Ankara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Kağan Kadıoğlu'nun, TÜBİTAK çağrısıyla deprem bölgesinde yaptığı incelemede yıkılan ve ağır hasar gören binalarda dere kumu kullanıldığı ortaya çıktı. Prof. Dr. Kadıoğlu, 'Yıkılan binaların betonunda kullanılan agregalarında (betonun ham maddesini oluşturan karışım) hemen hemen tamamı dere kumu kullanılmış' dedi. Öte yandan deprem bölgesinde incelemelerde bulunan KOSTÜ Rektörü ve aynı zamanda AFAD Deprem Danışma Kurul Üyeliği de yapmış olan Prof. Dr. Muzaffer Elmas ise, 'Biraz üzülerek söylüyorum, temel mühendislik bilgisinin dahi yeteceği hususlarda akılalmaz yanlışlar olmuş.' ifadelerini kullandı.

Ankara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Kağan Kadıoğlu, Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremlerden etkilenen illerde çöken binalarda inceleme yaptı.

Kadıoğlu, binaların betonlarından örnekler aldıklarını belirterek, "Yıkılan binaların önemli bir bölümü eski. Bu binaların betonunda kullanılan agregalarında (betonun ham maddesini oluşturan karışım) hemen hemen tamamı dere kumu kullanılmış. Yasa gereği dere kumlarının kullanılması yasak değildir.

Hala yönetmelikte dere kumu kullanılıyor. Ancak bana göre özellikle deprem bölgesinde yasaklanmalı. Dere, genel anlamda taşıdığı kaya parçalarını içinde hareket ettirerek yüzeylerini yuvarlaklaştırır ve adeta bir cilalama işlemine tabi tutar.

Bu da taşlarda parlak ve kaygan bir yüzey oluşturur. Bu taşları çimento ile karıştırdığımız zaman çimento bunların üzerinde çok sağlam tutunmamaktadır. Nitekim, siz bir camın üzerine bir çimento koyduğunuz zaman tutmayacaktır. Dere kumullarının birinci zafiyeti bu" diye konuştu.

Prof. Dr. Kadıoğlu, dere kumlarının ikinci olumsuz tarafının ise dayanım güçlerinin zayıflığı olduğunu belirtti. Kadıoğlu, bu kumların bileşenlerinin farklı olmasından ve homojen davranış sergilememesinden dolayı binaların hareketi sırasında oturmalara ve kırılmalara neden olduğunu ve dolayısıyla dayanım güçlerinin de zayıf olduğunu aktardı.

'TESTLER DOĞRU SONUÇ VERMEZ'

Kadıoğlu, dere kumlarının en önemli olumsuz noktasının ise yapılan testlerde doğru sonuçlar vermemesi olduğuna dikkat çekerek, "Biz dere kumullarında yapacağımız alkali silika reaksiyon testlerini başarılı bir şekilde yapamıyoruz. Çünkü heterojen bir birleşime sahip olması, bir alanın 2-3 metrekare içerisinde değişim göstermesinden dolayı alacağınız hacimsel örnek bölgesinin tamamını temsil etmemektedir.

Yapacağınız deney sonuçları asla o alanı temsil etmez. Bu tip kumlardaki çakıl, çört gibi malzemelerin fazla olmasından dolayı, zaman içerisinde çimento ile reaksiyona girip çimentonun dayanım gücünü azaltarak kopmalarına neden olmaktadır. Yapmış olduğumuz çalışmalarla bunu tespit ettik" dedi.

Sahil kesimindeki binaların ömrünün diğer bölgelerdeki binalara göre daha düşük olduğuna işaret eden Kadıoğlu, "Binalardaki beton zaman içerisinde karbondioksitle reaksiyona giriyor. Çimentonun, özellikle betona dönüşmemiş kısmı kireçleşiyor. Yani çimento kirece dönüşüyor. İçerisindeki demir ne kadar tutucu olsa da kireçleşme dolayısıyla deprem sırasındaki hareketten dolayı demirin çimentodan sıyrılarak kopmasına neden oluyor.

