Gürkan Hacır/Akşam

İlyas Aydın ajan mıydı?

68 kuşağının bugüne kadar tam olarak anlaşılamayan ismiydi İlyas Aydın. Kimileri onu 'derin' devrimci olarak adlandırdı. Acaba bir ajan mıydı? İkili mi çalışmıştı? Kimdi bu ürkek ve çekingen Pilot Yüzbaşı?

Dün 12 Mart darbesinin 40. yıldönümüydü. Halen etkilerini yaşadığımız bu müdahalenin üzerinden 40 yıl geçmesine karşın o günlere ilişkin bilmediğimiz ne kadar çok şey var aslında... Önce biraz başından başlayayım. 1968 tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye'yi de derinden sarsmıştı. Öğrenciler sokağa dökülmüş, özgürlük ve eşitlik talebi olan geniş halk kitlelerine öncülük ediyordu. İşçiler, memurlar, işsizler yavaş yavaş aydınlanmaya başlayan köylü hareketleri 'sokağın' tadını almaya başlamıştı. Ordu da boş durmuyordu. 'İlerici' subaylar teorik çerçevesi biraz zayıf olsa da Marksist bir yapılanmayla topluma öncülük etmeye hazırlanıyorlardı. (Oysa TSK'nın içinde bir başka kanat, çoktan Amerika'yla anlaşmış, yapacakları darbe için gün sayıyordu.) Bu bir yanıyla Kemalist, bir yanıyla Marksist örgütlenme genellikle küçük rütbeli subaylardan oluşuyordu. Efsanevi öğrenci lideri Deniz Gezmiş, Deniz Kuvvetleri'nden genç subaylarla temas halindeydi. Mahir Çayan ve arkadaşları ise daha çok Hava Kuvvetleri içinde etkindiler.

SAVAŞÇI'NIN ETKİSİYLE ÖRGÜTE KATILDI


Ama burada büyükçe bir parantez açmam zorunlu... (68'deki sol hareketlerin 'ordu içinden doğduğu' iddiası hep tartışıldı. Evet gerek THKO gerekse THKP-C'nin birçok üyesi subaydı. Örneğin 1972'de açılan 2. THKP-C davası sanıklarından üçte biri subaylardan oluşuyordu. Hatta iddianamede ayrıntılarıyla anlatılır; örgütün birçok toplantısı Hava Harp Okulu salonlarında yapılmıştı. Ama burada yanılmayınız. Bu örgütlerin temasta olduğu subayların en büyüğü yüzbaşıydı. Yani Harp Okulu öğrencileri, teğmen, üsteğmen gibi küçük rütbeli askerler arasında örgütlemeye çalışıyorlardı. Generallerle tepeden inme bir darbe peşinde değillerdi. Onlara göre 'genç subaylar' da 'devrim' koşusuna katılması gereken bir kitleydi. TSK içinden kendilerine 'kadro' bulmaya çalışıyorlardı.) İlyas Aydın da bu 'genç subaylardan'dı. Trabzon doğumluydu. Hava Kuvvetleri'nde pilot yüzbaşı olarak görev yapıyordu. Devre arkadaşları Haldun Yeşil ve Orhan Savaşçı'nın etkisiyle 'Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü'ne katıldı. Ürkek, çekingen bir yapısı vardı. Kolay paniğe kapılıyordu. Ama bu, örgütsel faaliyetlerini engellemedi. Yüzbaşı Savaşçı, daha sonraları THKP-C ile bütünleşecek bu 'örgütte' İlyas Aydın'a önemli görevler verdi. Ama asıl büyük sorumluluğu Mahir'lerin İstanbul'a gelişiyle birlikte yüklendi. (Bilmeyenler için hatırlatayım. Yüzbaşı Orhan Savaşçı Mahir Çayan'ın eşi Gülten Savaşçı Çayan'ın ağabeyidir.) Kuruluşunu ilan edecek olan THKP-C ilk eylemine hazırlanıyordu. İsrail'in İstanbul Başkonsolosu Efrahim Elrom'u kaçırarak hem hapishanedeki Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının serbest bırakılmasını isteyecek hem örgütün kuruluşunu ilan edeceklerdi.

