‘6-7 Eylül olayları Kıbrıs’ın tamamının alınmasını engelledi’

Yeditepe Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Furkan Kaya, Kıbrıs görüşmelerinde kritik konunun Kıbrıs’ın tamamının aslına rücu etmesi meselesi olduğunu belirterek, “6-7 Eylül 1955 olayları Kıbrıs adasının tamamının Türkiye’ye kalmasını engelleyen kara bir gece olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Eğer bu olaylar tertiplenmeseydi görüşmeler çok farklı seyredecekti” dedi.

2018 yılında yayımlanan “Türk Dış Politikasının ve Kıbrıs’ın Zorlu Dönemi” isimli kitabında Kıbrıs görüşmelerini ele alan ve bu konuda dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun katkılarını inceleyen Kaya, “Özellikle 1955-1960 yılları arasında Kıbrıs meselesinin milli bir dava olarak benimsenmesinde Zorlu’nun kişisel çabası ve katkısı övgüye değerdir.  Zorlu, 1958-1959 yılları arasında dışişleri mesaisinin büyük bölümünü Kıbrıs meselesinin barışçıl yollarla çözülmesi için sarf etmiş, şahsi diplomatik kabiliyeti ve devlet adamlığı sayesinde Yunanlıların ve Rumların Enosis faaliyetlerine karşı büyük direnç göstermiştir” saptamasını yaptı.  

Dr. Kaya ile Kıbrıs Barış Harekâtının 48. yılında bu kritik süreci konuştuk:  

GLADYO TERTİBİ MİLLİ DAVAYA ZARAR VERDİ

Sayın Hocam, Kıbrıs meselesinin ortaya çıktığı dönemde iktidarda Demokrat Parti vardı. Siz de o dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun çalışmalarını incelemiş ve bunu kitap yapmış bir akademisyensiniz. O dönem bu mesele nasıl ele alındı ve nasıl bir siyaset izlendi. Sizin ilginç bir saptamanız var: “Menderes döneminde Kıbrıs bize verilecekti ve bu tertiplerle bozuldu.” Bu konuyu biraz açar mısınız? Pek bilinmeyen bir bilgi... 

Dr. Furkan Kaya: 1955 yılına kadar “Bizim Kıbrıs diye bir sorunumuz yok” yaklaşımı vardı. Bu dönemlerde Rauf Denktaş ve Fazıl Küçük “Kıbrıs sorununa Türkiye’nin müdahil olması gerektiği. Müdahil olmazsanız burada bizi yok edecekler” çağrıları yapıyorlardı. Bu tarihten sonra Fatin Rüştü Zorlu’nun Dışişleri Bakanı olmasıyla birlikte Kıbrıs sorununa da farklı bir yaklaşım ortaya çıktı. Zorlu, Atatürk dönemi diplomatlarındandı ve o dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın da damadıydı. Atatürk dönemi siyasetini, Kıbrıs, Akdeniz, Türk-Yunan ilişkileri mesaisini iyi bildiği için, bu sorunun görmezden gelinemeyeceğini Türkiye’nin bu soruna dahil olmasını isteyen bir diplomat ve siyasetçi olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Menderes’in davetiyle Türk siyasetine girdi. Menderes onu Partisine davet ettiğinde Zorlu’nun bir şartı vardı: Kıbrıs dosyasını bana emanet edecekseniz ben siyasete girerim, der. Menderes bunu kabul eder. Başbakan Yardımcısı olarak siyasete girer.

