Corona Virüsü (COVID-19), Çin’in Vuhan Eyaleti’nde ortaya çıktı ve hızla bütün dünyaya yayıldı. Binlerce işletme alınan kararlarla kapatıldı, yüzbinlerce çalışan işten çıkartıldı. 10.4.2020 günü saat 24:00 den itibaren 12.4.2020 saat 24:00 e kadar 31 ilde sokağa çıkma yasağı getirildi. Bu yaşanan süreçte insağlığı kadar, hukuki ve ekonomik ilişkilerde etkilendi.

23.3.2020 tarihli “Corona Virüsü Salgını ve Hukuki Etkileri” başlıklı yazıyla genel olarak hukuki boyutunu anlatmıştım. Bu yazının yayınlanmasından sonra okurlardan gelen sorular nedeniyle, bugünkü yazımızda Corana Virüsü salgını nedeniyle hukuki sözleşmelerin uyarlanmasının şartlarını irdeleyeceğiz. Bu yazı, köşe yazısından ziyade, sorunun bütün boyutlarıyla irdelenebilmesi amacıyla bilimsel inceleme formatında olarak hazırlanmıştır.

Uyarlama kiralama, alım satım, eser sözleşmesi, bankalarla yapılan kredi sözleşmeleri, kat karşılığı inşaat sözleşmesi ve her türlü ticari ilişki nedeniyle düzenlenen sözleşmelere uygulanabilir. Genel ve kapsayıcı bir kavram olması nedeniyle daha da önem kazanmaktadır.

A.Sözleşmenin Değişen Şartlara Uyarlanması

Hukuki olarak her sözleşme ile taraflar arasında bir edim ve karşı edim dengesi kurulur ve sözleşmede bu edimlerin kapsamı ayrıntılı olarak düzenlenir. Her somut sözleşmenin kuruluşu aşamasında taraflar arasında ekonomik bir dengenin sağlanmasının mümkün ve muhtemel olduğu farz edilir. Kural olarak her sözleşmede, kuruluş aşamasında edimler arasında eşitlik ve karşılıklılık ilişkisinin bulunduğu görülür .

Sözleşmenin yapıldığında karşılıklı edimler arasında mevcut olan denge sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde tarafların biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir, işte bu durumda sözleşmeye bağlılık ile sözleşme adaleti ilkeleri arasında bir çelişki hasıl olur ve artık bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmak adalet, hakkaniyet ve objektif hüsnüniyet kaidelerine aykırı bir durum yaratır hale gelir. Hukukta bu karşıtlık clausula rebus sic stantibus (beklenilmeyen hal şartı) sözleşmenin değişen şartlara uydurulması ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır.

Tarafların iradelerinin etkileyip sözleşme yapmalarına neden olan şartlar daha sonra önemli ölçüde, çarpıcı, adaletsizliğe yol açan olayların gerçekleşmesi ile değişmişse taraflar artık o akte bağlı tutulmazlar. Gerçekte de sonradan bu değişiklikler akdin kurulduğu zaman mevcut olan ve taraflarca kararlaştırılan koşullardan esaslı surette ayrılmaya neden olabilir. Böylece akdin koşulları ile sonradan ortaya çıkan koşullar artık birbirine uyum sağlamaz, akdin kurulduğu anla ifa anı arasında bulunması gereken uyum temelden çöktüğü, bu iki andaki gerçeklerin birbiriyle çeliştiği görülür . Farklı bir anlatımla, bir tarafın borçlandığı edimlerin değerleri son derece yükselirken, karşı tarafın edimi adeta değerini kaybeder, edimler arasındaki denge ve eşitlik ortadan kalkar . Değişen bu koşullar karşısında Medeni Yasanın 2. maddesinden yararlanılarak sözleşmenin yeniden düzenlenmesi gerekir. Borçlunun önceden göremediği, çoğu zaman karşı koyamadığı, olağanüstü olayların etkisini tek başına borçlunun omuzlarına yüklemek, en azından taraflar arasındaki eşitlik ilkesine aykırıdır.

Türk ve İsviçre hukuk doktrini ve yargı kararları, sözleşme şartlarının sonradan önemli ölçüde değişmesi, işlem temelinin kısmen veya tamamen çökmesi halinde, adalet, doğruluk ve dürüstlük kurallarına dayanarak uyarlamayı kabul etmektedir . Sözleşmenin değişen şart ve durumlara uydurulmasına, sözleşmenin uyarlanması denir . Modern doktrin, clausula rebus sic stantibus kavramından, sözleşmenin değişen şartlara uyarlanmasını anlamaktadır .


 

B.Yasal Düzenleme

Uyarlama Türk Borçlar Kanunu’nun 138.maddesinde düzenlenmenmiştir.