EVİ O KİRALADI, SİLAH-PARA SAĞLADI


Bu sansasyonel eylemin lojistik desteğini Aydın üstlendi. Başkonsolosu getirecekleri Nişantaşı Baytar Rasim Sokak'taki evi kiraladı. Mahir ve örgüt arkadaşlarının sokakta gezebilmeleri için subay elbiselerini hücre evine o getirdi. Silah ve para desteği sağladı. Örgütteki kod adı 'Prenses'ti. Aynı günlerde Çayan'a ilginç bir bilgi verdi. MİT kendisiyle temas kurmuştu. Yeni kurulan örgütün içinden haber getirmesini istiyorlardı. Aydın, ajanlık teklifini THKP-C lideri Çayan'la paylaştı. Çayan soğukkanlıydı, 'Onlara haber veriyormuş gibi yapıp bize bilgi getireceksen olur' dedi. Bu durum örgütte tartışma yarattı. Oktay Etiman, 'Derhal İlyas Aydın'la ilişkimizi kesmeliyiz, kime ne zaman çalışacağını bilemeyiz' dedi. Ulaş Bardakçı durumun şaibeye açık olduğunu söyledi. Mahir ise rahattı, 'Meraklanmayın, ben İlyas'ı biliyorum' dedi. 17 Mayıs 1971'de Elrom kaçırıldı. 22 Mayıs'ta da kaçırıldığı dairede ölü bulundu...

Ve 'fırtına' operasyonu başladı. Bir sürek avı başlatıldı, tüm ülkede polis ve asker teyakkuza geçmiş, Mahir ve arkadaşlarını arıyordu. (Polis, Mahir'in ismini bu olaydan 1 hafta sonra öğrenebildi. Kaçıranların ismini gazeteye veren polis, Mahir'i henüz bilmiyordu. O güne kadar poliste kaydı yoktu)

Elrom olayından tam 5 gün sonra... Yani 27 Mayıs 1971 günü örgütün Halaskargazi Caddesi'ndeki karargah evi basıldı. Ama nasıl? Mahir ve İlyas henüz evden çıkalı 10 dakika olmuştu. Bir ihbar sonucu eve gelen karakol polisleri umduklarından daha büyük bir durumla karşılaşmıştı. (İhbarı yapan kişi olarak ünlü piyanist İlham Gencer olduğu mahkemede ortaya çıktı.) Ev, örgütün merkez karargahıydı. Necmi ve İlkay Demir ile Necati Sağır bu evde yakalandı. Ayrıldıktan hemen sonra evin basılması Aydın hakkında doğan ikinci büyük şüphe oldu.
1 Haziran günü Mahir ve Hüseyin Cevahir Maltepe'de bir çatışmada yakalandılar. Cevahir ölü, Mahir yaralı ele geçti. İlyas Aydın ortalıkta yoktu. Ama kimliği tespit edilmişti. Artık birliğine gidemiyordu.
İllegaliteye geçmek zorunda kalmıştı.

ÇAYAN, 'ELROMU'U İLYAS VURDU' DEDİ

1. THKP-C davasında yargılanan Çayan, dava arkadaşlarından ayrı tutuldu. O Selimiye'de hücrede kalıyor, arkadaşları Maltepe Cezaevi'nden duruşmalara getiriliyordu. Bir duruşmada Ulaş Bardakçı'ya not iletirken yakalandı. Notta 'Elrom'u İlyas Aydın vurdu' diyordu. Bu notu bilerek mi yazmış ve yakalatmıştı, bilmiyoruz. Ama İlyas'ın adını mahkemede de vermekten çekinmedi. 'Elrom'u İlyas Aydın öldürdü' dedi. Oysa ilk yakalandığındaki polis ifadesinde 'ben vurdum' demiş, savcılıkta ise ölen arkadaşı 'Hüseyin Cevahir'in tetiği çektiğini' söylemişti. Elrom işi gittikçe karışıyordu. İlyas Aydın o günlerde de örgüt faaliyetinden kopmadı. Ankara'ya geçti. Mahirlerin cezaevinden kaçışından sonra da hep Ankara'da bulundu. Hücre evlerinde kalıyordu. Son kaldığı yer Ali Başpınar'ın Keçiören'deki dükkanının bodrumuydu. Ama üzerinde hep bir şüphe bulutu dolaşıyordu.

GENELKURMAY'DA GÖRÜLDÜ AMA NASIL?

19 Şubat 1972 günü İstanbul'da çatışmaya giren Ulaş Bardakçı'nın ölüm haberi geldiğinde kendini tutamadı, ağladı. Bir gün sonra ise 'Para bulmaya gidiyorum' diyerek dükkandan ayrıldı. Ve örgütteki arkadaşlarıyla bağını kopardı. Kimse ondan haber alamadı. Sadece bir kişi onu gördü.

Bugünlere kadar anlatılan bir efsaneydi. İlyas Aydın arandığı o zaman diliminde Genelkurmay'ın merdivenlerinde görülmüştü. Peki kim görmüştü? Bugüne kadar hep Koray Doğan olarak bilirdik. Oysa gören bizzat Oğuzhan Müftüoğlu'ydu.