1955 yılı çok önemlidir. Çünkü Birinci Londra Konferansının toplandığı ve Kıbrıs meselesinde Türkiye’nin İngiltere tarafından muhatap olarak kabul edildiği bir konferanstır. Yani Türkiye, Yunanistan ve İngiltere Kıbrıs konusunu görüşmek üzeri bir araya gelirler. Zorlu özellikle Kıbrıs toplantısına hazırlanırken gece gündüz çalışır. İyi bir hukukçu ve diplomattır. Şöyle der; biz Kıbrıs adasını Lozan Antlaşmasıyla İngiltere’ye bıraktık. Ve uluslararası hukuk kaidelerince Lozan Antlaşmasına göre de eğer İngiltere bir gün Ada’dan çıkacak olursa Ada aslına rücu eder. Yani gerçek sahibine döner. Gerçek sahibi Osmanlı devletidir. Osmanlı devleti tarih sahnesinden çekildiğine göre ardıl devlet Türkiye Cumhuriyeti’dir. Zorlu toplantıda bu konuları hukuki temellerde sunduğunda Yunan tarafı telaşa kapılır. İngiltere’nin ikna olmasına yakın, bu talepleri kabul edeceği sırada Yunan tarafı telaşa kapılır ve ara talep eder. Atina’ya giderek bu konuları Hükümetiyle görüşeceğini ileri sürer. İngiltere ve Türk tarafı bunu kabul eder. Yunan heyeti Atina’ya gider ve işte burada Yunan derin devleti Gladyosu diyebileceğimiz yapı, Türkiye’deki Özle Harp Dairesi’ndeki işbirlikçilerle beraber Atina’daki o gizli toplantıda şu konuşulur: Ne yapabiliriz ki Ada’nın Türkiye’de kalmasını engelleyebiliriz. Çünkü artık dananın kuyruğu kopacak ve Ada bir daha Rum’un ve Yunan’ın olmayacak. Ada’nın tamamı Türkiye’de kalacak ve Akdeniz’de bütün dengeler değişecek. Gerçekten bu çok çok önemlidir.

O dönem sinir uçları ve hassas konu azınlıklar meselesidir. Bu hedef alınır. Bunu nasıl ayağa kaldırabiliriz. Türkiye’deki sokakları, caddeleri karıştırırız şeklinde düşünürlerken Atatürk’ün Selanik’teki evinin bahçesine ses bombası atılması kararlaştırılır. Bunun ön hazırlığı yapılırken aynı anda eş zamanlı olarak İstanbul’da bu haberin iyi bir şekilde yayılması ve azınlıkların bulunduğu bölgelerde bilhassa bu haberin yayılmasıyla birlikte, Türkiye’de ayarlanan gruplar harekete geçirilir. İstanbul Ekspres gazetesi bombalanma öncesi 25-30 bin basılır. Başlıklar hazırlanır. Bekletilir. Ve ses bombası atılmasıyla birlikte Beyoğlu İstiklal Caddesindeki tüm görülecek bölgelere bırakılır. Halk bunu görünce tepki vermeye başlar. İnsanlar neyin olup olmadığını anlamadan harekete geçer. Bu sırada önceden sopaları bile tek kip hazırlanan ve kamyonlara bindirilen kişiler belirlenen hedeflere saldırmaya başlar. Azınlıkların işyerleri, ibadet yerleri ve evleri yakılır yıkılır, yağmalanır. Komşular birbirine düşürülür. Gerçekten facia bir günüdür. Akşam karanlığından sonra ajanların Caddede yürüdüğü görülür. Önemli bir detay, MI6 İan Filiming’in İstiklal Caddesinde dolaştığı ve olayları kontrol ettiği görülür. Yabancı istihbaratçıların elinde şekli şemaya sokulur ve Türkiye’ye 5-7 Eylül 1955 olayları yaşanır. Olaylardan sonra Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve İçişleri Bakanı Namık Gedik Vali Kerim Gökay olay yerine gelir ve incelemelerde bulunur. Güvenlik kuvvetleri yetersiz kalınca TSK devreye girer. Olaylar bastırılır. Görüntü çok kötüdür. Türklerle Rumlar karşı karşıya gelmiş,  azınlıkların malları yağmalanmıştır, şeklinde büyük bir yara açılır azınlıklarla. Dışarıya bu imaj verilir. Gladyo’nun hesapladığı gibi dışarıya görüntü verilmiştir…

Zorlu olayların tam haberinde değildir. Menderes olayları Zorlu’ya iletmek için telefonla görüşürken Zorlu, “Sayın Başbakanım her şey çok güzel gidiyor. İstediğimiz sonucu alacağız. Ada’nın tamamını Türkiye’ye kalmasını sağlayacağız” der. Bu sırada Menderes olayları bildirir. “Fatin bey ne diyorsunuz. İstanbul yanıyor. Derhal toplantıyı bırakın ve dönünüz” der. Zorlu beyninden vurulmuşa döner. Ve derhal yola koyulur. Yolda trenle giderken yanındaki Dışişleri Bakanlığı temsilcisi Melih Esenbel’e –yumruğunu sert şekilde masaya vurur- “bütün emeklerim bir gecede heba oldu” der.