TBK 138 maddesinde;

Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.

Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.” hükmü yer almaktadır.


 

C.Sözleşmenin Değişen Koşullar Uyarlanması Şartları

1)Şartlarda sonradan meydana gelen önemli değişikler

Uyarlama yapılabilmesi için öncelikle şartların sözleşme kurulduktan sonra değişmiş olması gerekir . Sözleşme kurulduktan sonra onun ifası sırasında ortaya çıkan hal ve şartlar, olağanüstü objektif nitelikte olmalıdır . Bu değişiklikler mücbir sebep teşkil eden olaylarla sınırlı değildir. Uyarlama için önemli kabul edilen değişiklikler ya sözleşme kurulduktan sonra fakat ifa edilmeden önce veya ifa başladıktan sonra ancak edim sona ermeden önce - sürekli borç ilişkilerinde olduğu gibi - meydana gelen değişikliklerdir. Diğer kriterler oluşmak kaydıyla her iki zamandaki değişikliklerde uyarlama yapılmasına imkan tanır .

Objektif olağanüstü nitelikteki olaylara şu örnekler gösterilmektedir: Savaş, iktisadi krizler ve bunun yan sonuçlarını teşkil eden, aşırı derecede ani işsizlik, para değerinin aniden büyük oranda düşmesi, genel açlık, borsa fiyatlarının alt üst olması, memleket ekonomisinde büyük ağırlığı olan büyük bankaların iflası, yüksek oranda yeni vergilerin konması, ithalat veya ihracat yasağı, tabii afetler . Bir ülkede meydana gelen ekonomik krizler, sözleşme ilişkilerini alt üst edebilir. Enflasyon, devalüasyon, yüksek işsizlik, borsadaki ciddi düşüşler, bankaların iflası gibi durumlar hem ülke ekonomisini hemde akdi ilişkileri önemli oranda etkilemektedir. Hatta yabancı ülkelerde meydana gelen krizlerin (1997 yılı ortalarında Güneydoğu Asya krizi ve 1998’deki Rusya krizinde olduğu gibi) böyle sonuçlar doğurabilmesi mümkündür .

2019 yılı Aralık ayından itibaren dünya çapında yaşanan salgından sonra, Dünya Sağlık Örgütü tarafından Corona Virüsü Pandemi ilan edildi.

Mücbir sebep kavramı ne Medeni Kanunda ne Borçlar Kanununda tanımlanmamıştır. Doktrinde genel olarak kabul edilen görüşe göre “mücbir sebep”, “sorumlunun veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlaline mutlak olarak kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan bir olay” şeklinde tanımlanmıştır.

Buna göre borcun yerine getirilmesine engel olan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan herşey “mücbir sebep” nedeni olabilir. Örneğin, deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep olarak kabul edilmiştir.

Corana Virüsü nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edilmesi nedeniyle ticari ilişkilerde mücbir sebebin oluştuğu kabul edilmelidir.

2)Şartlarda öngörülemeyen değişiklikler (öngörülemezlik)

Uyarlama için sadece şartların değişmesi yetmez, ayrıca bu değişikliklerin öngörülemez nitelikte olması gerekir. Öngörülemezlik, mücbir sebebin de unsurlarından biridir ve orada önceden görülemeyen hususun olayın kendisi değil doğuracağı sonuçlar olduğu kabul edilmektedir .


 

3)Edimleri arası dengenin aşırı derecede bozulması

Sözleşmenin kuruluşu sırasında tarafların edimleri arasında mevcut olun değişim dengesi (ekonomik denge), değişen objektif hal ve şartlar nedeniyle aşırı ölçüde ve açık biçimde bozulmuşsa, sözleşmenin değişen hal ve şartlara uydurulması gerekmektedir . Değişen hal ve şartlar nedeniyle edimler arasında meydana gelen bu aşırı ve olumsuz dengesizliğin, mutlaka borçlunun yıkımına sebep olması veya onun sömürülmesine yol açması artık aranmamakta, sadece edimler arasında açık ve büyük dengesizliğin varlığı yeterli görülmektedir .


 

4)Edimin ifa edilmemiş olması

Bir sözleşmenin değişen şartlara uyarlanabilmesi için edimlerin ifa edilmemiş olması gerekir. Bu uyarlamanın mantıki sonucudur. Çünkü uyarlama bir ifa imkansızlığından değil, ifa güçlüğünden doğar.

