Mehmet Akif ve Nazım Hikmet, ikisi de Milli Mücadele içinde kişilik kazandılar ve Türk tarihine iki büyük eser vererek ölümsüzleştiler. İkisinin de ortak yanı bağımsızlık ve halkçılıktı. Ömürlerini bu uğurda geçirdiler. İşte iki şairin ortak yanları…

Bu yıl İstiklâl Marşı’nın yazılışının 100. yılı. Bugün dönüp geriye baktığımızda o gün Ankara’ya giden iki şairin Milli Mücadeleye derin iz bıraktığını görüyoruz. Mücadelesinin de iki güçlü sesi oldu. O günlerin ruhunu şiirlerine yansıttı. Bunlardan birisi 47 yaşındaki Mehmet Akif, diğeri de 19 yaşındaki Nazım Hikmet’ti! İkisi de art arda Ankara’ya gelerek o büyük mücadeleye dâhil oldular. Bolşevik ihtilâlinden etkilenen Nazım Hikmet Moskova’ya giderek ileride yazacağı Kuvayı Milliye destanının tekniğini öğrendi. Türk şiirinde büyük yenilik yaptı. Mehmet Akif ise olgunluğuyla Ankara’da halkın temsilcisi oldu. Bununla da kalmadı Kastamonu’ya giderek halkı aydınlattı, Konya’da gerici isyanların bastırılmasına çalıştı. Bunun da ötesinde o büyük mücadelenin milli marşını yazdı. Ruhlara tercüman oldu.

Umutsuz günlerde yazdığı şiirleriyle halkı ayağa kaldırarak mücadeleye davet eden Akif, Yunanlıların Ankara kapılarına dayandığı günlerde yazdığı destansı marşının ilk dizesinde bize 'Korkma'mayı öğütlemiştir! Devrimci şairimiz Nazım'ın dediği gibi, o "İnanmış adam, büyük şair"dir... Dürüst kişiliği, milletine olan bağlılığı ve hiç sarsılmayan istiklâle olan aşkı, bugünlere en büyük mirastır. Ne ilginçtir, Mehmet Akif için 'İnanmış adam' diyen büyük şairimiz Nazım Hikmet ile Akif'in, o kadar ortak yanları var ki; bugüne kadar üzerinde pek durulmamıştır. Aralarında 28 yaş fark olmasına rağmen, sanki aynı dönemin çocukları gibidirler... Bu dönemin olayları onları şekillendirdi ve millete mal etti. Büyük eserler verdiler.

YOLLARI ANKARA’DA KESİŞTİ

Gençlik yıllarında İttihatçı olan Akif, büyük savaş içinde bir Almanya, bir Arap çöllerine gidip emperyalizme karşı direnci örgütlemeye çalıştı. Anadolu'nun işgali sırasında Balıkesir'e gitti. Zağnos Paşa Camii'nde yaptığı konuşma büyük yankı yarattı. Mandacılığın konuşulduğu günlerde o bağımsızlıktan bahsediyordu. Baskılara boyun eğmedi… Dergisinin İstanbul bürosu Milli Mücadelenin karargâhı gibiydi. Vakti zamanı gelince Sebülürreşad'ın klişesini cebine koyup Ankara'nın yolunu tuttu. Meclis kapısında Mustafa Kemal Paşa tarafından karşılandı. Paşa onu, "İman cephemizi kuvvetlendirdiniz" diye karşıladı. Burdur vekili oldu. Durmadı. Anadolu'yu gezip halkı uyandırdı. Sevr üzerine yaptığı konuşma on binlerce nüsha bastırılıp dağıtıldı. Büyük yankı yaptı.

İş Milli Mücadele’nin marşını yazmaya geldi. Onu oncak o yazarbilirdi. Öyle de oldu… Kısa sürede o günün ruhunu dizelerine yansıttı. İlk sözü “Korkma!”ydı…

Cesur olma zamanıydı. O bunu aşıladı… Ödül olarak konulan 500 lirayı almadı. Oysa Ankara’nın soğuğunda sırtında paltosu bile yoktu. “Bari kendine bir palto alırsın” dediler. O Kabul etmedi. Yazdığı marş 12 Mart 1921 günü Meclis'te ayakta alkışlarla kabul edildi. O mahcup bir çocuk gibi bir köşeden izledi… Bir daha öyle marş yazılmadı. Zaten "Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın" diyordu. "Marş milletin malıdır" diyerek de Safahat'ına almadı. Artık İstiklâlin şairi olmuştu.... İmanını ve zafere olan inancını asla kaybetmedi. Büyük Taarruz sırasında yollara düşdü. İzmir'e kadar elde kova yanan evleri ve yürekleri söndürdü. Milli vazifesini yaptıktan sonra gururla İstanbul’daki sade yaşamına geri döndü. Tıpkı “Kartallı Kâzım” gibi…

