" oldu. Ekim ayından itibaren hücumlar yerini siper savaşına bıraktı. Düşman bölgeden çekilme kararı aldı. Bunun için kolları sıvadı. Bu durumu tahmin eden Atatürk, üst komutanlığa düşmana bu fırsatı vermeden saldırarak denize dökme teklifinde bulunur. Bu isteği kabul edilmez. Düşman iki operasyonla kayıp vermeden bölgeden çekilir. İşte bu durumu Atatürk yıllar sonra yaveri Salih Bozok’a şöyle anlatmıştır:

“Ben düşmanın çekileceğini anladığım için bir taarruz yapılmasını teklif etmiştim. Fakat benim bu teklifimi kabul etmediler. Bundan dolayı canım sıkıldı. Çok da yorgun olduğum için izin alarak İstanbul’a geldim. Eğer ben orada iken düşman şimdiki gibi çekilmiş olsaydı herhalde daha çok sıkılacaktım. Burada bulunmaklığım benim için talih eseridir.” (Salih Bozok-Cemil S. Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1985.)

Atatürk’ün emir subayı Mehmet Nesip Hainçalay da anılarında Atatürk'ün taarruz konusunda şöyle konuştuğunu aktarır: “Bu gece hemen taarruza geçeceğiz. Düşman bu gece gidiyor. Elimizden geldiği kadar malzeme götürmesine mani olacağız. Burası davar tarlası mı? Türk toprağına girmek ne kadar güçse çıkmak da o kadar güçtür!”

Çanakkale’de Atatürk’ün en büyük uyarısı savaşın başında düşmanı karaya çıkarmadan denizden karşılama taktiğidir. Bu çok önemliydi. Atatürk bir tepenin bile önemli olduğunu bilerek ilk çıkarma anında onun tutunmaması için çok gerilerde olmasına rağmen müdahale ederek savaşın kaderini değiştirir.

3- GÜNEY CEPHESİNDEN UYARI

Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale’den sonra Güney Cephesine atanır. Muş ve Bitlis'te Rus ordularını durdurmayı başarır. 1917’den sonra savaşın kaderi değişmeye başlar. Birliklerimiz hızla erir, cephanesizlikten savaş zora girer. İşte bugünlerde 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, tarihi bir rapor kaleme alır, Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa ile Sadrazam Talat Paşa'ya gönderir. İşte 20 Eylül 1917 tarihli rapordan önemli satırlar:

"Memleketin genel ahvali, herşeyden önce dikkati çekmektedir. Harp, her milletten olan unsurlarımızı istisnasız son dereceye getirmiştir. Ahali ile idare arasındaki bağlar sarsılmıştır. (...) Müttefikimizden bağımsız hareket etmeliyiz. Acizlerine göre, bugün takip edilecek kararlar aşağıdakiler olmalıdır:

a) İçeride hükümeti takviye ve hayatı temin etmek, hiç olmazsa suistimalleri asgari sınıra ve tahammül edilebilir bir dereceye indirmektir.

b) Askeri siyasetimiz bir savunma siyaseti ve elimizde bulunan kuvvetleri ve bir tek neferi son ana kadar saklamak siyaseti olmalıdır. Bu siyaset, memleketimiz dışında bir tek Osmanlı neferi kalmasına tahammül edemez.”

Ona göre birliklerimizi Antakya-Halep-Musul hattına çekerek burada yaşayan Türklerle birlikte vatanımızı savunmaktan yanaydı. Bu tespit son derece doğruydu. Bu daha sonra kararlaştırılan Misak-ı Milli sınırlarıydı… Sınırımız bu hatta olsaydı bölgedeki sorunlar bu hale gelmezdi.

4- İNGİLİZLER İSKENDERUN'A ÇIKMASIN

Yıldırım Orduları Grup Komutanı Mustafa Kemal Paşa, 30 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Mütarekesinin maddelerini inceleyerek buna ilişkin görüşlerini Grup Emri olarak birliklerine ve Başkumandanlık Erkânıharbiye Riyasetine gönderir. Özellikle Suriye sınırı, Toros Tünelleri'nin durumu ve İskenderun limanına çıkış meselelerinin önemine işaret eder. Mustafa Kemal Mütareke şartlarının bazı maddelerinde açıklık olmadığı için, "ilgili şartlar açıklığa kavuşuncaya kadar karaya bir asker bile çıkarılmamasını" ister. Bunun için büyük çaba harcar. Sürekli üst makamları uyarır. Ayrıca ilgili birliklere de kararlı tutumunu bildiren emirler verir. Mustafa Kemal Paşa, 5 Kasım 1918 günü telgrafta şunları belirtir: “Çok ciddi ve samimi olarak arz ederim ki, Mütareke şartları arasında yanlış anlamaları giderecek tedbirler almadan orduları terhis edecek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak İngilizlerin ihtiraslarının önüne geçmeye imkân kalmayacaktır.”