5)Sözleşmede ve kanunda değişen hal ve şartlara ilişkin bir kayıt ve hüküm bulunmaması

Sözleşmenin hakim tarafından dürüstlük kuralı çerçevesinde bir uyarlamaya tabi tutulabilmesi için sözleşmede ve kanunda bu konuya ilişkin bir hüküm bulunmaması gerekir . Sözleşmede hüküm bulunmaması, tarafların uyarlamaya ilişkin hiçbir düzenleme yapmamış olmaları anlamına gelir. Bunu tespit edebilmek için öncelikle sözleşmedeki hükmün varlığının ve kapsamının belirlenmesi gerekir. Sözleşmede ve kanunda değişen hal ve şartlara ilişkin bir kayıt bulunması durumunda bu kayıt tarafları bağlar.


 

6)Kusurun bulunmaması

Sözleşmenin değişen hal ve şartlara uydurulmasını talep eden tarafın, değişen hal ve şartların ortaya çıkmasına kendi kusuru ile sebebiyet vermemiş olması gerekir. Uyarlamada sözkonusu olan kusur, ne haksız fiil sorumluluğu nede akli sorumluluk anlamında bir kusurdur. Burada aranan kusur, somut olayda dürüst bir insan gibi hareket edilip edilmediğinin tespitidir .


 

7)Yargıtayın uyarlamaya ilişkin kararları

a-Yargıtay kararlarına göre uyarlamanın yöntemi

Yargıtay’ın sözleşmenin değişen hal ve şartlara uydurulması ile ilgili olarak verdiği kararları ile uyarlamanın yöntemi son derece açık olarak ortaya konulmuş, bu konuda yasal düzenlemenin bulunmaması nedeniyle bulunan boşluk doldurulmuştur.

Karşılıklı sözleşmelerde sözleşme yapıldığı sırada edimler arasında var olan denge, sözleşme kurulduktan sonra onun yerine getirilmesi sırasında; harp, ülkeyi sarsan ekonomik krizler, enflasyon trafiğindeki aşırı yükselmeler, şok devalüasyon, para değerindeki önemli düşüşler gibi objektif ve olağanüstü olaylar nedeniyle taraflardan birisi aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. Bu durumda, sözleşmeye bağlılık ile sözleşme adaleti arasında bir çelişki doğar. Hukukta bu zıtlık, (beklenmeyen hal koşulu-sözleşmenin değişen koşullara uydurulması ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır. Uyarlama ilkesi, gelecekte sonuçlar doğuran sözleşmelerde de derhal ifa ile sona ermeyecek sözleşmelerde de uygulanır. Edimler arasındaki dengenin, olağanüstü olaylar nedeniyle değinmesi yüzünden alt üst olması ve borcun yerine getirilmesinin güçleşmesi halinde "işlem temelinin çökmesi” gündeme gelir, işte bu bağlamda hakim, Medeni Kanunun 1 , 2 ve 4. maddelerinden yararlanıp; adalet, hakkaniyet, objektif iyiniyet kurallarını gözeterek somut olayın verilerine göre alacaklı yararına borçlunun edinimi yükseltmeye veya borçlu yararına onun tümüyle veya kısmen edim yükümlülüğünden kurtulmasına karar verebilir. Alman Parası olan DM ile karşılığı ödenmesi gereken taksitle taşınmaz satın alma sözleşmesi dolayısıyla yabancı paranın Türk Parası karşısında değer kazandığı, edinimi ifa etmesinin çekilmez ve katlanılmaz hale geldiği öne sürülerek, sözleşmenin değişen yeni koşul ve durumlara uyarlanması istenen dava nedeniyle yukarıda açıklanan uyarlama yöntem ve kurallarının ışığı altında mahkemece yapılacak iş, bir maliyeci ve ekonomist bilirkişi aracılığı ile, sözleşmenin kurulduğu günden dava tarihine kadar geçen süre içinde, Ülkemizin yerleşmiş ekonomik koşullarının etkisiyle sözleşmedeki yabancı paranın (dövizin) Türk Parası karşısında normal artışlarla ulaşması gereken değeri bulunmalı, bulunan bu değer sözleşme gereği satıcı yararına kabul edilmeli; daha sonra 1994 yılı başlarından itibaren umulanın üstünde hareket gösteren ve giderek aralıksız şiddetini artıran ekonomik krizin ve bu krize bağlantılı ve zorunluluk altında Hükümetçe alınan bir dizi ekonomik karar ve tedbirlerin tabii sonucu ortaya çıkan; sözleşmedeki yabancı paranın Türk Parası karşısındaki dava tarihi itibariyle şok değer artışı tesbit edilmeli, böylece belirlenecek iki değer arasındaki farklılık miktarının, satım konusu taşınmazın değerine ne oranda değer kazandırdığına ilişkin yapılacak hesaplamalar gözden kaçırılmamalı, bunun yanında sözleşmedeki özel hükümler, satılanın niteliği, kullanma alanı, konumu, bölgede satım parasını etkileyecek normalin üstündeki imar ve ticari gelişmeler gibi değişiklikler, emsal taşınmazların değeri, vergi ve amortisman giderlerindeki artışlar somut olayda görülebilen objektif etkenlerle karşılaştırılıp değerlendirilmeli, sonuçta işlem temelinin çöktüğü, sözleşmedeki çıkar dengesinin katlanılamayacak derecede davacı aleyhine bozulduğunun benimsenmesi halinde alıcının ne miktar satım parasından sorumlu olacağı belirlenmeli, böylece sözleşmedeki satım parasının tarafların amacına uygun objektif iyiniyet, hak ve nasafet kurallarının ( MK. m. 4 , 2 , 1 ) elverdiği ölçü ve düzeyde yine yabancı para olarak uyarlanmalıdır.” (Y.13.HD.06.04.1995 T., 1995/00145 E., 1995/03339 K.)