Dolayısıyla demirler burkuluyor ve bükülüyor. Akabinde de kolonların kırılmasına neden olabilir. O yüzden yaşlı binalarda mutlaka beton analizi yapılması lazım. Beton analizi yapıldığında eğer bozulma yüzde 30’un üzerinde ise binanın riskli sınıfa girmesi gerekiyor. Bu tip binaların ya güçlendirilmesi ya da güçlendirilmesi gerekiyor" diye konuştu.

‘EN UYGUN MALZEME KIRMA TAŞ’

İnşaatta kullanılmaya en uygun kum ya da çakılın, kırma taştan elde edileni olduğunu söyleyen Kadıoğlu, "Kırma taşın yüzeyi pürüzlü olduğu için çimento ile reaksiyona girer. Çimento, kırma taşların pürüzlü yüzeyine nüfus ederek tutuculuk özelliğini artırmaktadır ve betonun ömrünü uzatmaktadır. Bu taşlar da mutlaka testlerden geçmesi gerekiyor. En önemli husus şudur; el karması ile kesinlikle beton hazırlanarak inşaat yapılamamalı. Hazır beton kullanılmalı. Bu beton silindirin içinde sürekli dönmeli. Agrega miktarı ve su miktarı katılarak beton hazırlanmalıdır" dedi.

'3 TEMEL HATA TESPİT ETTİK'

Kadıoğlu, deprem bölgesinde yıkılan binalarda 3 temel hatayı tespit ettiklerine dikkat çekerek, "Birincisi; binaların yaşlı olması ve buna rağmen bakıma alınmaması. İkincisi; dere kumu kullanımının çok fazla olması. Üçüncüsü ise zemin sıvılaşmasına dikkat edilmemesi. Bölge alüvyon yatağından oluşuyor ve yer altı su seviyesi çok yüksek olmasına rağmen zeminde hiçbir iyileştirme yapılmadan sağlam bir radye temel atılmasına rağmen binaların yan yattığını tespit ettik. Bina yapımı sırasında yapı denetimi kadar zemin denetimi de söz konusu olmalı" dedi.

'FAY HATLARININ OLDUĞU YERLER TARIM İÇİN MÜKEMMEL YERLERDİR’

Türkiye’nin deprem ülkesi olduğunu ve ülke sınırları içinde çok sayıda fay hattı bulunduğunu belirten Kadıoğlu, "Türkiye’de 7 şiddetinde deprem üretebilecek 25-30 civarında fay hattı sayabilirsiniz çok rahat bir şekilde. Fay hattının geçtiği zonlarda 8 metreye varan atımlar tespit ettik.

Siz istediğiniz kadar sağlam bina yapın, istediğiniz kadar zemin etüdü yapın, eğer fay hattının üzerinde bina yaparsanız ve 8 metrelik bir atıma denk gelirse bu bina ya yan yatacaktır ya da bir şekilde takla atıp düşecektir. Fay hattından uzak alanlara yerleşim alanları yapacağız. Fay hatlarının olduğu yerlerde toprak verimi ve yer altı su kalitesi çok çok iyidir. Buraları tarım arazisi yapacağız, buralar tarım için mükemmel yerlerdir" diye konuştu.

PROF. DR. MUZAFFER ELMAS'TAN AÇIKLAMA

Kocaeli Sağlık ve Teknoloji Üniversitesi’nde düzenlenen konferansta Rektör Prof. Dr. Muzaffer Elmas, deprem bölgesinde edindiği gözlemleri aktardı. Uzmanlık alanı inşaat mühendisliği olan ve birçok depremde görev yapan Rektör Elmas, depreme dayanıklı bina yapmanın basit olduğunu fakat yapılardaki eksikliklerin büyük yıkımlara sebep olduğunu vurguladı. Elmas, bölgedeki gözlemlerini slaytlar ve fotoğraflar üzerinden de katılımcılara sundu.

