Bazen insan çaresiz hissediyor kendini. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyor. Bildiklerinin yaşadıklarının sonucu olduğunu düşündükçe, önüne gelen, geçmişte yaşadıklarına benzemeyen sorunlar karşısında ne yapması gerektiğine karar veremiyor.

Öğrenilmiş çaresizlik hepimizin içinde az ya da çok var. Hepimiz bir şeyleri defalarca deniyor, yanılıyor, başaramıyoruz. Sonra bir daha yanılmamak için, bir daha denememeyi öğreniyoruz. Bu sırada şartlar değişiyor. Eğer denersek başarılı olabilece­ğimiz bir hale geliyor ama biz ezberlediğimiz gibi yaşamaya devam ediyoruz. Böylece başarısızlığı öğrenmiş oluyoruz.

Öğrenilmiş çaresizlik ve atalet, insanın potansiyelini kendinden çalıyor. Düşlerimizi çürütüyor. Özgüvenimizi eritiyor, ce­saretimizi kırıyor. Aslanı kediye çeviriyor. Kazanmayı değil, kaybetmeye katlanmayı öğretiyor.

Dedim ya, insan bazen kendini çaresiz hissediyor.

Akşam, televizyonun karşısında uzun uzun haber programlarına baktım. Birbirini tekrar eden cümlelere, kutuplardaki ayıların dramına, evlilik programlarının kaldırılıp kaldırılmayacağı üzerine sohbetlere, ses yarışmalarında jürinin nasıl dönmediğine… O kadar önemli bir süreç yaşıyorken Türkiye, televizyon kanallarının her şey kusursuz ve mutlu, lay lay lom, lay lay lom şeklindeki tavrına kızıp televizyonu kapattım. Uykum gelmeden yatmayı, çarşafla yorgan arasında dolanmayı hiç sevmem. Ama yine de, uykum gelmediği halde yattım öğrenilmiş çaresizliğimle kucak kucağa.

Günbatımının alacasında önce mavi gözlerini fark ettim. Biraz dinginlik, biraz sevgi, biraz umut vardı sanki masmavi bakışlarında. Deniz kenarındaki bir bankta oturuyordu, üzerinde örgü süveteri, beyaz gömleği ile bacak bacak üstüne atmıştı. Denizden hafif bir yel esti, alnımdaki terleri hissettim. Ayakta kalakaldım karşısında. Ne bir şey diyebildim, nede yerimden kıpırdayabildim. Hayalle gerçek, çareyle çaresizlik arasında.

-“Gel otur bakalım” dedi bankı işaret ederek.

-“Şey… Siz misiniz gerçekten?”

Gülümsedi muzipçe…

-“Gel otur hele, biraz sohbet edelim seninle evlat. Neden üzgünsün?”

-“Nasıl anlatayım? Siz neler olduğunu biliyor musunuz?”

-“Sıkma kendini biliyorum… Önce rahat ol. Tamam mı?”

-“Atam mahcubum sana. Yapamadık. Emanetine sahip olamadık.” derken başım öne eğildi. O sırada uzaklardan bir martı çığlığı duyuldu. Dipten derinden. Bir sigara yaktı. Derin bir nefes çekti, ufka bakarken dediklerimi düşündü sanki o an.

-“Ne yapabiliriz? Ne olur bir yol göster. Bir şey söyle bizlere…” kelimeler boğazımda düğümlendi sanki.

-“Sen okumadın mı?”

-“Neyi Atam?”

-“Size yazdığım mektubu.”

Ne mektubu dersem, saygısızlık yapacağımdan korktum. Sustum. Ama o gözlerimdeki ürkek bakışlardan anladı ne düşündüğümü.

-“Evet, böyle bir durumda ne yapılması gerektiğini, ben yazıp bırakmıştım hâlbuki…”

-“Ne yapmalıyız? Görevimiz…”

-“Hatırlayacak mısın bakalım? İlk cümlesini söyleyeyim. Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.”

-“Evet, gençliğe hitabe ya. Nasılda düşünemedim!”

-“Evet, evlat, gençliğe hitabede formül verilmişti. Okulda sınıflarda kocaman çerçevelerle astınız, ezberlediniz ama manasına bakmadınız, değil mi? Hadi bakalım ilk cümle de ne denmiş söyle bana.”

Yüzü kızarır mı insanın rüyasında. Kızarıyor işte.

-“Cumhuriyeti korumamız gerektiği söyleniyor…”

-“Hayırrrr. O kadar basit değil. Birinci vazife demek her şeyden önce ve asıl olan görev demektir. Türk vatandaşının öncelikle Cumhuriyeti ve bağımsızlığı koruması gerekir. Bu birinci anahtar.”

-“Atam bu kavram şu aralar o kadar çok tartışılıyor ki. Bunu nasıl anlamalıyız?”