Karşılıklı edimleri içeren sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin, olağanüstü değişmeler yüzünden alt üst olması, borcun ifasını güçleştirmesi ve belki de imkansız hale gelmesi durumunda “işlem temelinin çökmesi” gündeme gelir. Bu gibi hallerde emprevizyon veya clausula rebus sic stantibus kuramı çerçevesinde kurulmuş olan bir sözleşmede değişikliklerin yapılması için hakimin sözleşmeye müdahalesi istenebilecektir.” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 17.09.1997 T., 1997/11-460 E., 1997/651 K.)


 

b-Dövizle düzenlenen kredi sözleşmelerinin uyarlanması ile ilgili olarak Yargıtay’ın görüşü

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2014/13-1614 esas, 2014/900 karar sayılı, 12.11.2014 tarihli kararı ile 1958 yılından beri devalüasyonlar ilan edildiği, sık sık para ayarlamaları yapıldığı, Türk parasının değeri dolar ve diğer yabancı paralar karşısında değerinin düştüğü, ülkemizdeki istikrarsız ekonomik durumun kredi kullanan davacı tarafından da tahmin olunabilecek bir durum olduğu, bu nedenlerle dövizle düzenlenen kredi sözleşmelerinde uyarlamanın koşullarından olan öngörülmezlik unsuru oluşmadığı için uyarlamanın uygulanamayacağına karar vermiştir.

Bu ilkeler, Hukuk Genel Kurulu’nun 15.10.2003 gün ve 2003/13-599 E.-2003/599 K.; Hukuk Genel Kurulu’nun 07.05.2003 gün ve 2003/13-332 E.-2003/340 K.sayılı kararlarında da benimsenmiştir.


 

D.Sonuç ve Değerlendirme

Bir sözleşmenin yapılmasından sonra gerçekleşen olağanüstü durumlarda, borç tamamen imkânsız olmamakla beraber, edimin ifası çok zorlaşmış ve sözleşme sonucu gerçekleşecek edimden çok daha ağır mali külfet getirecek bir hal almış olabilir.

Bu durumda sözleşmenin ifası hâlâ mümkün olmakla beraber, sözleşmenin değişen şartlar altında ifası, karşı edim ile dengesini yitirmiş ve borçlu açısından ağır mali yük getirmiştir. Sözleşme kurulduktan sonra gerçekleşen değişiklikler sözleşmenin bir tarafı için katlanılmaz durumda ise mağdur taraf sözleşmenin uyarlanmasını, feshi ya da sözleşmeden dönmeyi talep edebilecektir.

Sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 138. maddesinde düzenlenmiştir. Uyarlamanın uygulaması tartışmalıdır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2014/13-1614 esas, 2014/900 karar sayılı, 12.11.2014 tarihli kararı ile dövizle düzenlenen kredi sözleşmelerinde uyarlamanın koşullarından olan öngörülmezlik unsuru oluşmadığı için uyarlamanın uygulanamayacağına karar vermiştir.

Fakat yaşanan süreç, Corana Virüsünün Pandemi ilan edilmesi, yaşanan vahim gelişmeler, ilerleyen süreçte birçok hukuki ilişkiyi ve sözleşmeyi çekilmez, katlanılamaz hale getirebilecektir.

Bu anlamda, yaşanan gelişmelere göre, yürürlükte olan düzenlenmiş bütün sözleşmelerin, Corana Virüsü nedeniyle oluşan toplumsal ve ekonomik etkileri dikkate alınarak açılacak bir dava ile Türk Borçlar Kanunu’nun 138.maddesi uyarınca, sözleşmenin yeni koşullara uyarlanması, uyarlama işlem temelini onaramaz ise sürekli edimli sözleşmelerde fesih talep edilebilecektir.


