Yıl 1997.

Üniversiteyi yeni bitirmiştim. Öğretmenliğe başlamak için tercih yapmam gerekiyordu. O zamanlar sınav falan yoktu. Sadece tercih yaptığın ilde öğretmen açığının olması yeterliydi.

Tabi,doğu şehirlerinden birini tercih ettiğimizde şansımız yüksek olacağından ben de öyle yapmıştım.

Kömürhan Köprüsü Harput’a bakar,

Körolası zalim Fırat ocaklar yıkar.

Ahbaplarım gelmiş ağıtlar yakar,

Söyletmeyin beni yaram derindir.

İhsan Öztürk’ün, İzzet Altınmeşe’den derlediği Elazığ yöresine ait bu türkü 90’lı yılların ençok dinlenilen türkülerindendi. Hele Şener Şen’in Eşkıya filminden sonra… Elazığlı sanatçı Erkan Ogur’un o içli sesi, dinleyenlerini, o taraflara hiç gitmemiş ve hiç görmemiş olsalar bile;Kömürhan Köprüsü’nden geçirip Harput kalesinin burçlarından Altınova’yı; sular altında kalmak üzere olan Hasankeyf’i, Diyarbakır surlarını, Karacadağ’ı ve uçsuz bucaksız Harran’ı seyre daldırırdı. Yine bu türkünün ezgisiyle, tınısıyla o acılar, yokluklar, hasretler, yarım kalmış sevdalar, kavgalar ve zalim töreler gözünüzde canlanır içiniz titrer giderdi. Şüphesiz Anadolu’nun her bucağı acıyla, kanla ve gözyaşıyla yoğrulmuştur, amaDoğu’da daha da böyledir bu.

Elazığ’ı tercih etmemde iki şey çok etkili olmuştu. Birincisi üniversite arkadaşım Elazığlı Cevdet, diğeri de işte bu türkü.

Sonra da ver elini Elazığ demiştim.Vardığımda o ikisinden biri yanıltmıştı beni. Çünkü Kömürhan Köprüsü Harput’a bakmıyordu. Aralarında en az elli kilometre mesafe vardı. Ama o önemli değildi zaten. Demek ki bir mecazdı. Bir sanattı.

Elazığ merkezde yaklaşık bir buçuk ay kadar depo öğretmeni olarak kaldık. Öğretmeniz ama daha bir kuruş maaş alamamışız. Para yok, pul yok.  Günümüzde belki İnsana kendi öz kardeşi yapmaz, ama arkadaşım Cevdet ve onun arkadaşı Mehmet–haklarını ödeyebilmem mümkün değil- beni evlerinde en az bir ay misafir ettiler. Bir ara öğretmenevine geçeyim demiştim de; demediklerini bırakmamışlar, kızmışlar, gücenmişlerdi.Fırat türküsü gibi yanıltmamışlardı yani. Aksine mahcup etmişlerdi.

Okul kurasında da Elazığ’ın en uzak yerlerinden biri olan, Palu-Beyhan kasabasını çekmiştim.

Beyhan mı?

İşte orası da ilk göz ağrısı… İlk görev yeri… Adamakıllı gurbet…

Mesleklerin en yücesi öğretmenliğe ilk adımımı attığım yer.  Merdivenlerinden uçarak çıktığım, kapısından tarifsiz heyecanlarla girdiğim okulumun bulunduğu kasaba. Dondurucu soğuklarda gözlerindeki ışıltılarla ısındığım sevgili öğrencilerimin, doğup büyüdükleri memleket.

O eski bayram kartpostallarındaki gibi.  Yahut bir köy romanında tasvir edilen, sırtını dağlara vermiş, kıyısından kıvrıla kıvrıla bir nehrin aktığı ve ortasından da kırmızı başlı yorgun trenlerin geçtiği kasaba. Ve gönlü güzel insanların memleketi.

