Ebû Mansûr el-Matüridî'nin itikadî konulardaki görüşleri etrafında oluşmuş bir mezhep olan Matüridilik, İslâm inanç tarihinde Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat olarak bilinen ana akımın temsilcilerinden biridir.

Matüridî mezhebinin temellerini atan ve ana fikirlerini ortaya koyan İmam-ı Azam Ebu Hanife olup onun görüşleri Ebu Yusuf, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, Ebu Mutî' el-Belhi, Hammad b. İsmail gibi öğrencileri kanalıyla yayılmış özellikle Ebu Yusuf'un Bağdat kadılığına getirilmesinin ardından Horasan ve Maveraunnehir bölgelerine gönderilen kadılar buralarda Ebu Hanife'nin görüşlerinin yayılmasını sağlamışlar, açtıkları medreselerde Hanefi mütekelllim ve fakihlerin yetişmesini sağlamışlardır. Bu fakih ve mütekellimlerden biri de İmam Matüridî'dir.

Özbekistan'ın Semerkand şehri yakınında bulunan Matürid mahallesinde tahminen 852 yılında doğmuş olan Ebû Mansur el-Matürîdî, 944 yılında vefat etmiş ve cenazesi Semerkand'ın Cakerdîze mahallesindeki bilginlerin gömüldükleri mezarlığa defnedilmiştir.

İmam Matüridî pek çok eser telif etmiş olup bunların sadece iki tanesi günümüze ulaşmıştır. Söz konusu eserlerden biri Tevilâtü'l-Kurân veya Te'vilatü Ehli's-Sünne adlarıyla anılan tefsiri, diğeri ise Kitabü't-Tevhid adlı kelâm kitabıdır.

Yaşadığı dönemde değeri anlaşılmayan İmam Matüridî, hak ettiği ünü öğrencileri ve mensupları tarafından ona yapılan atıflar sayesinde yakalamıştır. Onun öğrencilerinin başında Hakîm es-Semerkandî (ö. 953) gelir. Semerkant kadılığı esnasında verdiği isabetli kararları sebebiyle ona hakîm unvanı verilmiştir. Onun es-Sevadü'l-A'zam adlı eseri, döneminde resmî akide kitabı olarak kabul edilip medreselerde okutulmuştur. Matüridî'nin öğrencilerinden biri de Ebül-Hasan Ali b. Saîd er-Rüstüfağnî (ö. 956)'dir. Semerkand'ın yakın köylerinden Rüstüfağn'da doğmuş olup İmam Matüridî'nin görüşlerini benimseyen ve nakleden alimlerdendir. Ebu Hanife ve İmam Matüridî'nin görüşlerinin yayılmasında etkili olan kişilerden biri de Ebu'l-Leys es-semerkandî (ö. 983) olup Beyanu akîdeti'l-usûl adlı eseri ile Ehli sünnetin inanç esaslarını Âmentü biçiminde özetlemiş, İmam-ı Azam Ebû Hanîfe'nin el-Fikhu'l-ekber adlı risalesine yazdığı şerh ile de Hanefî-Matüridî görüşlerin yayılmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Aynı çizgide yürüyen ve eserlerinde Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat tabirini kullanan alimlerden biri de Ebu'l-Yüsr el-Pezdevî (ö. 1100)'dir.

