Bu toprakların insanı iyi bilsin ki, yedi düvelin köleleştirme ve esirleştirme girişimlerine karşı sergilenen direnişin yıl dönümü olan 7 Eylülü kutlamak analarının ak sütü gibi helaldir.

Siz pek kulak vermeyin şehirlerin kurtuluş günleri yoktur söylemlerine, Aydın düşman işgalinin bir millete nelere mal olabileceğini her yönüyle yaşamış, görmüş bir kenttir.

İzmir’e 15 Mayıs 1919 günü çıkartma yapmasının ardından 12 gün sonra, 27 Mayısta düşman Aydın’ı işgal etmiştir.

Öncesinde Mondros Mütarekesi’nde orduları dağıtılmış, silahları da toplanmış olduğundan düşmanın Aydın’a gelmesi pek zor da olmadı.

Ayrıca her vilayette İtilaf Devletleri adına gözlemcilikle görevli İngiliz komiserler de düşmanın ilerleyiş ve işgalini kolaylaştırıyordu.

Tümen komutanı Albay Şefik Bey İngiliz kontrolünden kurtuluş çaresini 57.Tümen’i Yunan’a göre ehven-şer olan İtalyan Bölgesi’ne, Çine’ye nakletmekte bulmuştu.

Düşman Aydın’a ayak basar, basmaz halka yaptığı zulüm ve baskılarla ilerleyen süreçte neler yapabileceğinin de ipuçlarını da vermişti.

Vagonlarla getirdiği gazyağı ile yerli Rumların da yardımı sonucu insanların evlerini, damlarını yakmaya, mallarını yağmalamaya, camileri ateşe vermeye başlamışlardı.

Acımasız bir şekilde kadın, erkek demeden kundaktaki çocuklara varıncaya kadar toplu katliamlar yapıyordu.

Örnek Köşk’ün 400 nüfuslu Karatepe köyünde kadın, erkek, çocuk hepsini camiye doldurdukları insanların caminin ateşe verilmesiyle yarısından fazlası öldürülmüştü.

Çomaklı Ovası’nda evlerinden toplanan Atçalı 15 genç işkence sonucu kendilerine kazdırılan mezarlara gömülmüştü.

Velhasıl zulmün bini bir parayaydı, din, namus, bayrak ve milletin haysiyet ve şerefi ne varsa ayaklar altındaydı.

Bunlar olurken yaşanansa tam bir kaostu. Kurtuluş çaresi olarak her kafadan bir ses çıkıyordu.

Bu arada Atatürk önderliğinde Samsun’dan başlayan Kurtuluş Hareketinin Ankara’da son buluna kadar düşmanın çete savaşlarıyla oyalanması gerekiyordu.

İşte Çine’de  ilk kurulan  Batı Anadolu  Kuvay-ı Milliye teşkilatının amacı budur ve Anadolu’nun kurtuluşunda ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunda ilk kıvılcım olduğu için de son derece kıymetlidir.

Çete savaşları ile düşmanı oyalamada Albay Şefik Bey ailesini Sultanhisar’dan Çine-Yağcılar Köyüne taşıyan Yörük Ali ve Yağcılarlı Kıllıoğlu Hüseyin Efelerden yararlanmayı akıl etti.

Amaç hasıl olmuştu ve Teğmen Zekai Bey, Yüzbaşı Şükrü Bey gibi subaylarla takviye ettiği. Yörük Ali Efe çetesine kısa sürede binin üzerinde genç savaşçı katıldı.

Çetenin ilk ses getiren eylemi de Malgaç Köprüsü baskınıyla Aydın-Denizli Demiryolu’nun tahribi oldu.

Bu arada İstanbul hükümeti ve Hürriyet ve İtilaf Partisi de boş durmuyordu. Şehzade Abdürrahim Efendi başkanlığındaki ‘Heyyet- i Nasiha’ (Nasihat Kurulu) düşmana silahla karşı konulmamasını, usulet ve suhuletle davranılmasını tavsiye için Aydın’a da gelmişti.

Bu şekildeki nasihatle birlikte halkın uğradığı zulme karşı İstanbul Hükümeti’nin ve padişahın  tek eylemi yapılanları İngiliz komiserlere şikâyetti.

Bu arada Amasya Bildirgesi yayınlanmış hedefin bağımsız bağlantısız bir devlet olduğu ilan edilmişti.

 Bildirge aynı zamanda  Atatürk tarafından Kuvay-ı Milliye’nin,İrade-i Milliye’ye tabi kılındığının da ilanı anlamına geliyordu..

Erzurum, Sivas kongreleriyle şekillenen bir milletin Kurtuluş İradesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasıyla ete, kemiğe büründü ve süreçte önemli bir merhale geçilmiş oldu.

Artık bundan sonra Sevr’in çöpe atılmasında dolayısıyla bağımsız bir devlet olmada  tek söz sahibi Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümeti olacaktı, ancak bu pek kolay da değildi.

Çünkü TBMM ve hükümeti  İstanbul Hükümetlerinin  kışkırtması sonucu çıkacak Konya Delibaş, Yozgat ve Anzavur İsyanı gibi iç isyanlarla da cebelleşmek  zorunda kalacaktı.

Buna ek olarak Anadolu hareketine katılan elebaşlarının ve ona katılanların katlinin vacip olduğuna dair Dürrizade Fetvaları gibi zihin karıştırıcı tavra karşı da bir psikolojik savaş yürütülecekti..

Çoğu yerinden, yurdundan olmuş muhacir konumuna düşmüş halk da ne yapacağını bilemez,bir arada bir derede kalmıştı.

 Buna neden de bir yanda 600 yıllık Osmanlı Devleti’nin varlığı diğer yanda da henüz çiçeği burnunda TBMM ve hükümetinin bulunmasıydı..

Halktan bir kesim de vardı ki, "arının yuvasına çomak sokarsak şerri bize daha fazla dokunur”  yanılgısı içersindeydi.

O kesimin içersinde aynı düşünceyi savunan ancak kendilerini açık etmekten çekinen zenginler de vardı Bunlardan evinin balkonuna Yunan Bayrağı asanlar bile olmuştu.

 Ankara yalnız düşmana karşı değil işte bu iç güçlere karşı da savaşmak zorunda kalmıştı.

Bu mücadeleler sonucu bağımsız bir devlet olmanın elbette bir maliyeti,bedeli vardı ve o da sadece Batı Anadolu Cephesi’nde 640 bin sivil canı ve 15 bin 55 şehit asker ve komutandı.

O nedenle altını çizerek bir kez daha söylüyorum, siz şehirlerin kurtuluş günleri de neymiş diyenlerin sözlerine itibar etmeyin. Zira herkesin ajandası farklıdır.

Bu toprakların insanı iyi bilsin ki,yedi düvelin köleleştirme ve esirleştirme girişimlerine karşı sergilenen şanlı direnişin yıl dönümü, 7 Eylülü kutlamak analarının ak sütü gibi helaldir.

Kutlu olsun.