Ben, Zülküf ve Uğur aynı lojmanda kalıyorduk. Uğur matematik öğretmeni, siyah kuşak tekvandocu. Yalnız, hani o vurdulu kırdılı, her fırsatta hareket çeken, figür gösteren sonradan görmelerden değil. Kibar, kimseyi kırmaz, bir karıncayı incitmez. Alçak gönüllü, böbürlenmeyi kendini göstermeyi hiç sevmez. Düşünsenize aynı evde yaşıyorsunuz, aylar geçmiş tekvandocu olduğunu bir turnuva için okuldan izin alırken öğreniyorsunuz. Böyle bir arkadaş… Zülküf, ise Edebiyat Öğretmeni. Duygusal, şair ruhlu. Özü sözü bir, mert, cesur… Arkası üç yüz metre uçurum olsun, hiç korkmadan sırtını daya…

Hafta sonları Uğur Malatya’ya, Zülküf’de Elazığ’a evlerine giderdi. Bizim Aydın ise uzak mı uzaktı, bir günlük yol çekiyordu.Böyleydi, ama Zülküf beni hiç orada yapayalnız bırakır mı? Çoğu zaman alır götürürdü beni de yanında. Annesi babası kardeşleri aynı sofraya otururduk. Elleri öpülesi annesi nasıl kızardı, eğer o hafta yıkanacak elbiselerimi yanımda getirmediysem. Aynı anacığım gibi pampak yıkar ütülerdi. Babası Ahmet amcayla, yemekten sonra çayımızı içerken “Kara çadır is mi tutar” türküsünü söylerdik. Keklik hikâyeleri anlatırdı Ahmet amca. Meri kekliklerin ağlamalı ötüşlerinin yankısıyla uzaklara dalar giderdi.

Bir yeri güzelleştiren taşı toprağı, çiçeği böceği, denizi güneşi, tarihi ve turistik yerleri değildir. O yer ister cehennem gibi bir çöl, isterse kuş uçmaz kervan geçmez bir dağ başı  olsun,gönlü güzel insanlarla olduktan sonra güzeldir.

Benim anlattığım yaşamımdan sadece küçük bir kesit. İnanın bütünü de böyledir. Bizim insanımız, bizim milletimiz Edirne’den Ardahan’a gönlü güzeldir. Merhametlidir, vicdanlıdır, fedakârdır. Acılarda, felaketlerde, böyle depremlerde, yardım seferberliklerinde hep görüyoruz bunu.

Güzel olmayan varsa oda; hani 1999 depreminden sonra ortaya atılan bir slogan var ya “Deprem öldürmez bina öldürür” diye; İşte o cümlenin içindedir. Tabi ki de deprem öldürmez.  Ama bina da öldürmez. Asıl onu sağlam yapmayan müteahhit ve inşaat mühendisi öldürür. Sonra onları düzgün bir şekilde denetlemeyen yetkililer öldürür. Yine sonra, bilim adamlarının uyarılarını dikkate almayan yöneticiler öldürür. Ağzı var dili yok kuru binada öldürmez yani.

Sözüm tabi ki de işini iyi yapan müteahhide, mühendise, yetkiliye ve yöneticiye değil. Onları tenzih ederim. Ama vicdansız, merhametsiz, arsız inşaat yapıcılarla; onları kimi korktuğundan, kimi hatırından kimi de görev ve yetkisini kendi şahsi menfaatlerine kullandığı içindenetlemeyen, yanlışlıklarına engel olmayan denetçi ve yöneticileredir.

Artık kıymayın bu millete. Boşu boşuna ölüp gitmesin artık. Çoluk çocuk şu karda kışta, Elazığ’da, Malatya’da olduğu gibi rezil perişan olmasın. Etmeyin eylemeyin, işinizi biraz olsun düzgün yapın. Bu dünyanın bir de öte tarafı var. Yaşasanız en fazla yüz yıl yaşayacaksınız. Değmez yani. Hiç kimse anasının karnından müdür olarak doğmadı. Denetçi olarak da, vekil olarak da…  Bilmem ne başkanı olarak da doğmadı. Yapamıyorsanız yapamıyorum deyin. Düzgün yapmadıktan sonra kıymeti de yok, kıymetiniz de… Artık kıymayın bu millete. Bu cennet vatandaki üç günlük ömründe bir gün yüzü görsün.Yazıktır, günahtır.

Daha da ne diyeyim. Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.Dört yıl boyunca ekmeğini yiyip suyunu içtiğim;acıları, sevinçleri birlikte yaşadığım, ama şimdi sadece kuru telefon görüşmelerinden ve kıymetsiz birkaç satır yazı yazmaktan başka bir şey yapamadığım Elazığ’ın, Malatya’nın, Adıyaman’ın, Diyarbakır’ın ve tüm ülkemizin başı sağ olsun. Allah yaralılara acil şifalar versin.Allah bir daha böyle depremler, felaketler, acılar göstermesin.  Sabırlar diliyorum.

Sağlıcakla…