YAZDIĞI ŞİİR GENÇLERİ AYAĞA KALDIRDI

Nazım Hikmet de isyancıydı. İşgale teslim olmadı. Gençlik yüreğiyle ona karşı durdu. 1920'de yazdığı "Gençlik" şiirinde şunları haykırıyordu: "Sana sus derlerken. Haykır! Ey gençlik" O da meşhur Sultanahmet Mitingi'nde haykırdı. Bununla da yetinmedi yazdığı yazılarla gençleri mücadeleye davet etti. Daha da olmadı, arkadaşı Vâlâ Nureddin, Faruk Nafiz ve Yusuf Ziya'yla birlikte Ocak 1921'de Ankara'nın kapısına dayananlardandı. Eski bir Bahriyeli yüreğiyle Ankara'ya gidip cephede Mehmetçikle birlikte vuruşmak istiyordu. Mustafa Kemal'le tanıştırıldığında, Paşa ona  "Gençlik için gayeli şiirler yazın" dedi. 1921 Mart'ında 3 günde yazdığı gençlik şiiri, çoğaltılıp dağıtıldığında yer yerinden oynadı. "Aman ne yapıyorsunuz; bütün gençler buraya gelirse biz onları nasıl ağırlarız" tepkisiyle karşılaştı. Arkadaşıyla birlikte Bolu'ya öğretmen atadılar. Ne de olsa okumuş çocuklardı… Orada Türk Bolveşiklerle tanıştı. Rusya’da yeni bir rejim kurulduğunu ve “ayakların” baş olduğunu öğrendi. Onu bu yeni dünya heyecanlandırmıştı. Bütün mazlumlar ayaktaydı ve gerçekten yeni bir dünya kuruluyordu. O da bu heyecanla yollara düştü ve Moskova’ya gitti. Bu gidiş onu daha da geliştirdi. Geleceğin büyük şairini inşâ etti. Orada çok şey öğrendi…

İKİSİ DE HALKÇIYDI

Akif, Fatih semtinde dini bütün bir ailenin çocuğu olarak yetişmişti. Onun inancı gerçekleri görmesine engel değildi. Baytar Mektebi'ni bitirdi. Bilime inanan insandı. Akılcıydı. Pasteur'un resmini öpüp yatacak kadar... Arapça, Farsça ve Fransızca'yı iyi biliyordu. Batılı eserleri de iyi takip etti. Yeni bir dünya kurulduğunu gördü. İslâmi düşünce içinden çıkıp Millici olanlardandı. Amacı önce milletini sonra da bütün İslâm alemini kurtarmaktı. İslâm dünyasındaki yüzyılların geriliğini tersine çevirmenin derdindeydi… Yoksulluğu gördükçe kurtuluşa olan inancı daha da arttı. Karakter abidesiydi. Ölen arkadaşının 3 çocuğunu, kendi 5 çocuğuna katacak kadar... O 'Köse İmam'ın evinde konuştu, 'Küfeci çocuk'un iniltisini dinledi, 'Bayram meydanı'nda sevinen çocuklar, 'meyhane'nin dumanında tütsülenen kafalar, talâkın facialarıyla inleyen kadınlar, hep onun şiirinde dillendi... Hep sade dil kullandı. Halkın sesi oldu. Halkçıydı…

Nazım da sınıfsız dünyadan yanaydı. Bunun için sosyalizmden etkilenmişti. Varlıklı ailenin çocuğu olmasına rağmen, konakların rahatlığını değil, mücadelenin zorluğunu tercih etti. Yeni bir dünyadan yanaydı. Eşit ve sömürüsüz! Anadolu'ya geçince yoksulluğu ve halkı daha iyi tanıdı. Ölene kadar da bu çizgide oldu. Ne mal edindi ne de mülk! Şiirlerinde en sade ve yalın dille onları yazdı. 'Kartallı Kâzım', 'Kara Yılan', 'Şoför Ahmet' onun dizelerinde ölümsüzleşti.

