Emre Tandırlı,"Süpriztepe" adlı sergisinde plansız kent mimarisini ve İstanbul'u lirik bir manzara resmi gibi kurguluyor. "Beton yığını" ifadesine alternatif bir bakış getirdiğini söyleyen Tandırlı, Mabeyn Galeri'de 31 Aralık'a kadar sürecek sergisiyle ilgili sorularımızı yanıtladı.

-“Sürpriztepe” adı nereden çıktı?

Daha önceki sergilerimde de İstanbul kentinin çok göz önünde olmayan semtlerini ele alıyordum. Bu sergide “tepe” sözcüğü ile biten semtlere gönderme yaparak, böyle bir isim belirledim. Bir de şöyle bir düşüncem vardı; öyle bir kentte yaşıyoruz ki, kentin ana caddelerinden ayrılıp sokak aralarına girdiğimiz zaman, bu yolların sonlarında inanılmaz görüntülerle karşılaşıyoruz. Özellikle plansız gelişen kent görünümleri ile adeta görsel bir şölen havasında da algılanabiliyorlar. Söz konusu bu muhteşem görüntülerin resimlerini yapmaya çalışıyorum. 18. ve 19. yüzyıl Batı resminde doğanın şiirselliğine, yani pastoral ifade biçimlerine sıklıkla rastlamaktayız manzara resimlerinde. Ben bu ifade biçimini plansız gelişen bu içinde yaşadığımız kente uyarlamaya çalıştım. Başka bir deyişle, plansız gelişen dokunun şiirselliği üzerine gitmeye çalıştım. Söz konusu gizemli ara sokakların derinliklerinde karşımıza çıkan, bir yamacın bitip başka bir yamacın karşımıza gelmesiylemüthiş panoramaların oluştuğunu ve bunun her defasında değişik iklimve ışık koşullarında sürprizle örülü olduğunu belirtmek isterim. Ancak tabii ki bu sürprizler sunanmuhteşemsemtlerde yaşayan insanların daha çok işlevselliğe adanmış yaşamtarzları söz konusu.

‘RESİMLER HİCİV BARINDIRIYOR’

- “Bu semtlerde yaşayan insanların işlevselliğe adanmış yaşamtarzı” derken neyi kastediyorsunuz?

İşçi sınıfını ve o bölgelerdeki ekonomik koşulları da düşünürsek daha işlevselliğe dayalı bir yaşamsöz konusu. Kendi içinde estetiğe önemvermeksizin, sadece kolonları veya tuğlaları ile çıkılan binalardan oluşan bir bölgeden bahsediyoruz. Dolayısıyla, karşı yamaçtaki görüntülerin estetiği bu insanların pek de umurlarında değil. Ama bir o kadar da bu şiirselliğin içinde yaşayan insanlar bunlar. Dolayısıyla, bu insanların semtlerini konu alıyorumve içinde az da olsa hiciv barındırıyor bu resimler.

- Serginin sinema ile olan bağlantısına gelirsek...

Ben Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerindeki resimsel etkiler üzerinde duruyorum. Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinde idealize edilmemiş gerçekçi bir aktarımvar. En son filmindemesela, “Bir Zamanlar Anadolu’da.” Başka hiçbir filmde öyle gömleği dışarı taşmış bir polis göremeyizmesela. Courbet’nin toplumsal gerçekçiliği gibi... Çok dobra bir üslup ve ifade biçimi var.

-Peki, sizin resimlerinizde idealizasyon varmı?

Yollardan geçerken, bu tür manzaralarla her zaman karşılaşırız. Bu rutin içerisinde, her gün gelip geçerken gördüğümüz bu imgelere karşı bir körleşme, kanıksama söz konusu. Hep “beton yığını” nitelemesini kullanıyoruz. Ben biraz buna karşı da bir duruş sergilemek istedim. Onu, alternatif bir imgelemşeklinde izleyiciye sunmayı seçtim. Yani benimresimlerimde bir idealizasyon var. Ama bu güncel estetiğin sentezi niteliğindeki tanımsız bir idealizasyon.