MUSTAFA KEMAL’İN LİBYA GÜNLERİ

Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme kararından sonra Atatürk’ün Libya günleri gündeme gelmeye başladı. Peki, Atatürk için Libya ne manaya geliyordu ve orada ne yaptı? Buna vereceğimiz ilk cevap: Uzak diyar Trablusgarp’ı tıpkı Anadolu gibi, İmparatorluğun ayrılmaz bir parçası olarak vatan bildi. Bunu, yazdığı mektup ve raporlarda görebiliyoruz.  

Atatürk, genç bir Kurmay Yüzbaşı iken Libya’ya gitti ve İtalyan işgaline karşı halkı örgütledi, bir tümenlik askeri birliğe canlılık getirdi. Dağılmakta olan Osmanlı’nın -donanmasızlığına rağmen- uzak diyardaki vatan toprağının düşmana terk edilmeyeceğinin güzel bir örneğini gösterdi. Bu mücadele, Atatürk’ün askeri yaşamında da ilk ciddi savaş deneyimi oldu. Burada elde ettiği bilgi ve tecrübeyi Çanakkale’de düşmana karşı kullandı. Libya’da aldığı tedbirlerle düşmanın karaya çıkmasını geciktirdi, savunmayı kıyıya yakın kurmuştu… Ayrıca düşmanı yıldırmak için durmadan “baskın taarruz” yaptırıyordu… Aynı taktikleri Çanakkale’de uyguladı. Düşmana göz açtırmadı. Çekilip gitmesini sağladı. İşte Atatürk’ün Trablusgarp (Libya) günleri:

İTALYAN İŞGALİ İÇİN YOLLARA DÜŞTÜ

Uzun yıllardır Libya’yı gözüne kestiren ve burada faaliyetlerde bulunan İtalya, Osmanlı İmparatorluğu’na 29 Eylül 1911 günü savaş ilan etti. Donanmasını Libya’ya gönderdi. Tobruk’u 4 Ekim günü işgal etti. 5 Ekim günü de Trablusgarp (Libya)’ı istila etmeye başladı. Bölgeye 80 bin asker gönderdi. Bizim ise gerçekte 3 bin mevcudu geçmeyen bir tümenimiz vardı. Yerel kabile ve aşiretleri de buna katarak sayıyı ancak 20 bine çıkarabildik.

İşgal üzerine Enver Bey, Mustafa Kemal Bey ve İttihatçı bir grup vatansever subay çeşitli yollarla hemen Libya’ya hareket etti. Mustafa Kemal Genelkurmay’da görevli iken 15 Ekim 1911 günü İstanbul’dan “Tanin gazetesi yazarı Şerif Bey” namı ve pasaportu ile Rus vapuruna binerek hareket etti ve Mısır üzerinden Libya’ya girdi. Mısır’dan Libya’ya 700 km çöl yolunu at ve deve sırtında kat etti. Yanında İsmail Hakkı, Ömer Naci ve Yakup Cemil de vardı. Enver Bey de Berlin’den aynı yolu izleyerek bölgeye ulaştı. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.26, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2009, s.68.)

Mustafa Kemal, arkadaşı Fuat Bulca’ya 17 Ekim 1911 tarihli gönderdiği mektupta amacını şu ifadelerle dile getirir: “Maksadımız ebedi bir mücadele sahası açmaktır. Muvaffakiyet Allah’tan. Lüzum ve fayda görürsem seni ve daha bazı arkadaşları da isteyeceğim. Şimdilik temin edilecek noktalar var. Benim nerede olduğumu duyurmayın. Daha bir müddet için validemi de haberdar etmeyin. Ara sıra benim tarafımdan İstanbul’dan gelmiş gibi kendisine mektup gösterin. (…) Vatanı kurtarmak için şimdiye kadar olduğundan fazla gayret ve fedakârlık elzemdir. Endülüs tarihinin son sayfalarını okuyunuz. Beni unutmayın. (…) Allah nasip ederse mücadele sahasında birleşiriz. Cenab-ı Hak takdir etmişse ahrette kavuşuruz.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.1, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1997, s.127-128.)

