Eskiden şöyle düşünür, üyesi bulunduğum partinin oda seçimlerine doğrudan müdahil olmasının gerekli olduğuna inanırdım.

Şimdi düşüncelerim değişti.

Malum, bu günlerde Meslek ve Esnaf Odalarının seçimleri yapılıyor.

Bu seçimlerin yapılıyor olması, hem demokratik toplum hemde Demokratik Hukuk Devleti olmanın gereğidir.

Zira bir ülkede Demokrasi ve Hukuk Devletinin varlığı sadece siyasi partilerin varlığı genel ve yerel seçimlerin yapılmasıyla yeterli olmaz.

Meslek ve Esnaf odalarıyla birlikte sendika, dernek ve sivil vakıf vb. demokratik kurumların, Sivil Toplum Örgütlerinin varlığı, ülke yönetimine katkılarıyla olgunlaşır.

Bu bakımdan her örgüt seçimlerini özgür bir şekilde yapmalıdır.

Meslek ve Esnaf Odaların mensupları odalarının seçimlerinde karar vermeye yetkindir ve bu onların hakkıdır.

Bu sebeple, örgütlerini yönetecek, sorunlarını çözecek kişileri özgür iradeleriyle seçebilmeli, üzerlerinde maddi ve manevi baskı unsuru olmamalıdır.

Meslek ve Esnaf Odası seçimlerinden siyasetçilerinin gölgesi uzak olmalıdır.

Milli İradenin üzerinde siyaset dışı kişi ve kurumların müdahil olması, vesayet oluşturması nasıl yanlış ise, aynı şekilde siyasetçilerin tarafgir tutumlarını Meslek ve Esnaf Odası seçimlerinde göstermesi de yanlış olur.

Başka kurumlarının seçimlerine karışması, kişi ve kurumların demokratik sınırlarını zorlaması haddini aşmaktır.

Ezcümle, toplumu genel siyasi eğilimlere göre sınıflandırmak yanlıştır.

İşin esası şudur:

Her mecranın kendi yatağında akışını kabullenmeli, saygı duyulmalıdır ki, bu kurumlar bağımsız politikalar üreterek, iktidar ve muhalefet partileriyle sağlıklı ilişkiler kurabilsin.

Siyasi partiler, toplumun her katmanı ve sosyal kesimi üzerinde belirleyici olma sevdasından vazgeçmeli toplumda var olan STK'lara 'abilik, babalık, sahiplik taslamaktan, arka bahçe muamelesi yapmaktan' vazgeçmelidir.

Siyasilere düşen görev; seçimlerde ortaya çıkan iradeye saygı duymak, onları 'bizden, onlardan' demeden sorunlarını dinleyip, tekliflerini almalı çözümü konusunda destek olmalı, bu kadarıyla yetinmelidir.

*****

Haftanın bir diğer önemli konusu bastıran 'karakıştır.'

'Karakış' gündemimize bir anda oturdu.

Yollarda kalan araçlar, yolcular, onlara erzak dağıtan Kızılay(?) elektrik ve Doğalgaza yapılan zamların faturalarıyla karşı karşıya kalan yurttaşların ancak sosyal medyada yer bulabilen isyanları…

Bütün bunlar, başka bir ülkede yaşanıyormuş gibi ülkeyi yönetenlerin ve iktidarın beslemesi, kalemşorlarının gündeminde İstanbul Büyükşehir Başkanı Ekrem İmamoğlu var.

İnsanın nedir bu 'İmamoğlu aşkınız!' diyesi geliyor.

Varsa yoksa İmamoğlu..

Megakent İstanbul'da yoğun kar yağışının sebep olduğu eksiklik ve aksamalar devasa problem olarak gösterilirken hükümetin Ulaştırma Bakanlığının kusurları görmezden gelip, yoğun kar yağışı Ulaştırma Bakanlığı için 'mazeret'(!) olurken İmamoğlu için kusur(!) oluyor.

İmamoğlu'nun büyükelçiyle yemek organizasyonu için kişi hakları mobese görüntüleriyle ihlal edilebiliyor.

Önceden kararlaştırılmış ve davetlinin nezaket gösterip icabet ettiği yemekte büyükelçi ile birlikte olunması 'büyük kabahat(!) olarak topluma sunuluyor.

Anlaşılan iktidar, şimdiden seçimlerde rakip olarak İmamoğlu'nu istiyor ve onu kolay lokma olarak görüyor.

Oysa vatandaşın gündeminde, yönetilemeyen ülke, zamların oluşturduğu yoksulluk var.

Unutulmasın!

Yönetilemeyen ülkede kusurları örtmek öyle kolay olmaz.

Vatandaşın mutfağında, işyerinde her geçen gün büyüyen yangın var!

Doğalgaz ve elektrik faturaları, çarşıda pazarda artan sebze fiyatları öfkeyi büyütmektedir.

Bu öfkenin bedelinin faturası kuşkusuz yönetemeyen iktidara kesilecektir,

ama bedel ödeyen sadece iktidar olmayacak.

Toplumda muhalefette çözüm önermemekle suçlanıyor, güven vermiyor.

Acildir!

Muhalefet bileşenleri ülkenin düştüğü;yönetim, hukuk ve ekonomik krizden çıkış için anlaşılabilir projelerini, kiminle ve nasıl yapacaklarını açıklamalıdır.

Salt iktidar eleştirisi sorunların çözülebileceği hakkında güven oluşturmuyor, karşılaştığımız her üç kişiden ikisi 'muhalefet ne yapacağını açıklamalı' diyor.

Maalesef, kurucusu da olduğum iktidar (Ak Parti) artık kendini ve yola çıkış değerlerini inkar etmenin ötesinde, o değerleri düşmanlaştırarak yirmi yılın sonunda ülkemizi yönetim krizine sokmuştur.

Krizden çıkış için topluma güven verecek ekip ve vizyon oluşturulması şart.

İhtiyacı duyulan güven ve vizyonu, muhalefet partileri oluşturmalı, toplumda var olan; 'eski siyasi alışkanlıkların devam edeceği ve bu düzenin değişmeyeceği endişesini' bertaraf etmelidir.

Geçen hafta içinde Kılıçdaroğlu, Akşener ve Davutoğlu görüşmesi genişletilmeli, birlikte oluşturulan ilkeler somut teklife dönüştürülmelidir.

Haftanın insana umut veren gelişmesi; Minik Serçe olarak bilinen ve toplumun birçok kesimi tarafından sanatıyla takdir toplayan Sezen Aksu'nun 'muktedir ve kin kusan dile' karşı elde ettiği başarıdır.

En üst düzeyde 'dil kopartmakla' tehdit edilmesinin ardından, yine aynı makam tarafından özür babında 'kastım o değildi' beyanı önemlidir.

Özellikle, bir önceki beyan üzerinden kalemşörlük, kabadayılık yapanlar,

umarım bundan sonra daha ihtiyatlı davranır kontrpiyede kalmazlar.