6-7 Eylül 1955 olayları Kıbrıs adasının tamamının Türkiye’ye kalmasını engelleyen kara bir gece olarak tarih sahnesinde yerini alır. Türk dış politikasında en büyük kırılmadır. Çünkü Ada’nın tamamının Türkiye’de kalması, eğer bu gerçekleşseydi bugün Türkiye Akdeniz, Ortadoğu, Karadeniz ve Türkistan yani beş deniz üzerinde kara ve denizde alan hâkimiyeti sağlayacağını ve farklı bir Türkiye’nin olacağını söylememiz gerekir.

Tabi Kıbrıs mücadelesiyle bitmez. Olaylardan sonra Zorlu’nun Kıbrıs mesaisi devam eder. Artık Kıbrıs Türk’tür politikasından “Ya taksim ya ölüm” politikasına doğru gidildiğini görmekteyiz. Zorlu İngiltere’ye şunu söyler: Ada’da iki cemaat yaşamaktadır. Türkler ve Rumlar. Rumların Ada’da Türk varlığını kabul etmemesi, Türklere Ada’da bir azınlık statüsü vermeye çalışması ve tüm yönetimi üzerine almaya çalışmasına karşılık Zorlu, “Hayır iki toplumlu bir gerçek vardır. Türkler ve Rumlar ayrı cemaat olarak taksim önerisini ortaya koyar. Taksim önerisine de Yunanistan eliyle Rumlar karşı çıkar. Buna karşılık 1 Nisan 1955 tarihinde EOKA terör örgütünü kurarlar. Başına da Yunanlı subay Grivas getirilir ve bundan sonra Türklere yönelik Yunan destekli bir terör örgütünün faaliyetleri başlar. Bu da çok önemlidir. Buna karşılık Türklerin üç adet küçük çaplı örgütü vardı. Bunlar etkili değildi. Çünkü EOKA devlet destekli bir yapıydı. Köylere baskın yapıp katliamlara girişince buna karşılık Türkiye’nin desteğini almak gündeme geldi. Bunu Rauf Denktaş istiyordu. Bunun üzerine Denktaş, Fazıl Küçük ve Bakan Zorlu Ankara’da bir araya gelerek konuyu görüşürler. Menderes bu dönemde denge politikası gütmektedir. Zorlu Menderes’i ikna edeceğine ilişkin söz verir. Zorlu olayın vehametini Başbakan Menderes’e anlatır. EOKA’ya karşı kurulacak olan TMT’nin bütün mesuliyetini üzerine alarak bu konuda sorumluluk ister ve Menderes bu sorumluluğu kendisine verir. O da kendisini idama götürecek olan süreci başlatan TMT’nin yani Kıbrıs’ın Kuvayı Milliyesinin kuruluşuna karar verir. Bu noktada devletin tüm imkânlarının seferber edileceğini ve kendi parasını bile bu işe harcayacağını söyler. Ve Ada’ya silah ve mermi yardımı gönderilir.

Zorlu büyük bir risk daha alır. Bu da önemlidir. Türkiye Ada ile haberleşmek için NATO’nun istihbarat telsizlerini İstanbul’dan toprak altından çıkararak Mersin’e gönderir. Gönderirken de anlaşılmasın diye peynir kutularının içine konulur. Buradan da bir gece yarısı balıkçı tekneleriyle Ada’ya ulaştırılır. Ada’da Türklerin kaderini değiştiren bu önemli hamleleri Zorlu yapmıştır. Bu konuda inisiyatif kullanır ve büyük bir risk alarak gerçekleştirir. Kıbrıs bizim namusumuzdur ve bu hamleler namusumuzu kurtarmıştır.

Yine TMT’nin kurulması Türkiye’den gönderilen ünlü komutan Rıza Vuruşkan’ın çabalarıyla gelişir. Denktaş ve Küçük ile toplantılar yapar ve TMT’nin hangi bölgelerde organize edileceği ve nerelerde Rumlara karşı mücadele edeceği belirlenir. Kıbrıs’ın Kuvayı Milliyesinin kurulmasıyla Ada’da Türklerin kaderi değişir. Ve EOKA’ya karşı mücadele başlar.