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 

2 Caroni, sf.237.

3 Bischoff, Jacques; Vertragsrisiko und clausula rebus sic stantibus.

4 Fikret Eren,Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.449.

5 Oğuzman/Öz, s.142; Keller/Schöbi, s.254; Kramer, Art.18,N.274; Jaggi/Gauch, Art.18,N.571; Bischoff,s.31; Kemal Tahir Gürsoy, Hususi Hukukta Clausula Re-bus Sic Stantibus, Emprevizyon Nazariyesi, 1950, Sh: 50 vd.; Kemalettin Birsen, Medeni Hukuk Dersleri, 1945, Sh: 73 vd.; Ferit Hakkı Saymen, Türk Medeni Hukuku, Cilt: l, Umumi Prensipler, 1948, Sh: 285 vd.; Borçlar Hukuku, Tekinay/Akman/Burçaoğlu/Aktop, Sh: 492; Oğuzman, Sh: 122, İbrahim Kaplan, Hakimin Sözleşmeye Müdahalesi, Ankara-1987, Sh: 112 vd.; Hatemi/Serozan/Arpacı, Borçlar Hukuku Özel Bölüm, İstanbul - 1992, Sh: 186 vd.;

6 Kaplan,s.112 vd.; Oğuzman/Öz, s.122; Keller/Schöbi, s.254; Kramer, Art.18,N.273; Jaggi/Gauch, Art.18,N.571 vd.; Bischoff,s.31 vd.

7 Gürsoy, Clausula, 89; Akyol, Dürüstlük,82; Kaplan, 161; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, 783; Bischoff 31; Köbler, 274, Oftinger, 616.

8 Ayşe Arat, Sözleşmenin Değişen Şartlara Uyarlanması, 95.

9İbrahim Kaplan, Hakimin Sözleşmeye Müdahalesi, Ankara-1987, s.147,148.

10 Ayşe Arat, Sözleşmenin Değişen Şartlara Uyarlanması, 95,96.

11 İbrahim Kaplan, Hakimin Sözleşmeye Müdahalesi, Ankara-1987, s.148.

12 Ayşe Arat, Sözleşmenin Değişen Şartlara Uyarlanması, 99.

13 Fikret Eren, İlliyet Bağı, s.176

14 Fikret Eren, s.543.

15 Kramer, Art.18, N.346; Jaeggi/Gauch, Art.18, N.679-680; Bischoff, s.190 vd.; Deschnaux, SPR,II,s.202 vd.;

16 Feyzioğlu, II,s.471; İmre, s.300; Atabek, Batıder,1984, s.4, s.91; BGE 101 II 19 vd.; Jaeggi/Gauch, Art.18, N.681-682-683; Kramer, Art.18,N.348 ve 349; Yargıtay 11.HD.21.10.1986 tarih, 86/4569-5444 sayılı kararında “..calusula rebus sic stantibus ilkesinin uygulanabilmesi için 1-Sözleşmenin yapılmasından sonra fevkalede bir durumun meydana gelmesi 2-Bu durumun önceden tahmin olunamaması veya tahmin olunup da iki tarafça göz önüne alınmamış olması ve 3-Bu yeni durumun edalar arasında hüsnüniyetle aykırı bir fahiş fark meydana getirmiş olması şartını aramaktadır. .”

17 İbrahim Kaplan, s.150; Baykal, s.246; Eren, 450.

18 Gürsoy, Clausula, 153; Baykal, s. 250.

19 YKD,1995/06

20 “…KARAR : Dava, sözleşmenin uyarlanması istemine ilişkindir.

Davacı, 15.08.2008 tarihinde davalı bankadan dövize endeksli TL olarak 9.354.000 Japon Yeni tutarında 99.000- TL’lik 60 ay vadeli konut kredisi kullandığını, ancak ekonomik kriz nedeniyle Japon Yeni’nin TL karşısında aşırı değer kazandığını, işlem temelinin çöktüğünü, geri ödeme miktarının arttığını ileri sürerek, sözleşmenin 4077 Sayılı Kanunun 6. maddesine göre standart sözleşme olduğunun ve haksız şartlar içerdiğinin tespitine, Kanunun 10/B maddesi gereğince sözleşme öncesi bilgi formu verilmemesi nedeniyle sözleşmenin geçersiz olup olmadığının tespitine, sözleşmenin geçersiz olduğu tespit edilirse borcun Japon Yeni karşılığı TL olarak verildiği tarihten itibaren yüksek kurdan ödenen fazla miktarın BK.61 ve devamı maddeleri gereğince iadesine veya borçtan mahsubuna, sözleşmenin geçerli olduğu kanaatine varılırsa kredinin aylık taksitlerinin borç verilen tarihteki TL karşılığına çekilmesine ve bu miktarda sabitlenmesine, dosya masrafı olarak ödenen 900-TL’nin de iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, davacının kendi iradesi ile döviz cinsinden kredi kullandığını, uyarlama koşullarının bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davacının sözleşme tarihinde TL karşılığında kredi kullanmış olsaydı 143.771,14-TL ödeme yapacağı gerekçesiyle sözleşmenin uyarlanması talebinin kabulüne, davacı tarafından kredinin kullanıldığı tarihten itibaren aylık 2.396,19-TL üzerinde yapılan fazla ödemelerin borcundan mahsubuna ve sonuç olarak toplam 143.771,14-TL borç üzerinde yaptığı ödemenin davalı bankaca geri ödemesinin yapılmasına, 900-TL dosya masrafı iadesine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire’ce metni aynen yukarıda başlık bölümünde alınan ilam ile bozulmuştur.