Bu zevatın Hanefî-Matüridî hareketinin gelişmesine katkılarına rağmen Maturidiyye mezhebini geliştiren kişi olarak Ebül-Muin Meymun b. Muhammed en-Nesefi (ö. 1115) kabul edilir. O, İmam Matüridî'nin görüşlerini sistemleştirip derinleştirmek ve muhalif firkalara karşı onu savunmak suretiyle mezhebin köklü bir hareket hâline gelmesini sağlamıştır. O, Tabsıratü'l-edille, et-Temhid li-Kavaidi't-Tevhid ve Bahrul-Kelâm fi Akaidi Ehli'l-İslâm adlı eserleri ile de Matüridiyye'ye büyük katkılarda bulunmuştur. Ebü'lMuîn en-Nesefî'nin öğrencisi olan Ebu Hafs Necmüddin Ömer en-Nesefî (ö. 1142) Akaid Risalesi'nde Matüridiyye mezhebinin inanç esaslarını kısa, öz ve sistematik bir şekilde kaleme almıştır. Nesefî'nin diğer bir öğrencisi ise İmam Matüridî'nin Tevilatü'l-Kur'an adlı tefsirine şerh yazan Alaeddin es-Semerkandî'dir (ö. 1144). Hanefî-Matüridî tarihinde önemli bir yere sahip olan diğer bir mütekellim de Siracuddin Ali b. Osman el-Uşî'dir (ö. 1179). Onun, Matüridî akaidini manzum olarak özetleyen Kasîdetü'l-Emâlî adlı eseri medreselerde ders kitabı olarak okutulmuş ve ezberletilmiştir. Matüridî mezhebinde önemli bir kelamcı da Nureddin es-Sâbûnî (ö. 1184) olup el-Kifâye fi'l-hidaye, bunun muhtasarı olan el-Bidâye fi usûli'd-din ve el-Münteka min ismeti'l-enbiya adlı eserleri bulunmaktadır. Ayrıca el-Hâdi fi usuli'd-din adlı eseri müellifi olan Ömer b. Muhammed el-Habbâzî (ö. 1292), eserlerinde Kelâm ve Tasavvuf yöntemlerini birlikte kullanan Ubeydullah es-semerkandî (ö. 1301) ve Ebul-Berekat en-Nesefi (ö. 1310) Matüridilik tarihinde önemli yere sahip kelam alimleridir. Osmanlı döneminde ise Hızır Bey (ö. 1459), Taşköprizade (ö. 1560), Molla Hayalî (ö. 1470), Beyazîzâde (ö. 1687) gibi âlimler Matüridî kelâmına dair eserler yazmışlardır. Matüridî mezhebi İslâm coğrafyasının büyük bir kısmında özellikle de Çin, Hindistan, Pakistan, Afganistan, Orta Asya, Kafkasya, Anadolu ve Balkanlarda yayılmıştır.

Dinde akıl-nakil dengesini savunan alimlerin başında gelen İmam Matürîdî, Kitabü't-Tevhid adlı eserine taklidî red ve dinin delille bilinmesinin gerekliliği ile başlar; akıl ve naklin dini bilmenin iki temel yolu olduğunu kaydeder. Söz gelimi duyulur âlemin sırlarını öğrenmek, yaratıcının varlığını bilmek ve nasları anlamak için aklın gerekli olduğunu, nakil olmadan da aklın bazı hususları bilebileceğini fakat aklın mutlak olarak vahyin önüne geçemeyeceğini söyler. Allah-insan ilişkisini, Allah-tabiat ilişkisinden farklı düşünerek insana kendi fiillerinde daha belirleyici bir rol yükler. Matüridî'ye göre kendisine hakîm (hikmet sahibi) ismini veren Allah, boş ve abes işlerden münezzehtir. O'nun her işinde hikmet vardır. Yüce Allah gerek teklifi hükümlerinde gerekse yarattığı işlerinde bir zorlayan olmaksızın hikmeti irade eder. Çünkü O muhtar, serbestçe dileyen ve dilediğini yapandır. İmam Matüridî'nin kelâm sisteminde akıl, bilgi ve hikmet anahtar kavramlardır. Bilginin geliştirilmesini sağlayan akıl, hikmetin anlaşılmasını sağlayan da gaye ve illettir. İnsan hikmeti ararken bilgisi artmakta, bilgisi arttıkça da yeni yeni hikmetleri keşfetmektedir.

