Hak kelimesi "gerçek, sabit, doğru, varlığı kesin olan şey" anlamlarında isimdir. Bâtıl ise hakkın zıddı olup "yalan, boş, devamsız, gerçekliği ve temeli bulunmayan" demektir. Terim olarak hak, İslâm'ın getirdiği esaslar ve bu esaslara uyan inanç, hüküm, düşünce ve davranışları ifade ederken bâtıl yine hakkın zıddı olarak İslâm'ın getirdiği esaslara uymayan inanç, hüküm, düşünce ve davranışlar bütünüdür. Bu bağlamda hak doğru yolu (sırât-ı müstakîm) bâtıl ise eğri ve yanlış yolu ifade eder. Hak ve bâtıl kelimeleri Kur'ân-ı Kerim'de birçok âyette çoğunlukla birlikte ve birbirinin zıddı olarak kulla mihrlar. "De ki: Hak geldi bâtıl yok olup gitti. Şüphesiz ki bâtıl yok olmaya mahkumdur" (İsrâ 17/81) ayeti bunun en güzel örneğidir.

Hak kavramı kullanıldığı alanlar itibarıyla çok farklı anlam boyutlarını içerir. Sözgelimi ontolojik anlamda hak, bir şeyin her türlü kanaat ve düşünceden bağımsız olarak dış dünyada fiilen var olmasıdır. Nitekim Allah'ın "Hak" ismi bunu ifade etmektedir. Epistemolojik anlamda hak, gerçeğe ve vakiaya uygun inanç, bilgi ve yargıları ifade eder. Etik anlamda hak, doğru ve iyi olan hüküm ve davranışları, yerli yerinde kararları yani bir anlamda adaleti ifade eder. Toplumsal düzen açısından ise hak, dinin ve hukuk düzeninin kişiye tanıdığı yetki ve imtiyazları ifade eder. Ancak bütün bu kullanımlarda ortak nokta, hakkın bir gerçekliği ve yerindeliği ifade etmesidir. Hak kavramının âyet ve hadislerdeki kullanımı da buna uygun şekillenmiştir. Nitekim "vakiaya, gerçeğe uygun söz" (A'râf 7/169; Såd 38/84); "doğru haber" (Yûnus 10/35); "gerçeğe uygun bilgi, inanç (Yûnus 10/36; Necm 53/28); "adalet" (Enbiyâ 21/112; Zümer 39/69) hak kelimesinin Kur'ân-ı Kerim'de ifade ettiği anlamların başında gelir. Öte yandan hak kelimesi "korunması ve gözetilmesi, sahibine ödenmesi gereken her türlü maddî ve manevî menfaatler" anlamında da kullanılmıştır. Zenginlerin malında yoksulun hakkı bulunduğunu bildiren âyetler (Zâriyât 51/19; Meâric 70/24) ile akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını vermeyi emreden âyetlerde (İsrâ 17/26; Rûm 30/38) hak kelimesi din ve hukukun gerekli gördüğü malî yardıma işaret eder. Hadislerde de Allah hakkından başlayarak fakirin, dilencinin hakkına; komşuluk hakkından hayvanların hakkına, kocanın hakkından kadının hakkına varan çok geniş bir perspektif içerisinde haklardan bahsedilmesi, İslâm'ın öngördüğü fizik boyuttan başlayarak metafizik boyuta kadar uzanan değerler sistemi içerisinde hak kavramının merkezî bir konumda olduğunu gösterir.

Bâtıl kavramı yukarıda verilen bütün anlamlarıyla hakkın zıddı olduğu için Kur'ân-ı Kerim'deki kullanımı da bu yönde şekillenmiştir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de bâtıl kavramı "gerçek bilgiye dayanmayan delil" (Mümin 40/15), "yalan" (Fussilet 41/42). "çirkin, faydasız ve gayesiz iş" (Al-i İmrân 3/191; Sad 38/27), "gayrimeşru ve haram yollar" (Bakara 2/188; Nisâ 4/29, 161) gibi anlamlarda kullanılmıştır. Ancak Kur'ân-ı Kerim'de hak ile bâtıl kavramları en belirgin olarak doğru ve gerçek inanç ile sahte inancı ve bunlar arasındaki mücadeleyi betimlemek için kullanılmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ın gerçek bir ilah olarak hak olduğu, buna mukabil Allah'tan başka tapınılan varlıkların bâtıl olduğu (Hac 22/62; Lokmân 31/30) bildirilir. Buna bağlı olarak İslâm (Allah'ın peygamberleri vasıtasıyla insanlığa indirdiği din) hak; putperestlik ve küfür bâtıl olarak nitelendirilir (meselâ bkz. Enfâl 8/8; İsrâ 17/81; Sebe 34/49) ve iman edenler hakka tâbi olurken inkâr edenlerin bâtıla uydukları belirtilir (Muhammed 47/3). Bu yönüyle Kur'ân-ı Kerim'de hak ve bâtıl kavramlarının, yukarıdaki anlamları yanında, esas itibarıyla tarih boyunca peygamberlere ve onların Allah'tan getirdiği dine iman edenler ile bunları inkâr edenler arasındaki mücadeleyi tasvir eden bir bağlamda kullanıldığı söylenebilir. Buna kısaca hak-bâtıl mücadelesi denilmektedir. Bu mücadelede bâtıl hakkın karşısında, bâtılı savunanlar da hakkı savunanlar karşısında yenilgiye uğramaya ve sonuçta yok olmaya mahkumdur (Enbiyâ 21/18). Dünya hayatında zaman zaman bâtılın hak karşısında, bâtıla inananların da hakka inananlar karşısında üstünlüğe sahip olduğu görülse de bunun sebebi bâtılın özü itibarıyla hakka üstün olması değil, hakka inananların gerektiği gibi onu temsil etmemeleridir. Ancak bâtılın bu üstünlüğü kalıcı değildir; sel köpüğü gibi geçici olup zamanla yok olacaktır (Ra'd 13/17). Müslümanların hakkı, Müslüman olmayanların ise bâtılı temsil ettiğini (Buhârî, "Şürût", 15), Allah'tan başka her şeyin bâtıl olduğunu (Buhârî, "Rikak", 29) belirten hadisler de bu bakış açısını teyit etmektedir. Âyet ve hadislerdeki bu kullanımdan hareketle İslâmî literatürde Müslümanlar "ehl-i hak" (hak inanca sahip olanlar), buna mukabil yanlış, asılsız ve ilâhî kaynaklı olmayan inançlara sahip kimseler "ehl-i bâtıl" (yanlış inanca sahip olanlar, hakikatten sapanlar) olarak nitelendirilmiştir. Hatta Müslümanlar arasında ağırlığı yahut çoğunluğu oluşturan mezhep vb.nin kendisini ve muhaliflerini bu kavramlar üzerinden nitelendirdiği de sıklıkla görünen bir durumdur.

Sosyal Bilimler Ansiklopedisi 2/Orhan Şener Koloğlu