Mahkemece, “… Davacının konut almak için Japon Yeni endeksli tüketici kredisi kullandığı, sözleşme tarihinden sonra söz konusu yabancı paranın Türk Lirası karşısında öngörülemeyen bir biçimde değer kazanması ile edimler arasındaki dengenin büyük oranda bozulduğu, bunun sözleşmenin uyarlanmasını gerektiren sebeplerden olduğu, kredi taksitlerinin tamamı ödenmeden dava açıldığına göre edimlerin henüz ifa edilmemiş olması şartının da mevcut bulunduğu anlaşılmış,…” gerekçesi ile direnilmiştir.

Direnme kararını, davalı vekili temyize getirmektedir.

Bozma ve direnme kararı kapsamlarına göre Hukuk Genel Kurul’u önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında düzenlenen “Konut Finansman Kredi Sözleşmesi”nin uyarlama koşullarının oluşup oluşmadığı; buradan varılacak sonuca göre sözleşmenin uyarlanmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada, kurulmuş bir sözleşmede sonradan ortaya çıkan bazı olgular nedeniyle değişiklik yapılabilmesi, bugün çağdaş tüm hukuk sistemlerinde kabul edilen, beklenmeyen hal (Emprevizyon) veya Clausula Rebus Sic Stantibus Kuramının koşullarının gerçekleşmiş olması halinde mümkün görülmektedir. Bu kuramın, borçlunun şartları ne olursa olsun mutlaka akde sadık kalmasını zorunlu gören, bir bakıma artık eskimiş olarak nitelendirilebilecek Ahde Vefa veya Pacta Sunt Servanda Kuramını sınırlamak için konulduğu benimsenmektedir.

Beklenmeyen hal (Emprevizyon) kuramı, şöyle açıklanmaktadır: “Akit yapıldığı sırada mevcut bulunan şartlar önemli surette değişmişse taraflar akitle bağlı olmamalıdır. Buna “Clausula Rebus Sic Stantibus” (Beklenmeyen Hal Şartı) denmektedir. Bu görüş öğretide “Emprevizyon Teorisi” adıyla anılmaktadır. Öğretide, sözleşmenin, yapıldığı andaki durumun değişmeyeceği şeklindeki bir zımni kabul ile yapıldığı, aynen uygulanmasının taraflarca bu zımni şarta bağlı tutulduğu varsayılmaktadır (Tekinay /Akman/ Burcuoğlu/Altop, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 7.Bası İst.1993. s.1005).

Akitlerin ifasını şartların değişmemesine bağlayan (Clasula Rebus Sic Stantibus) fikri gerçeğe tam olarak uygun değilse de, ahde vefa prensibine kesin ve sıkı sıkıya bağlılığında her zaman adil olmadığı görülmektedir. Bugün İsviçre-Türk Hukukunda çoğunlukla dayanılan esas, uyuşmazlıklara dürüstlük kuralı uyarınca çözüm bulunmasıdır (Prof.Dr.Kemal Oğuzman, Borçlar Hukuku Dersleri,Cilt 1, 4.Bası, İst.1987, s.123; Prof.Dr.Rona Serozan, Borçlar Hukuku, Genel Bölüm, İfa, İfa Engelleri, Haksız Zenginleşme 3.Cilt, İst. 1994, s.164; İbrahim Kaplan, Hakimin Sözleşmeye Müdahalesi, Ank.1987, S.112, Prof. Dr.Haluk Burcuoğlu, Hukukta Beklenmeyen Hal ve Uyarlama, İst.1995 S.4. İsviçre Hukuku için Bkz.Eugen Bucher, Schweizer Isch’es Obligationenrecbt Allgemeiner Teil, 2.Bası, Zürich 1988, s.385 vd. Henri Deschenaux, Le Titre Preliminaire Du Code Civil,Fribourg 1969, S.183).