-“Bir kurumu yıpratmak isteyenler, önce kavramlardan başlar karıştırmaya. Oysa her şey o kadar açık ki, güneşi yeniden keşfetmenin hiçbir anlamı yok. Cumhuriyet, halkın iradesine dayanan, hiçbir kişi, kurum ve ülkeye ayrıcalık tanımayan bir yönetim şeklidir. Cumhuriyette insanlar değil, toplum öndedir. İnsanların değil, halkın iradesi önemlidir. Hiçbir birey, toplumun azınlığın veya çoğunluğun üstünde değildir.”

-“Ya bağımsızlık derken ne kastediliyor?”

-“Bağımsızlık, o ülkenin dünya devletlerinden hiçbirine ve onların çıkar ilişkilerine alet olmadan, dimdik ayakta olmasını gerektirir. Nasıl Cumhuriyeti kurarken, manda ve himayeye karşı çıktıysak, 100 yıl sonrada sizlerin emperyalist güçlerin oyunlarına karşı çıkmanız gerekir.”

-“Bağımsızlığı uluslararası ilişkiler açısından mı değerlendirmeliyiz?”

-“Sadece şablonlarla düşünmemeliyiz. Bağımsızlık evrensel bir kavramdır. Uluslararası ilişkilerde karşımıza çıkabileceği gibi, ülkemizin içinde de önümüze gelebilir?”

-“Nasıl?”

-“Türk istiklali derken, cumhuriyet rejiminin temelini oluşturan halkın iradesinin bağımsızlığı anlatılmaktadır. Cumhuriyet bir bina ise, bu binanın temeli, halkın iradesidir. Halkın iradesi, çoğunluk ve azınlık ayrımı yapmadan önemsenmelidir. Binanın temeli ile oynarsan o binayı yıkarsın.”

Tüylerim diken diken oldu… Dudaklarım kurudu. Bir şey diyemedim.

-“Yani, var olmanız ve geleceğiniz sadece buna dayanır. Bunun bilincinde olun. Bu varlığınızı korumanın en temel yoludur [1].

-“Cumhuriyete onca saldırı varken, darbe girişimi yaşanan bu koşullarda ne yapmalıyız?”

-“Her zaman Cumhuriyete saldıranlar çıkacaktır. Hem, emperyalist ülkeler, hem de yurt içindeki hainler buna kalkışacak. Geçmişte de saldırdılar, şimdi de saldırıyorlar, gelecekte de saldıracaklar. Sakın şaşırmayın. Hainler Sevr’de yapamadıklarını, yapmak için her koşulu değerlendireceklerdir [2].

-“Anadolu’nun kaderi hep hainlikler üzerine mi yazılmış? Atam, bazen çok çaresiz hissediyorum kendimi. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Bilmiyoruz…”

-“Çaresizlik insani bir duygu ve bunu hissetmek son derece normal. Önemli olan yaşanılanları doğru değerlendirmek ve gerçekleri görebilmek. Doğru ile yanlışı ayırt edebilmek. Eğer, Cumhuriyete ve bağımsızlığa bir saldırı olursa ve bu saldırı tartışmasız bir şekilde gözler önüne seriliyorsa, yapman gereken Cumhuriyeti savunmaktır. Bak şimdiden söyleyeyim, “benim mesleğim var, malım mülküm var, çoluk çocuğum var, üzerime baskı yapıyorlar, bana zarar verirler mi?” demeyeceksin.

Birde, bazen öyle koşullar oluşabilir ki, her şey olumsuz gelişebilir. Hainler içte ve dışta, büyük başarılar elde etmiş olabilir, zorla veya hile ile hukuksuz olarak vatanın bütün kurumları etkilenmiş olabilir, ülke içinde iktidara sahip olanlar büyük hatalar yapabilir, halk çaresiz ve zor duruma düşmüş olabilir. Sakın moralinizi bozmayın. Çaresiz değilsiniz. Görevinizi hatırlayın[3].

Gözlerim doldu, içim kaynamaya, yüreğim ısınmaya başladı birden sanki.

-“Evlat, bu koşullarda yapman gereken tek bir şey var. Cumhuriyeti ve bağımsızlığı her ne pahasına olursa olsun savun. Cumhuriyeti yıkmak isteyenlere izin verme, izin vermeyin. “Bunu nasıl yapcaz?” dersen eğer, dedelerinin geçmişte neler yaptığına dön bir bak. Neler yapacağını orada görebilirsin [4].

Deniz dokundu sanki yüzüme. Bir martı uçtu üzerimizden. Sigarasının dumanını hissettim. O sırada derinden bir zil sesi geldi. Baktık birbirimize bu nerden geliyor diye. Bana gülümsedi masmavi iki göz derinden derine.

Çalan saatin alarmını kapattığımda, gözümde iki damla yaş, genzimde deniz kokusu vardı hala…

 

akin-yakan---ataturk.jpg

 

 

 

[1] “Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir.”

[2]“ İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.”

[3]“Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.”

[4]“Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”