İmam Matüridî'ye göre evren her biri bir hikmete dayanan farklı tabiatlar üzerine bina edilmiştir. Bu yapı fenayı (yokluğu) değil, bekayı (sürekliliği) hedeflemektedir. İnsanoğlunun bu yapıda birleşenleri bir araya getirmesi ve farklılıkları ayırması akıl sayesinde mümkün olabilmektedir. Ayrıca insanlar arasında nefis, ihtiras, öfke ve nefret gibi duygulardan kaynaklanan mücadele söz konusudur. Bu hususlarda hikmeti arayacak, insanları uzlaştıracak, onları fenaya neden olacak çekişme ve ayrılıktan alıkoyacak bir "asıl'a ihtiyaç vardır. İnsanların idraklerinin ulaşabileceği nihai noktaya kadar bu aslı aramaları gerekmektedir. Söz konusu aslın bilinmesinde öncelikli mesele insanların bir yaratıcı (hâlik) ve yöneticilerinin (müdebbir) olduğu şuurudur. Bu yaratıcı kendilerini ve ihtiyaçlarını sürdürmelerinin yollarını en iyi bilen rahmet ve merhamet sahibi biridir. O, insanları hırs, öfke, nefret gibi duygulara sahip olan nefisleriyle baş başa bırakmayacak, aksine onlara kılavuzluk edecek birilerini görevlendirecek ve ona insanları ikna edebileceği bir kanıt verecektir. İnanç sistemini Âmentü'nün altı esasi üzerine bina eden İmam Matüridî'ye göre inanmak için tek başına bilgi yeterli değildir. Çünkü bir şeyin mahiyetini bilmek, onu tasdik etmek anlamına gelmez. Bu sebeple kalpteki iman, bilmekten öte bir şeydir. Ancak bilgi, kalple tasdikin oluşmasında önemli rol oynar. İslâm dininde iman esaslarının başında Allah'a iman gelir. Mü'min öncesi ve sonrası olmayan (ezelî ve ebedî), her şeyi bilen, yoktan var eden, kudret ve irade sıfatlarına sahip bulunan Allah'a imanla yükümlüdür. Bu sıfatlar Allah'ın zât'ının aynı olmadığı gibi gayrı da değildir. Allah'ın varlığı ve birliği naslar yanında akılla da bilinebilir. Kâinattaki varlıkların hareketlerini düzenleyen, bir nizam ve ahenk içerisinde olmalarını sağlayan varlık eşi ve benzeri bulunmayan yüce Allah'tır. Maturidi'nin kelam sisteminde önemli bir esas da kulların irade özgürlüğüdür. O, irade özgürlüğünü şu şekilde ele alır: Bir Allahu Teâlâ'ya ait olan ve her şeyi kuşatan külli irade, bir de kullara ait olan, onların karşılaştıkları her konuda karar verirken kullandıkları cüz-i irade vardır. İnsanlar bu iradeyi kullanarak eylemlerine karar verirler. Allahu Teâlâ insanı iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı, güzeli-çirkini ayırabilme yeteneğine sahip olarak yaratmıştır. Bu yeteneğin temelinde akıl vardır. İnsanlara, peygamberler aracılığı ile ise yapmaları ve yapmamaları gereken hususlar bildirilmiştir. Bundan sonrası insanın kendi ile baş başa kalmasıdır ki, bu noktada insanoğlu Allah'ın kendisine vermiş olduğu cüz'î iradeyi kullanır. Böylece de Allah kulunu denemiş yani imtihan etmiştir. İmam Maturidî, yaşadığı dönemde hem akıllarını kullanmayarak sadece nakille yetinenlerle hem de akıllarını vahyin önüne koyanlarla mücadele etmiştir. O, bu hususta büyük aşama kaydetmiş ve İslâm dünyasının çok geniş bir kesiminde yorumları ve değerlendirmeleri dikkate alınan bir âlim olmuştur.

Sosyal Bilimler Ansiklopedisi 3/İlyas Çelebi