Mukayeseli Hukuk açısından konu irdelediğinde; Alman Hukukunda Beklenmeyen Hal veya Clausula Rebus Sic Stantibus kuramının daha da somutlaştırılarak kabul edildiği ve İşlem Temelinin Çökmesi Kuramı olarak adlandırılan bir kuramın geliştirildiği görülmektedir. Buna göre, sözleşmenin temelini teşkil eden, kendisi üzerine anlaşmanın dayandığı ve karşılıklı edimlerin tayin olunduğu edim ve karşı edim arasındaki dengenin taraflardan biri için artık çekilmez, katlanılamaz biçimde bozulduğu hallerde, işlem temelinin çökmesi söz konusu olacaktır (Bkz.Jozef Esser/Elke Schmidt, Schuldrecht,Band 1, Allgemeiner Teil,Heidelberg 1984 s.330 vd, Serozon age.s.164 vd).

İsviçre Hukukuna gelince;Yargıcın bir sözleşmenin dönme ya da fesih suretiyle ortadan kalktığını veya Emprevizyon nedeniyle sözleşmenin uyarlanması gerektiğini kabul edebilmesi için, şu koşulların varlığı aranmaktadır:

a) Öngörülmez bir dış olayın sebep olması: Söz konusu dış olay, bir kişi olayı olmamalıdır. Diğer taraftan bu olay öngörülemez olmalı ve sözleşmenin dengesi, yargıçtan müdahale talep eden tarafın kusurundan kaynaklanmaksızın bozmuş olmalıdır.

b) Sözleşme ekonomisinin bozulması: Yargıç, yalnızca sözleşme henüz ifa edilmediği takdirde Emprevizyon Kuramı çerçevesinde müdahale edebilir. Öngörülemez olgular, taraflar arasındaki dengeyi bozmuş olmalıdır. Bu hal özellikle sinallagmatik sözleşmelerde, edim ve karşı edim arasındaki ilişkinin bozulmasında söz konusu olur.

c) Objektif olarak katlanılması beklenebilecek rizikonun aşılmış olması gerekir. Federal Mahkeme içtihatlarında denge bozukluğunun önemli, açık ve aşırı olması aranmaktadır. Bu nedenle, her somut olayda, objektif bir değerlendirme ile, emprevizyon kuramını ileri süren tarafın üstlenmesi gereken azami rizikonun belirlenmesi gerekir. Eğer bu riziko aşılmışsa, yargıç sözleşmeye el atabilecektir (Bkz.Henri Deschenaux a.g.e s.189-190).

Türk hukukunda, mehaz kanundaki uygulamalar doğrultusunda, M.K.nun 2. maddesinden de esinlenilerek, hem Clausula Rebus Sic Stantibus ilkesi, hem de İşlem Temelinin çökmesi kuramı uygulanmak suretiyle, uyarlanma davalarının görülebilir olduğu benimsenmiştir. İşlem Temelinin Çökmesi kavramının uygulanabilmesi için, sonradan meydana gelen değişikliklerin önceden teşhis ve tahmin edilememiş olması gerekir (Bkz.Prof Dr.Kemal Tahir Gürsoy, Hususi Hukukta Clausula Rebus Sic Stantibus, Emprevizyon Nazariyesi 1950 s.59-60).

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Aşırı İfa Güçlüğü” başlıklı 138. Maddesinde, “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.

Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.

İşlem Temelinin Çökmesi ilkesinin somut olaya ne şekilde uygulanacağı hususu da irdelenmelidir. Yukarıda anıldığı gibi, uyarlama kurallarının uygulanması için öngörülmez bir dış olayın meydana gelmesi gerekir.

Bilindiği gibi, Türkiye Ekonomisinin alınan tedbirlere rağmen istikrarlı bir duruma gelmediği bilinen bir gerçektir. 1 Temmuz 1944 tarihinde Uluslararası Para Fonu’nun kurulmasından sonra ülkeler paralarını Amerikan Dolar’ına göre tanımlamışlar, gerçekçi bir kur politikası arayışı içinde Türk Lirası 7 Eylül 1946’da ABD doları karşısında % 50 oranında devalüe edilerek bir ABD doları 280 kuruş olmuştur (Prof.Dr.Erdinç Tokgöz-Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi-Ankara 2001, s:121).

16/7/1958 tarihinde yapılan büyük çaptaki kur ayarlaması ile bir ABD dolarının değeri 260 kuruştan 980 kuruşa çıkarılmış, Türk parasının değeri ABD dolarına göre aşırı derecede düşürülmüş, bu uygulama yıllar boyunca devam etmiştir. 10.8.1970 tarihinde yeni bir devalüasyon kararı alınarak Türk Parasının değeri yabancı paralar karşısında % 66 oranında düşürülmüş, 1 Amerikan doları 15 TL. olmuştur. Bu uygulama ile, başta yabancı paralar olmak üzere, kira bedelleri, her çeşit işçilik, malzeme ve mamul eşya fiyatları aşırı derecede artmış, enflasyon yıllar itibariyle üç haneli rakamlara ulaşmış, günlük ve gecelik faizler faizler düşünülmeyecek kadar artmıştır.