Bakın Müftüoğlu 9 Mart 1972 günü yaşanan olayı yeni yayınlanan anılarında nasıl anlatıyor: 'Koray'ın öldürüldüğü gündü. Koray'la buluşacaktık. Taksiyle Genelkurmay'ın önünden geçerken, 15-20 metre kadar ileride, aslanlı merdivenlerin önündeki kaldırımın kenarında, ya karşıya geçmek için ya da taksi beklerken İlyas Aydın'ı gördüm. Beni görmemesi için takside hafifçe eğilerek saklandım, önünden geçip gittik.' (Bitmeyen Yolculuk / Oğuzhan Müftüoğlu Kitabı, Söyleşi: Adnan Bostancıoğlu)
Dikkat ettiniz mi? Genelkurmay'ın merdivenlerinde değil, önündeki kaldırımda görmüş. O günün küçücük Ankara'sını düşünün. Üç adımda yolunuz Genelkurmay'ın önüne de düşebilir...Müftüoğlu'nun da anlatımıyla da giderek büyüyen şüphe bulutunu Çayan sert bir emirle dağıttı: 'Prenses bir daha yanınıza gelirse işini bitirin!' Ölüm emri verilmişti. O günlerde kimse ayrıntısına inmek istemedi. Mahir'in emrini kabul etti.

Hakkında ölüm emri çıkartılmış İlyas Aydın ne yaptı dersiniz?Malatya'ya gitti. Orada devrimcilerle buluştu, Filistin'e geçip Türkiyeli devrimcilerin kampına gitti. Sonun başlangıcı da orada başladı. Mahir ve 9 arkadaşı Kızıldere'de öldürülmüştü. Çatışmadan önce Mahir çevresini kuşatan birliklere bağırmıştı: 'MİT'çiler İlyas'ınızı da getirin!'

Türkiye'den gelen haberler 'ajan' olduğunun ispatı sayıldı. Kampta sorguya alındı. Sorgulayan Teslim Töre'ydi. Gülten Çayan da Fransa'dan geldi. Sorgu kayda alındı. Sorgu sonunda İlyas Aydın yaşamını kaybetti. Ve bugüne kadar ajan olduğu kabul edildi.

O GÜNÜN TANIKLARI NELER ANLATTI?


Oysa gerçek öyle miydi? Bakın halen daha ne olduğu bilinemeyen İlyas Aydın için kimler neler diyor. MİT'çi Mehmet Eymür şüpheli bir hali olduğunu ama MİT'çi olmadığını söylüyor. 'Belki başka bir istihbarat örgütü olabilir' diyor. Genelkurmay'ın önünde son kez gören Müftüoğlu ajan olduğuna kesinkes inanıyor, ikili çalıştığını söylüyor. Ama ilginç bir görüş 27 Mayıs'ta o çıktıktan 10 dakika sonra basılan evde yakalanan Necmi ve İlkay Demir'den geliyor. Bana ajan olduğuna inanmadıklarını altını çize çize söylediler. 'Eğer biri şikayetçi olacaksa, biz olmalıyız. O evden ayrıldı ve ev basıldı. Ama ajan olmadığını çok iyi biliyoruz. Sadece korkaktı' dediler. Onu ilk kez örgütleyen Orhan Savaşçı da hemen hemen aynı görüşte. Ajan olduğunu düşünmüyor. Teslim Töre ajan olduğundan emin, Gün Zileli ajan olmadığını, devrimci itibarının iade edilmesi gerektiğini savunuyor. Üstat Uğur Mumcu bile işin içinden çıkamamış, ajan mı değil miydi diye soruyordu.

VE KİŞİSEL GÖRÜŞÜM...

Biliyorum benim fikrimi merak ediyorsunuz... Dönemi anlatan hemen her anıyı ve kitabı okudum. Satır satır, gün gün, saat saat İlyas Aydın'ın izini sürdüm. Onu ilk kez örgütleyen Orhan Savaşçı'dan yakalanmasına sebep olduğu Necmi Demir'e kadar onlarca tanıkla konuştum. Kanaatim şudur. İlyas Aydın ajan değildi. Sadece kalkıştığı işlerin ciddiyetine varamayan ve oldukça ürkek bir subay, çekingen bir devrimciydi. Giriştiği işlerin bu kadar büyüyeceğini hiçbir zaman hesaba katmadı. Bunu da canıyla ödedi. Devrimin bir kol mesafesinde olduğuna inanan ateşli gençlerin öfkeli kararları arasında ezilip gitti. Ve Türk solunun 'vicdan defteri'yle, 'günah defteri' arasında öylece asılı kaldı.
Tam 40 yıldır.

Twitter.com/gurkanhacir