Sosyal devlet bu gibi çaresizlerin derdine derman olmak, zihin bulanıklığı yaşayanları tedavi ettirmek, bir an için de olsa ümitsizliğe düşenlere umut ışığı olmak için vardır.

Bir önceki yazıda Aydın’la ilgili intihar, boşanma, işsizlik ve halkın geliri hakkında Türkiye İstatistik Kurumu’na ait rakamlar veriliyordu ve yazı “Aydın Valisi Sayın Hüseyin Aksoy’a ve Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürü Ömer Turan’a duyurulur,” cümlesi ile son buluyordu.

Bunun üzerine okur bir dostum aradı ve asıl çağrıyı siyasetçi sınıfından iktidar ve muhalefet milletvekillerine, il başkanlarına, belediye başkanlarına hatta belediye meclis üyelerine yapmalıydın, dedi.

Bu hatırlatmasında o haksız da sayılmaz Zira demokrasiyle yönetilen ülkelerde siyaset halkın bu sorunlarına çare bulmak ve çözüm üretmek için yapılır.

Her ne kadar öyle görülüyor ve halkta algı o yönde olsa da istisnaları dışarıda tutarsak siyaset bireysel hırsların tatmin yeri ve zenginleşme aracı da değildir.

 Pekiyi o halde nedir siyaset kurumu ile devleti ayıran çizgi?

 Devlet, bürokrasi buna dernekler, meslek odaları benzeri sivil toplum kuruluşları da dâhildir, sorunun kaynağını tespit ederler, çözüm yollarını ve önerilerini raporlarla ortaya koyarlar, siyasetçi de çözmek için uygun olanı seçer ve çözüm sürecini başlatır.

Adına ne denirse projeyi, görüşü, düşünceyi uygulamak ise yine devletin organlarına düşer, kısaca devlet deyince bürokrasi akla gelir.

Demem o ki, sorunun kaynağını tespitte gösterilen adres doğrudur çünkü devlet böyle durumlar için vardır.

Bizim yapmaya çalıştığımız bir hatırlatmadır, gerisini getirmek devlete kalmış bir iştir.

Bir tek kişi de olsa bir insanın kendini ipe çekerek, yüksekten atarak, silahla vurarak intihar etmesi bir devletin üzerinde durmasını gerektirmeyecek basit bir ölüm olayı değildir.

İnsanlar durduk yerde canlarına niye kıysınlar ki?

Belki o canına kıyanın eşi onulmaz bir hastalıkla savaşıyordu, belki onu tedavide zorlanıyordu, belki ailesinin nafakasını temin edemiyordu, belki de ekonomik sıkıntıdan çocuğunun en masum bir isteğini yerine getirmede çaresiz kalmıştı.

Şayet evli iseler büyük olasılıkla geride bir eş ve çocuklar da bırakmıştı.

Kısacası çaresizlikten bir an için tıkanmıştı ve birilerine el açmayı, kanunsuz yollara saparak ihtiyacını gidermeyi vicdanına sığdıramayınca büyük olasılıkla intiharı tercih etmek zorunda kalmıştı.

Demem o ki, devlet bu günden geleceğe yaralı bilinçler bırakmamalıdır Çünkü bu insanların yaşadıkları dramın geleceklerini nasıl etkileyeceğini bu günden kestirmek güçtür.

İyi bir insan da olabilirler intikam duygusuyla devlete, millete zarar verecek sık dokulu toplumların(örgütlerin, cemaatlerin) ağına da düşebilirler.

 Bunda belirleyici olan biraz da  devlettir.

O yaralı bilinçli eş ve çocuklara hayatları boyunca unutamayacakları intihar vakasını unutturarak topluma rehabilite edilebilir.

Aksi takdirde milletin ileride ödeyeceği bedel daha ağır olabilir.

İşte sosyal devlet bu gibi çaresizlerin derdine derman olmak, zihin bulanıklığı yaşayanları tedavi ettirmek, bir an için de olsa umutsuzluğa düşenlere umut olmak için vardır.

O nedenle bu gibi drama yol açacak intihar, boşanma,işsizlik ve fakirleşme benzeri konularda çağrı Vali Bey’e  ve Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürü Ömer Turan’a yapılmıştır.

Zira bizim kültürümüzde insan devlet için var değildir, Şeyh Edebali’nin damadı Osman Bey’einsanı yaşat ki, devlet de yaşasın” öğüdünde olduğu gibi devlet kutsal bir kavram değildir, beşeridir ve insan için vardır.

Nasıl ki, devlet görevlileri her fırsatta “Fırat’ın kenarında bir kuzuyu kurt kapsa bundan yöneticiler sorumludur,” sözünü kullanıyorsa toplumda artan intihardan, aynı hızda boşanma sonucu dağılan yuvalardan ve ortada kalan çocuklardan devletin sorumlu olması da doğaldır.

İnsanların hayatından, çocukların geleceğine güven duymasından, anne ve babaların mutluluğundan bir devlet için daha değerli ne olabilir?

Kaldı ki, devlet o çocukların geleceği ve insanların mutluluk ve saadeti için vardır. Çünkü devlet eskilerin deyimiyle insanların ihtiyaçlarını karşılamak için başvurdukları “ hacet kapısıdır.”

Diğer taraftan devletin kimlik verdiği her birey ırkı, mezhebi, partisi, ideolojisi ne olursa olsun eşittir hepsi devletin öz evladıdır.

Bu kimliğe sahip olan ve aidiyet bağıyla bu milletin bir parçası olan her kim olursa devletten adaleti sağlamasını ve devletle arasındaki ilişkilerinde devletçe hakkaniyetli olunmasını istemesi en doğal hakkıdır.

En başta da beklenen de gelir adaletidir. Birileri para harcayacak yer bulamazken birileri de emzikli çocuğuna mama, okula gidene ayakkabı, üniversitede okuttuğuna da kitap parası bulamıyor.

Anne ve babalar çaresizlikten kıvranırken, çocuklar da hınç ve öfkeyle yetişiyor. Bu negatif kimlik yüklenenlerin önüne geçilmezse bundan millet de devlet de zarar görür.

Oysa insanlar tarih boyunca “ya devlet başa ya kuzgun leşe” anlayışı ile her türlü fedakârlığı yapmış, yeri geldiğinde canını vermekten geri durmamıştır.

Bu durumda kapısını aşındıranların dışında kalan onur, gurur sahibi başı sıkışan insanı arayıp bulmak ve yarasına merhem olmak da devlete düşen bir görevdir.

Çünkü çaresizlik gururuna düşkün insanlara her şeyi yaptırır, ,bazılarının yuvasını dağıtır, bazılarını kin ve öfkeyle doldurur, bazılarını da canından bezdirir ipe çektirir.

Velhasıl sorumluluk makamında oturanlardan bu bilinçle çalışan ve Fırat kenarında kurdun kaptığı koyundan kendine pay çıkaran, vicdanları rahatsız olan yöneticilerdir.

Bu devleti ebed-müddet yaşatanlar da onlar olmuştur ve olmaya da devam edeceklerdir.