İKİSİ DE KUVAYI MİLLİYECİ

Akif İslâmcı bilinir. Aslında ilk Millicilerdendir! Milleti en iyi tanıyan ve onun ruhuna inen insandı. Arnavutluğu'nu hatırlatanlara öyle bir kızardı ki sormayın!.. Çanakkale Savaşını görmeden yazdığı 'destanı', milleti ayağa kaldıran İstiklâl Marşı; şaheserdir! Umutsuzluğun kol gezdiği bir dönemde o ilk dizesinde 'Korkma!" diye kükremişti. Mao'nun yıllar sonra "Kâğıttan kaplan" dediği emperyalizme, “Tek dişi kalmış canavar” dedi... Ölene kadar vatan hasretiyle yanıp tutuştu. Mısır'a küskünlüğünden değil çaresizliğinden gitti. Ankara'dan İstanbul'a geldiğinde ne evi vardı ne de maaşı... O hiçbir şey istemedi. Kenara çekildi. Osmanlı Nazırı Halim Abbas Paşa dostuydu; elinden tutup Mısır'a götürdü. Mükemmel Arapçası vardı. Müderris oldu. Ne şapkaya karşı çıktı ne de Cumhuriyet'e. Zaten fesli resmi de pek yoktur... Kıt kanaat geçindi. Hacı Bekir şubesinde vatan kokusu aldı. "Burada biraz daha kalırsam çıldırıcağım" diyerek ölümüne 5 ay kala, Atatürk'ün Türkiye'sine geldi. İlk sözü "İstiklâlin büyük eserini yazdım şimdi de Cumhuriyet'in eserini yazmak isterim" oldu... Cumhuriyet'in namını Mısır'da duymuştu, gelince de büyüklüğünü gördü. Hasta yatağında 1 Temmuz 1936 günü imzalanan Boğazlar Antlaşmasından duyduğu mutluluk hasta yüzüne neşe katmıştı. Destanını yazdığı Boğaz artık Türk’ündü… Nasıl mutlu olmazdı? O bağımsızlıkçıydı. Daha İstanbul’dayken ne mandayı ne de birilerinin kandığı “barış”ın peşine düştü. Zoru seçti tarihe geçti…

ZORUNLU SÜRGÜN NAZIM!

Ya Nazım! O zorunlu sürgündü! Ömrü cezaevinde geçti. En son canına kastedeceklerdi. Gitti kurtuldu. Yabancı yere gitmedi. Zaten Sovyet Rusya'yı biliyordu. Dilini ve kültürünü de. Şiirini ve kalemini orada geliştirmişti. Halkçı ve gerçekçi şiir yazmayı da... Orada Nazım'a nazım kattı. Türk Cumhuriyetlerine gittikçe kendini buldu. Türklük ve vatan kokusu aldı. Kuvayı Milliye destanı onun ne yaman Millici olduğunu gösterir… Var mı onu geçen bir destan! Hele uçağı Türkiye üzerinden geçerken söylediği: "Şu an bu uçağın düşmesini isterim!" sözü... Başka söze gerek var mı? Vatan sözkonusuysa iki büyük şairin de yüreği kabarır!

AKİF VE NAZIM TÜRKİYE’DİR

Daha o kadar çok ortak yönleri var ki... Son söz: Nazım Hikmet'in sevdalılarından birisi de Rus Vera Tulyakova'dır... Vera Hanım ona sadece sevdasını değil şefkatini de vermiştir... Ardından yasını da tutan odur... Kadere bakın ki Akif'e de ölüm yatağında Rus bakıcı Mari Mançenko, olanca şefkat ve sıcaklığıyla bakmış ve kollarında öldüğünde cenazesinin başında gözyaşı dökmüştür.

Mehmet Akif ve Nazım Hikmet… Biri 100 yıl once İstiklâl Marşını yazdı, biri de 100 yıl önce Ankara’ya geldi… İki büyük insan, iki büyük şair. İkisi de aynı dönemin olaylarında kendilerini buldular ve o dönemin ruhunu şiirlerinde ölümsüzleştirdiler. Onların ortak yönü bağımsızlıktı! O ruh bügün de yaşıyor.

Büyük şairleri bu anlamlı günde saygıyla anıyoruz...

Yeni Akiflere ve Nazımlara selam olsun...

ERCAN DOLAPÇI