Otoriterlik bizde kökeni tarihin derinliklerine kadar inen,  halka tepeden bakan bu coğrafyanın elitlerinin ilk tercihi, üzerinde demokrasi kılıfı olan yönetim şeklidir.

İbn-i Haldun’un yaşanılan toprakların ve ekonomik şartların insan yaşamına etkilerini tanımladığı ‘Coğrafya kaderdir’ söylemi olumsuzluklara dair bir tespittir.

Bu demek oluyor ki,  örnek iklimi ve üretime elverişli toprağıyla coğrafyanın insanların mutluluk ve refahında pay sahibi olduğu kadar mala, cana zarar veren deprem ve sel felaketlerinde de payı vardır.

Ayrıca siyasi açıdan coğrafya rejimlerinin otoriter veya demokratik olmasında ya da olmamasında da belirleyicidir.

Bu belirleyicilikte önemli olan şu sorunun cevabıdır:

Bir rejimin otoriter ya da demokratik olması unvanı ne olursa olsun devleti yöneten şahsın mı bir tercihidir yoksa coğrafyanın mı bir dayatmasıdır?

Bu konuyu anlamak için  Cumhuriyet Tarihi’ne bakmak gerekecektir..

Kurtuluş Savaşı bir Türkiye koalisyonu sayesinde kazanılmıştır Bu gerçeği kurucu Birinci Meclis’te de görmek mümkündür ki,o meclis tarihin en demokratik olanıdır..

Sarıklı ulemasından, fesli bürokratına, toprak ağası eşrafından, esnafına, Kürt’ten Laz’ına, İslamcısından Türkçüsüne kadar her kesimi temsilen milletvekili vardır.

İlk düşünce ayrılığı yenilenen Meclis’e ikinci grup vekiller olarak adlandırılan milletvekillerinden tamamına yakının girememesiyle başladı.

İkincisi Cumhuriyetin ardından  Atatürk’ün yakın silah arkadaşları Kazım Karabekir, Rauf Orbay,Ali Fuat Cebesoy,Refet Bele ve Dr. Adnan Adıvar’ın öncülüğünde ilk   Muhalefet Partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasıdır.

Devamında Şeyh Sait İsyanından sonra çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu ile de otoriterleşme kökleşti.

1930’da Gazi’nin izniyle kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’yla  denenen demokrasi  bu partinin İzmir mitinginde çıkan olaylar nedeniyle kendini feshetmesi sonucu başarılı olamadı..

Atatürk’ün vefatı sonrası İsmet İnönü döneminde, Avrupa’yı ablukasına alan  İkinci Dünya Savaşı  nedeniyle otoriterleşme daha da arttı.

Ta ki,14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti(DP) iktidar olana kadar...

Demokrat Parti başta Celal Bayar ve Adnan Menderes İsmet İnönü dönemini istibdat devri olarak niteleyerek bireylere özgürlük, halka demokrasiye dayalı bir yönetim sözü verdiler.

Adnan Menderes inkılâpların artık millete mal olduğunu,onu yaşatmak bahanesiyle  insanlara baskı yapılamayacağını ve herkese eşit muamele edileceğini savunuyordu.

Ama bu demokrasi havası uzun sürmedi, bir müddet sonra  yerini otoriterliğe bıraktı ve CHP’nin de karşısında sertleşmesiyle DP iktidarıyla muhalefet  kanlı,bıçaklı hale geldi.

Sırf Millet Partisi lideri ve Kırşehir Milletvekili Osman Bölükbaşı’na duyulan öfkeden dolayı seçilmesinin önüne geçmek için Kırşehir ilçe yapıldı.

AK Parti iktidarına kadar tek parti CHP iktidarından sonra DP en uzun iktidarda kalan  ikinci parti unvanına sahipti.

Bu unvanı 2002’de AK Parti devraldı.

“AK Parti toplumsal taleplere ve refaha odaklı bir siyasi parti olarak doğdu, kabaca 10 yıl boyunca bu hattı izledikten sonra kah yönetme zorluklarının kah kurduğu yeni ittifakların etkisiyle “dava” odaklı bir siyasete yöneldi ve bu da kaçınılmaz olarak otoriterleşmeye yol açtı.”(Alper Görmüş,23,12,2024 Serbestiyet)

Geldik en önemli soruya ve yanıtına:

Tek parti CHP döneminde de 1950 sonrası DP döneminde de 2002 sonrası AK Parti iktidarında da görüldüğü üzere belirli bir süre sonra iktidarlar otoriterleşiyor.Bu eksen değişimi yönetici kaynaklı mı,yoksa başka bir nedene bağlı bir değişim mi?

Bu soruya en tatminkar yanıtı 2010 TÜBİTAK ödülü,2012 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri sahibi, tarihçi Prof Dr.Şükrü Hanioğlu veriyor.

“(...)Bab-ı Ali diktatörlüğü,ll.Abdülhamid,İttihat ve Terakki,Tek Parti dönemi CHP’si,Demokrat Parti,askeri vesayet benzeri kötülüklerin anası olarak nitelendirilen kişilik ve yapılar,neden kesintisiz bir ‘otoriter/baskıcı siyaset’ geleneği yarattığımız ve sürdürdüğümüzü açıklayamadıkları gibi bunlardan birisi ya da birkaçının “günah keçisi” haline getirilmesi sorunun temeline inilmesini önlemektedir.

“Buna karşılık iki asrı aşkın süredir, kısa teneffüs araları dışında, sürekli biçimde otoriter siyaset üretilmesini,’özgürlük’ vaadiyle iktidara gelen değişik siyasal hareketlerin ‘tümü’nün süreç içinde ‘otoriter’liğe savrulmasına ancak yapısal nedenlerle açıklayabilmek mümkündür.

“Bu nedenlerden ilki mega toplumsal dönüşüm projelerinin kolektif hafızanın hatırlayabildiği dönemlerden beri ‘siyaset’ olarak kavramsallaştırılmasıdır.

“Siyaset’in kitlelere yukarıdan bakan bir dönüşüm ve toplumsal mühendislik projesi biçimini alması, onun güncellik ile ilişkisini azaltmakla kalmamış, taleplere cevap verme özelliğinin de göz ardı edilmesine neden olmuştur.

“Bu ise mega projelerin sahiplerinin kitlelerle ‘hedefler büyük, karşılıksız destekleyin,mutlu sona ulaşalım’ temelli ‘tek yönlü’ bir ilişki  kurarak otoriterliğe kayması neticesnii doğurmuştur.”(Alper Görmüş,Serbestiyet,23,12,2024)

Sonuç olarak otoriterlik bizde kökeni tarihin derinliklerine kadar inen,  halka  tepeden bakan bu coğrafyanın elitlerinin ilk tercihi, üzerinde demokrasi kılıfı olan  yönetim şeklidir.

Herkese sevdikleriyle birlikte sağlıkla, mutlulukla geçirecekleri bir yıl diliyorum.

“Arsızlar Güç Sahibi Olursa, Haklılar da Suç Sahibi Olur”
Makale: “Arsızlar Güç Sahibi Olursa, Haklılar da Suç Sahibi Olur”
İçeriği Görüntüle