"AKILALMAZ YANLIŞLAR OLMUŞ"

AFAD Deprem Danışma Kurul Üyeliği de yapmış olan KOSTÜ Rektörü Prof. Dr. Muzaffer Elmas, "Hem Türkiye Bilimler Akademisi olarak hem de KOSTÜ olarak deprem bölgesine 4 günlük bir inceleme ziyaretinde bulunduk. Elazığ’dan başlayıp Malatya, Kahramanmaraş, Adıyaman, Nurdağı, Kırıkhan, Hatay Antakya bölgelerinin tamamını dolaşma fırsatımız oldu.

Tabii burada olan afet, hem art arda iki depremin oluşu hem de meydana getirdiği yıkım bakımından dünyada az rastlanan türden bir afet. Bunu net olarak ifade edelim çünkü aynı anda iki depremin oluşu deprem kayıtlarında gözükmekte. 9 saat sonra tekrar aynı büyüklükte ama etkisi daha fazla olan bir deprem oldu. Bunların hepsi bir araya geldiğinde özellikle alüvyon zeminler, ova zeminler, düz zeminlerdeki zemin hareketleri oldukça farklı davranış göstererek tüm yapıları neredeyse yok etmiş.

Bunun nedenlerini tek bir parametreye bağlamak mümkün değil. Sebepleri çok boyutlu olarak incelenip ortaya konulmalı. Fakat şunu da gördük ki üniversite binalarının çoğu sağlam. Zaten üniversite binalarının çoğu da bu tür maksatlarla kullanılmış. Hem AFAD’a destek amacıyla hem yemek dağıtma gibi maksatlarla kullanılmış.

Bu da şunu gösterdi, bilhassa sağlam zeminlere yapılan binalarda çok fazla sorun olmadığı net olarak önümüze çıkmış. Biraz üzülerek söylüyorum, temel mühendislik bilgisinin dahi yeteceği hususlarda akılalmaz yanlışlar olmuş. Özellikle uygulamada beton dökümü ve diğer hususlarda vahim hatalar olduğu gözükmekte" dedi.

"KÜLTÜREL OLARAK ŞUURUMUZ ZAYIF"

Depremzedeler için çadır ve konteyner kent çalışmalarının sürdüğüne dikkat çeken Muzaffer Elmas, "Mevcut yıkılan yerlerin temizlenmesi, yeni düzenin kurulması biraz zaman alacak gibi gözüküyor. Çünkü bunların kısa sürede toparlanması büyük çaba istiyor, toparlanacağına inanıyoruz. Şunları da tespit ettik, mesela 20-30 sene önce karar verilmiş ‘Buralarda yapılar olacak, buralarda olmayacak’ diye. Sonra biz onları değiştirerek gelmişiz.

Hep birlikte yapmışız bunu. Oraları imara açmışız, kat yüksekliklerini çok cesurca yükseltmişiz, bu sonuca da gelmişiz. Bütün depremleri bizzat gidip yerinde gören biri olarak söylüyorum, yönetmelikleri çok fazla değiştiriyoruz, kanunları yapıyoruz. Aslında bizim kanunlarımız, yönetmeliklerimiz yeterli ve çağın ihtiyaçlarına göre yenileniyor. Fakat bunun uygulamasında ve sonuçlarına bakmakta kültürel olarak şuurumuz zayıf. Sağlıklı yapsaydık bunları yaşamayacaktık.

O bakımdan inşallah bu bizim için, ülkemiz için bir milat olur. Büyük ekseriyeti deprem bölgesinde olan ülkemizde yönetmeliklere göre bina yaparak ilerleyen yıllarda torunlarımıza, çocuklarımıza daha güvenli bir ülke bırakmış oluruz. Bunu hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekir" diye konuştu.