YOLDA RAHATSIZLANDI

Mustafa Kemal daha yolun başındayken 2 Kasım 1911 günü Mısır’ın İskenderiye şehrinden hareket etmekteyken rahatsızlanır. İskenderiye’de 15 gün tedavi altına alınır. Tam manasıyla iyileşmeden 17 Kasım günü yola düşer. Burada kendisine Nuri Conker ve Fuat Bulca da katılır. İstanbul’dan yola çıktıklarında lazım gelen 300 lira parayı İttihat ve Terakki Genel Merkez’den alamazlar. “Para yok, Enver’le görüşün” denilir. Mustafa Kemal’in verdiği senetle Ömer Naci, arkadaşları Fevzi Bey’den 200 İngiliz lirası borç alarak hareket edilir. (ATABE, C.1, s.139, Hastalığı, s.129.)

Mustafa Kemal ve arkadaşları uzun yolculuğun bütün sefaletini ve yorgunluğunu çekerek Tobruk’a varırlar. Burada birkaç gün kalırlar. Ardından 22 Aralık 1911 günü İtalyanlara karşı başarılı bir muharebe vererek Derne’ye girerler. 16-17 Ocak 1912 gecesi başlayan ve gündüz de süren savaşta sol gözünden rahatsızlanır. Gözü görmez olur. Hilâliahmer (Kızılay) Hastanesi’ne yatırılır ve burada bir ay tedavi altına alınır. Tam manasıyla iyileşmeden görevi başına döner. Vaziyet büyüdüğü için Enver Bey Umum Kumandanlığı, Mustafa Kemal de Sirenaik bölgesinde Derne Kuvvetleri Kumandanlığını üstlenir. 3 Mart 1912 günü genel bir muharebe olur. Soğuk, açlık ve yorgunluktan Mustafa Kemal’in göz rahatsızlığı yine nükseder. Hastanede 15 gün daha yatar. Dr. İbrahim (Tali Öngören) Bey ve göz doktoru Münir Bey, Mısır’a giderek burada tedavi olmasını ister. O ise bunu kabul etmez. Sol gözü neredeyse tamamen kapanmıştır… (Utkan Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, AAM Yayınları, Ankara, 1999, s.18.)

AŞİRETLERİN KAYITSIZLIĞINA RAĞMEN

Derne’ye gelen Mustafa Kemal, burada Derne Osmanlı Kuvvetleri Kumandanlığını alır. 27 Kasım 1911 günü rütbesi Kurmay Binbaşılığa yükseltilir. Burada kabile ve aşiretlerden yerel birlikler oluşturur. Onları eğitir. Ancak onlardan istenilen verimi alamaz. Çünkü bazı aşiret reisleri mücadeleyi “vatan müdafaası olarak değil”, “kazanç kapısı” olarak görür. Bu sıkıntılara rağmen mücadeleyi sürdürür. Askeri birliğimizin gücü yerel unsurlarla 20 bine yaklaşır… Uzun bir hatta savunma için gözetleme kuleleri ve savunma siperleri kurulur. Toplar yerleştirilir… Baskın taarruzlarla İtalyanlara darbeler vururulur.

Arkadaşı Abdülkerim Bey’e 22 Mayıs 1912 günü Ayn Mansur Karargâhı'ndan yazdığı mektupta şunları belirtir: “Derne Kuvvetlerini adeta büyük bir tümen halinde tertip ve teşkil ettik. 2-3 günlük mesafelerde müfrezelerimiz de var. Bingazi’deki kuvvet daha büyük; düşman her noktada mutlak müdafaada, istihkâmını artırmakla meşgul. Biz de pusu, baskın… tacizlerle mütevekkil. Düşmanın Adalar Denizi’ndeki harekâtı bize hiçbir tesir yapmıyor.” (Age, s.140.)