Nitekim, 24 Ocak 1980’de yürürlüğe konan “İstikrar Tedbirleri”ne rağmen ekonomi tarihimizde ilk kez 1946’da % 104 olan üç rakamlı enflasyon, 1980’de % 107 olmuştur. Bu nedenle 1980 yılında 35 TL.den 77,5 TL.ye çıkarılan Dolar kuru, 1981 yılında ikinci kez yapılan % 100’e yakın bir ayarlama ile 142 TL.ye çıkarılmıştır. Bu devalüasyon kararından sonra Bakanlar Kurulu, 27 Ocak 1984 tarihinde Merkez Bankası’nca TL. nin dolar karşısında % 13,6 oranında devalüe edilmesini onaylamıştır. 5 Nisan 1994 tarihinde bilinen ekonomik kararlar alınmıştır. Bu kararlar sonucunda borsalar, para piyasaları, banka kredi faizleri aşırı derecede artmış; Ocak 1994 ayına göre yabancı paralardaki artış % 250-% 300’lere ulaşmıştır.

Türk parasının yabancı paralar karşısındaki değer kaybının engellenmesi ve yükselen enflasyonun düşürülmesi amacıyla, T.C. Merkez Bankası 10 Aralık 1999 tarihinde, “Döviz Çıpasına Dayalı İstikrar Programı”nı açıklamış; ancak 27 Kasım 2000 tarihinde bankacılık sisteminden kaynaklanan kriz nedeniyle, repo faizleri ve iç faizler rekor düzeyde yükselmiştir. Krizin giderek derinleşmesi sonucu döviz piyasalarından kaynaklanan Şubat 2000 krizi yaşanmış, ekonomideki bu açmazlar sonucunda hisse senedi borsaları çökmüş, bankalara Devlet el koymak zorunda kalmıştır. Türkiye İMF’ye başvurarak ekonomisine bir yön vermeye çalışmıştır. Merkez Bankası ciddi para politikalarına yönelmiş, 21.2.2001 tarihinde “Döviz Çıpasına Dayalı Sabit Kur” dan dalgalı kura geçilmek suretiyle Doların, faizin, enflasyonun aşırı artmasına engel olmaya çalışılmıştır.

23.12.1999 tarihinde bir ABD doları 534.000 TL.iken 21.2.2001 tarihinde 687.000 TL. olmuş,11.7.2002 tarihinde 1.700.000 TL.olan ABD doları Irak savaşı sırasında 18.4.2003 tarihinde 1.790.000 TL.ya, bu kararın verildiği tarih itibariyle piyasa şartları sonucu 2.258,00 TL. olmuştur.

Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde:

Taraflar arasındaki (davaya konu) konut kredi sözleşmesi 15.08.2008 tarihinde düzenlenmiş, davacı TL (YTL) üzerinden kredi kullanma imkanı varken, Japon Yeni üzerinden dövize endeksli konut kredi kullanmıştır. Yaklaşık üç yıl boyunca da kurda aşırı bir değer artışı meydana gelmediğinden, davacı kullandığı kredi taksitlerini ödemiştir.

Yukarıdan beri açıklandığı gibi, Türkiye’de yıllardan beri ekonomik paketler açılmakta, ancak istikrarlı bir ekonomiye kavuşamamaktadır. Devalüasyonların ülkemiz açısından önceden tahmin edilemeyecek bir keyfiyet olmadığı, kur politikalarının her an değişebileceği bir gerçektir. Devalüasyon ve ekonomik krizlerin aniden oluşmadığı, piyasadaki belli ekonomik darboğazlardan sonra meydana geldiği bilinmektedir.

Ülkemizde 1958 yılından beri devalüasyonlar ilan edilmekte sık sık para ayarlamaları yapılmakta,Türk parasının değeri dolar ve diğer yabancı paralar karşısında düşürülmektedir.Ülkemizdeki istikrarsız ekonomik durum davacı tarafından tahmin olunabilecek bir keyfiyettir. Somut olayda uyarlamanın koşullarından olan öngörülmezlik unsuru oluşmamıştır.

Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu’nun 15.10.2003 gün ve 2003/13-599 E.-2003/599 K.; Hukuk Genel Kurulu’nun 07.05.2003 gün ve 2003/13-332 E.-2003/340 K.sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

Bu nedenle; aynı hususlara değinen, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup; direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen “ Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 12.11.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.