Mustafa Kemal Paşa, gelişmeler üzerine Ali Fuat Paşa'yı Katma'dan Adana'ya çağırır ve onunla 5 Kasım günü görüşür. Bu görüşmede Fuat Paşa'ya şu önemli kararı açıklar: "Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz lazımdır."

Paşa, 8 Kasım 1918 günü Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya gönderdiği mektupta da aynı uyarılarını yapar: “Öne sürdüğüm görüşlerden maksadım şudur ki, her ne sebebe dayanılırsa dayanılsın İngilizlerle yapılan mütarekenin imza altına giren son şekli Osmanlı Devleti'nin selametini korumaya kefil olacak mana ve mahiyette değildir. Söz konusu maddelerin belirsizliklerinin ve neleri kapsadığının bir an evvel tespit edilmesi lazımdır. Yoksa İngilizlerin tekliflerine bugüne kadar olduğu tarzda karşılık vermeden devam edildiği takdirde, bugün Payas-Kilis hattına kadar olan araziyi isteyen İngilizlerin yarın Toros'a kadar olan Kilisya bölgesini ve daha sonra Konya-İzmir hattının işgali lüzumu tekliflerinin birbirini izleyeceğini ve netice olarak ordumuzun kendileri tarafından sevk ve idaresi ve hatta Osmanlı Heyet-i Vükelâ'sının Britanya Hükümeti tarafından seçilmesi lüzumu gibi tekliflerin karşısında kalınması da uzak değildir. (...)”

13 Kasım 1918 günü İstanbul, İngilizler ve müttefikleri tarafından fiilen işgal edilir. 55 parçalık Müttefik donanması Boğaz'ın önüne demirler. Mustafa Kemal Paşa aynı gün İstanbul'a gelir. Haydarpaşa Garı'ndan Galata rıhtımına Kartal istimbotuyla geçerken yanında bulunan yaveri Cevat Abbas'a, "Ağlama çocuk! Geldikleri gibi giderler" der. Bundan sonra artık işgale karşı direniş ve milleti topyekûn ayağa kaldırma dönemi başlar.

5- İSTANBUL'DA MİLLİ HÜKÜMET GAYRETİ

Atatürk, İstanbul’da kaldığı 6 ay içinde her kesimden yöneticilerle görüşür. Milli bir hükümet kurulmasına çaba harcar. Ancak bu çabaları boşa çıkar. Çünkü çok kişide bu görüş yoktur. Onlar İngilizlerden uygun bir barış beklemektedir.

Atatürk’ün amacı milli hükümetle ağır mütareke şartlarına teslim olmadan direnmektir! Sultan Vahdettin’le yaptığı görüşmelerde de bu havayı bulamaz. Verilen vazifeyi kabul ederek kendini Anadolu’ya atar ve halkla direnişi başladır. Bugünler için “İstanbul’da büyük bildiklerimiz meğer ne küçükmüş.” der. Anadolu’ya gidişi hakkında ise “Kafamdakileri bilselerdi beni göndermezlerdi.” diye ekler.

6- 'MECLİS İSTANBUL'DA TOPLANMASIN' UYARISI

Atatürk, Ankara’da Millet Meclisini kurmadan önce İstanbul’da son Meclis-i Mebusan 12 Ocak 1920’de açılır. Bazı arkadaşları Meclisin İstanbul’da toplanmasını ister. Atatürk güvenlik açısından uygun bulmaz, “düşman namlularının çevrildiği yerde Meclis toplanmaz!”

Dediği gibi de olur. 16 Mart 1920 günü İstanbul resmen işgal edilir. 11 Nisan günü de Meclis dağıtılır. Bazı vekiller tutuklanarak Malta’ya sürülür. Bunlar arasında Atatürk’ün yakın arkadaşı Rauf Orbay da vardır. Orbay, Sakarya Zaferine kadar Malta’da sürgün hayatı yaşar. Atatürk bu tutum hakkında Nutuk’ta şunları yazar: “Efendiler, mebusların seçilmesine çalışırken, bir taraftan da Meclisi Mebusan'ın nerede toplanabileceği fikri kafamızı meşgul ediyordu. Hatırlayacaksınız ki, Erzurum'dan, Refet Paşa'nın bu meseleyle alakalı bir telgrafına cevap verirken 'Meclis toplanmalı, fakat İstanbul'da değil, Anadolu'da!' demiştim. Hakikaten, ben, Meclis'in İstanbul'da toplanması kadar mantıksız ve maksatsız bir hareket tasavvur edemiyordum. Ancak, bu hususta salahiyettar olanları ve kamuoyunu bu hakikate meylettirmedikçe, fikrimizin fiil mevkiine geçmesi mümkün değildi. İstanbul'da toplanmanın sakıncalarını tabii bir surette açıkça ortaya koymak icap ediyordu.” (ATABE-Nutuk-1, Kaynak Yayınları, s.184.)