DERNE’DEN UYARI MEKTUBU

Mustafa Kemal, Derne’de sık sık arkadaşlarına mektuplar yazarak gerek buradaki durum hakkında, gerekse İstanbul’daki siyasi gelişmelere ilişkin görüşlerini paylaşır. Bunlardan birisi de 29 Temmuz 1912 günü arkadaşı Behiç Erkin’e yazdığı mektuptur. Mektupta İstanbul’da haklarında çıkarılan dedikodulardan duyduğu üzüntüyü belirterek, bunun “vatan hainliğine” kadar götürülmesine şaşırır ve tarihi nitelikteki şu uyarıları yapar:

“İhtiraslar, cehalet ve mantıksızlık yüzünden koca Osmanlı devletini mahvedeceğiz. Kuvvetli bir Osmanlı İmparatorluğu vücuda getirmeyi düşünürken, vaktinden evvel esir, sefil ve rezil olacağız. Hatanın kimlerde ve nerede olduğunu bilmiyorum. Lakin her ne olursa olsun, memleket çöküş yoluna terk edilmeyecektir. Askerleri siyasetle uğraşmaktan men için kanun maddeleri yapmışlar. Ben iki sene evvel tesadüf bulunduğum bir kongrede “askerleri bırakınız” dediğim için mürteci oldum, idama mahkûm edildim. Zaman ve hadiseler her türlü hakikati ispat eder ve ortaya çıkarır; fakat bazen böyle helak eden bir darbe indirerek.

Harbiye Nazırının (Mahmut Şevket Paşa’yı kastediyor.) mevkisini terk edişini garip bulurum. (...)

Devlet işlerini çocuk oyuncağı mı zannediyorlar? Bizim askeri vaziyetimizde bir değişiklik yoktur. Siyasetimiz müsait ise biz, istenildiği kadar sebat ve mukavemete muktediriz. Yalnız siyaset erbabının memleketi büsbütün tarumar olmaktan korumak için gözlerini dört açması lazımdır.” (ATABE, c.1, s. 142-143.)  

(Atatürk’ün yakındığı bu dönem, gelişen İttihatçı karşıtı kaos dönemidir. İç birlik sağlanacağına İttihatçı avına çıkıldı. Gazi Ahmet Muhtar Paşa ve ardından gelen Kâmil Paşa’nın Sadrazamlık döneminde öngörüsüzlük nedeniyle Balkanlardaki birliklerden 50 binin üzerinde asker Yemen’e gönderilir. Oysa Balkanlar kaynıyordu ve Osmanlı’ya karşı birlik görüşmeleri başlamıştı. Hatta bu dönemde Trablusgarp’tan da asker çekildi.)

BALKAN HARBİ ÇIKTI VATANA DÖNDÜ

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının mücadelesi 8 Ekim 1912 tarihine kadar sürer. Balkan Harbi’nin çıkması üzerine yurda dönerler... Bu süre içinde dört büyük muharebe gerçekleşir. Türk kuvvetleri üstünlük sağlar. İtalyanların Libya’nın iç kesimlerine doğru ilerlemesi durdurulur. Buradaki savaşta en büyük sıkıntı, donanmasızlıktan Anadolu’dan asker ve silah gelmesinin neredeyse imkânsız hale gelmesiydi…

ATATÜRK’ÜN NOT DEFTERİNDEN O GÜNLER

Atatürk’ün Libya günlerinde arkadaşlarına ilk önerisi “günlük” tutulmasıydı. Bunu kendisi de uygular ve günü gününe yaşadıklarını not defterine kaydeder. Bu notlardan öğrendiğimiz, Atatürk’ün askerlik disiplinini burada da uygulaması ve kısa sürede buradaki birliği canlı ve atak hale getirmesi… Ayrıca askerinin matarasındaki suya kadar ilgilenmesi ise onun Mehmetçiğe ve subaylara verdiği önemi gösteriyor. Bu, onun yaşamı boyunca önem verdiği bir husustur… Ayrıca başarısının altındaki en önemli sırdır.