"BETONUN DÖKÜMÜ HATTA SULANMASININ EN ÖNEMLİ AŞAMALARINI DA ÇOK GÜVENSİZ, ŞUURSUZ YAPIYORUZ"

Depreme dayanıklı binalar yapmanın aslında kolay olduğunu vurgulayan Rektör Elmas, “Depreme dayanıklı bina yapmak aslında basit bir iş. Fakat biz çeşitli mülahazalarla bunu delmeye çalışıyoruz. Deniyor ki, her iki istikamette bina alanının yüzde 1 yahut 1 buçuğu kadar betonarme perde olduğunda binaların depreme karşı dayanıklılığı oldukça artıyor. Bu aslında çok basit. Kendi evinde oturanlar da bunu görebilir.

Baksınlar mesela ev 100 metrekareyse 1 metrekare her istikamette perde varsa, 5-6 katlıysa depreme karşı güvenlikten bahsetmek mümkün olabilir. Bunu ilk etap için söylüyorum tabii ki. Eğer bu yoksa yapacağınız tetkikler, incelemeler, betonlar, numune almalarınız, değerlendirmeleriniz çok bir işe yaramaz. O yüzden binayı güvende tutacak iki istikamette ana taşıyıcıyı yapıp zemini de iyi seçtiğimizde bunu kolayca halledebiliriz. Yani birinci yıkım sebebi bu olmuş, biz bunları yapmadan veya doğrultularını iki yönde koymadan bu sonucu hazırlamışız.

İkincisi de kısa kolonlar çok tehlikeli. Yani, bir kolonun alacağı kesme kuvvetini 7-8 katına kadar çıkaran bir uygulama bu. Yasaklanmalı dediğimiz asmolen döşemeyi de sağlıklı olarak yapamıyoruz. Yapıyorsak da önlemini almamız lazım. Zemin katları 5-6 metre yüksek yapıp üzerine ağır kütleleri koyduğumuzda bunlar da çok tehlikeli. Bir de betonun dökümü hatta sulanmasının en önemli aşamalarını da çok güvensiz, şuursuz yapıyoruz. Bu basit şeyler bir araya geldiğinde bu sonuçlar doğuyor. Bunlar olduğu zaman bu sonuçların ortaya çıkması sürpriz değil" ifadelerini kullandı.

"MANTIKLI OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM"

Rektör Elmas, sözlerini şöyle noktaladı: "Şu anda Türkiye'deki mevcut yapı stoğunu sismik izolatörlerle bir noktaya getirmenin çok mantıklı olduğunu düşünmüyorum. Mevcut yapı stoklarımızın kendi ana taşıyıcıları olmadan bunları kullanmak veya sismik izolatörlerin yanında elyaflarla sararak güçlendirmek elbette birer tedbir ama siz binanızı iyi projelendirmediğiniz zaman, yeterli yatay taşıyıcıyı sağlamadığınız zaman onların bir faydası olduğunu düşünmüyorum.

Onlar sağlam ve her şeyi düzgün binalarda olabilir. O yüzden tekrar söylüyorum, bu basit bir husus ama biz bunu karmaşık bir hale getiriyoruz ve hiçbirimiz de işin içinden çıkamıyoruz. Bunları basitleştirerek ilerleyelim. Hem deprem yönetmeliğimiz hem mevcut binalarımızın depreme dayanıklılık raporlarını veren şu andaki yönetmeliklerimizin de sadeleşmesi gerektiğini düşünüyorum"

"SUÇLU HEPİMİZİZ"

Kocaeli İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Ali Akgün ise "Deprem aslında doğal bir olay. Rüzgarın esmesi gibi, yıldırımın düşmesi gibi bir şey. Fakat biz yapılarımızı depreme daha dayanıklı, daha hazır yapmadığımız için bu iş felaketle sonuçlanıyor. Suçlu hepimiziz. İnsan olarak hepimizin şuurlandırılması lazım. Öncelikle çok ucuzu arayıp bedavanın peşinde gezersek işte ucuz etin yahnisi bu şekilde oluyor" şeklinde konuştu.