“Ben, Meclisi Mebusan'ın İstanbul'da tecavüze uğrayacağını, dağılacağını katiyen bekliyordum. Bu takdirde, girişilecek tedbiri de kararlaştırmıştım. Hazırlığımız ve tertibatımız da başlamıştı. Ankara'da toplanmak…” (Age, s.270.)

İlginçtir, eğer Atatürk İstanbul’a gitseydi kesinlikle tutuklanır ve Malta’ya sürülürdü. Milli Mücadele de büyük bir sekteye uğrardı.

7- İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA GİRMEYİN

Atatürk’ün ölümüne yakın son uyarısı ise gelmekte olan İkinci Dünya Savaşı’dır. Atatürk bu konuda devlet adamlarını uyarır ve bu savaşa girilmemesini vasiyet eder. Çünkü bu savaş bizim savaşımız değildir! Atatürk'ün en yakınında bulunan ve onun sırdaşı olan Kılıç Ali Bey, anılarında Atatürk'ün hasta yatağında, zamanın Başvekili Celâl Bayar'la yaptığı bir görüşmede, yakında büyük savaşın çıkacağını söylediğini ve yatırımlar konusunda acele edilmesi gerektiğini vurgulayarak şunları söylediğini aktarır:

"Çocuğum, ne yapılacaksa çabuk yapılmalı. İki yıllık bir zamanınız var. Behemehal dünya bir savaşa gidiyor. Bu durum karşısında bütçe görüşlerine ve formüllerine uyarak hareketsiz kalmak doğru değildir." (Atatürk'ün Sırdaşı Kılıç Ali'nin Anıları, Derleyen: Hulûsi Turgut, 14. Baskı, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2012, s.652-653.)

Dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, konu hakkında şunları belirtiyor: "1938 yılında Büyük Önderimiz Atatürk'ü kaybettiğim zaman Avrupa açıkça İkinci Dünya Savaşı tehdidi altında bulunuyordu. Atatürkümüzün tasvibi ile ufukta beliren bu savaşta memleketimizin tarafsız kalması kararlaştırılmıştı. Dış politikamızın sevk ve idaresi buna göre yapılmış ve yapılıyordu." (Tevfik Rüştü Aras, Atatürk'ün Dış Politikası, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003, s.151.)

BUGÜNÜN ATATÜRK CEPHESİ

Atatürk’ün milli mücadelede ve Cumhuriyet'in kuruluşunda izlediği yol bugüne de ışık tutuyor.

  • İÇERİDE BİRLİK, İÇ CEPHEYİ GÜÇLENDİRME:

Atatürk Kurtuluş Savaşı'ndaki mücadeleyi anlatırken “Biz dış düşmandan çok iç düşmanla uğraştık” der. İçeride birliği vurgular. Her büyük mücadelenin içeride birlik olunmasıyla kazanıldığını belirtir. 18 Haziran 1919 günü Amasya’dan Edirne’de bulunan Cafer Tayyar Paşa’ya gönderdiği telgrafta şu müjdeyi verir: “İngiliz propagandası ve bunun taraftarları bertaraf edildi. Kürtler Türklerle birleşti.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.2, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999, s.394.)

  • BAĞIMSIZLIK KARARLILIĞI:

Atatürk hayatı boyunca bağımsızlığı birinci ilke olarak önüne koymuştur. Ne yaptıysa bunun için yapmıştır. Bunu da “Bağımsızlık benim karakterimdir.” diyerek açıklamıştır.

  • ÜRETİCİYİ EFENDİ YAPMA:

Osmanlı İmparatorluğunun üretimsizlik nedeniyle bağımsızlığını kaybettiğini iyi biliyordu. Cumhuriyet’i de üretim üzerine kurmuştu. Kalkınmanın köyden kente uzanan bir yol olduğunu iyi biliyordu. 16 Mart 1923 günü Adana’da yaptığı konuşmada bunu, “Muhterem çiftçiler, sizler hepimizin babamızsınız, hepimizin efendimizsiniz.” sözleriyle vurgular. (ATABE; C.15, s.216.)

  • KOMŞULARLA DOSTLUK:

Atatürk’ün önemli bir ilkesi de komşularla dostluktu. Daha işin başında Sovyet Rusya ile sarsılmaz bir dostluk kurmuş ve zaferin kazanılmasında buradan destek almıştı. Ölene kadar da bütün komşularla iyi ilişkiler kurdu ve geliştirdi. Balkan ve Sadabat Paktlarıyla etrafımızdaki barışı güçlendirdi. Bölge merkezli dış politika uyguladı.