Mustafa Kemal, bu konuda 4 Ağustos 1912 günü verdiği emirde şunları söyler: “Bu not defterinde gerçeğe sadık kalınarak insanlık ve gerçekçilikten uzaklaşılmayacağı doğaldır. Bu not defterleri bir aya kadar tamamlanmalıdır.” (Atatürk'ün Not Defterleri-10, 5'nci Ordu ve Trablusgarp Cephesi, ATASE Yayınları, Ankara, 2009, s.103-104.)

Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal, Libya’da bulunan askerlerinin ibadetine de önem verir. 28 Mayıs 1912 günü yayımladığı günlük emirde şunları belirtir: “Muhafız bölükleri beş vakit namaz kılacaklardır. Özellikle akşam namazlarını, muhafız bölüğüyle inşa edilecek eski camide toplu olarak kılacaklardır.” (Age, s.79-80.)

‘ASKERİ YAYINLARI OKUYUN’

Mustafa Kemal’in önem verdiği bir husus da subayların askeri yayınları takip etmeleri... Mustafa Kemal, 14 Temmuz 1912 tarihinde yayımladığı emirde Ordu ve Donanma dergisi ile Askeri Gazete’ye abone olunmasını ister. Buna gerekçe olarak da şunları belirtir: “Bu gazeteler askeri personel arasında aktif bir düşünce ortamı meydana getirmek, Osmanlı ordusunun çalışmalarını, kahramanlığını dünyaya tanıtmak maksadıyla genç ve aydın Osmanlı subayları tarafından pek büyük gayret ve hevesle çıkarılmakta ve devamlılığına gayret edilmektedir. (...)

Gazetelere abone olmakla, Derne Osmanlı Ordugâhındaki subay heyetinin, bazı kötü niyetlilerin söylemiş oldukları gibi, derme çatma kimselerden ibaret olmayıp askerlik sanatı, bilgi ve beceri bakımından donanımlı, bu alanda meydana gelen gelişmeleri takdir eden, seven, alkışlayan aydın bir askeri heyetten oluştuğunu dünyaya ilân ve ispat etmektir.” (Age, s.91-92.)

YILLAR SONRA HARP DEĞERLENDİRMESİ

Mustafa Kemal Paşa, Karlsbad’da tedavi görürken 14 Temmuz 1918 günü yazdığı bir notta Trablusgarp Harbi’ni değerlendirir. Burada tanıştığı Matmazel Brandner’le sohbetinde şunları söyler: “Türk-İtalyan Harbi sırasında Türkiye kendi kuvvetlerini kullanamadı. Biliyorsunuz ki İtalyanlar harp ilan etmeden bizi yakaladılar. Deniz yolunu kestiler. Osmanlı Afrika’sını, ordumuz, İtalyan kuşatmasına bırakıldı. İtalyanlar, hiç engelsiz Trablusgarp’ı, Bingazi’yi, Derne’yi ve Akdeniz kıyısı şehirlerini işgal ettiler. Şayet İtalyan silahlı kuvvetleri bir sene boyunca, baştan barışa kadar dövüştülerse onları döven düzenli ordu değildi, hayır Matmazel, bunlar sadece çöl göçmenlerinin başındaki birkaç Türk kumandanıydı. Bizzat ben oradaydım ve Sirenayka Derne kuvvetlerine kumanda ediyordum." (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.2, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999, s.201.)

O dönemde Osmanlı’nın savunması Libya’dan başlıyordu; bugün de Türkiye’nin savunması Libya’dan başlıyor. Akdeniz’de sınır belirlerken ilk el uzattığımız ve karşılık bulduğumuz yer Libya oldu…

“Libya’da ne işimiz var?” diyenlere en iyi cevabı Barbaros Hayrettin Paşa’nın "torunu" Soner Polat Paşa veriyor: "Jeopolitik gerçeklik!"