1959 senesine geldiğimizde taksim politikasından yavaş yavaş iki toplumlu federasyon şeklinde bir politika gelişir ve anayasanın hazırlanması çalışmaları başlar. Bu konuda Yunan tarafıyla görüşmeler başlar. Zorlu bu görüşmelerde Türklerin haklarını ısrarla savunur ve bu konuda geri adım atmaz. Bu görüşmelerde Türklerin can ve mallarını koruyacak bir düzenin sağlanması için çaba harcar. Bu müzakereler sırasında Rauf Denktaş Ada’da Türk askerinin de mutlaka olmasını ister. Bunu Zorlu da ister. Zorlu, bir bölük asker bile soksak bunun devamı gelir, der. Zorlunun kafasında Ada’ya Türk askeri girsin siyasi bir garanti sağlansın ve her şey bununla bitmez ve bunun arkası gelir düşüncesindedir. İlk başlarda Ada’da 150 Türk askeri 650 Rum askeri olacak bir düzen sağlanır. Zorlu daha sonra bu sayının artırılması için Menderes’le görüşür. Menderes de “Ben merasim kıtası göndermiyorum. Türklerin haklarını savunacak birlik gönderiyorum. Türklerin haklarını koruyacak bir düzen istiyorum” der. Görüşmeler sonrası Türk tarafının 650, Rum tarafının 950 asker bulundurulması kararlaştırılır. Cumhurbaşkanının Rum, yardımcısının Türk olması kararlaştırılır. En önemlisi de Türk tarafının onayı olmadan bir karar alınmaması sağlanır. Hazırlanan Anayasayla ciddi bir denge sağlanır. Bu görüşmelerde Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulduğunu görüyoruz.

Hocam, 1955’de başlayan süreç içindeki mücadele tarihinde 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nı nasıl değerlendirmeliyiz. İki kutuplu dünyada Türkiye’nin bu stratejik hamlesi ne manaya geliyor? Özellikle ABD bunu bekliyor muydu?

Kaya: Özellikle iki kutuplu sistemde iki kutupluluğun sıkı olduğu dönemde, ABD’nin Kıbrıs sorununu nasıl çözer konusunda net bir görüşü olmadığını görüyoruz.  ABD genel olarak Türkiye ile Yunanistan arasında savaş çıkmasını önleme açısından mevcut statükonun sürmesinden yanaydı. Taksim konusunda sessizdi. 15 Temmuz 1974’de Kıbrıs’taki askeri darbeyle Makarios’un iktidardan uzaklaştırılması ABD tarafından memnuniyetle karşılandı. Makarios Sovyetler Birliğine yakın politika izlemeye başlamıştı. Bu da ABD’nin Doğu Akdeniz politikası için büyük risk oluşturuyordu.

ABD’nin darbe sonrası gelişmelerden memnun olduğunu görüyoruz. Mesela liberal sol görüşlü yazarlar, ABD tarafından darbenin teşvik edildiğini ve Türkiye’yi kışkırtmak ve Ada’ya müdahalesini sağlamak üzere teşvik edildiğini de söylerler. O dönemde ABD dış siyasetinde en etkili isim Henry Kissinger Makarios’tan da hoşlanmıyor. Kissinger, Makarios’tan Akdeniz’in Castrosu olarak söz ediyor. Darbe sırasında Makarios’a suikast girişiminde bulunuluyor. Bunun ardından ABD’ye gidiyor. Makarios, Kissinger tarafından soğuk karşılanıyor.

Kissinger, Türkiye’nin Ada’ya müdahalesini önlemenin çok güç olduğunu ifade ediyor. ABD’nin bu soruna 1964’teki gibi yaklaşamayacağını da ifade ediyor. Türkiye’nin her şeyi göze aldığını ve kararlı olduğunu görüyor. Türkiye ancak askeri bir müdahaleyle durdurulabilir. O dönem ciddi bir Vietnam sendromu da var. ABD’nin böyle bir müdahaleyle Türkiye’yi durdurması mümkün değil. Bloklar arası rekabeti de göz önünde tutan Kissinger, Türkiye’yi durduramayacağını görüyor.

1964 Kıbrıs krizinden sonra (Johnson mektubu) Türk-Sovyet yakınlaşmasının başladığını görüyoruz. 1974’ten sonra ambargoyla birlikte Türk-Sovyet ilişkilerinin hızla geliştiğini de görüyoruz. Sovyetler bilhassa Akdeniz’deki askeri varlığını hızla güçlendirmeye başlıyor. Bu süreçte Türkiye ile ilişkilerine büyük önem veriyor. Sovyet diplomatlarına göre tarafsız bir Türkiye, komünist Yunanistan’dan çok daha önemli. Bu, gerçekten çok önemli; altının çizilmesi gereken bir durum. Aralık 1975’te Sovyetler Birliği Başbakanı Aleksey Kosigen Ankara’yı ziyaret ediyor. 1977 yılında dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil Moskova’yı ziyaret ediyor. 1978 yılında da dönemin Başbakanı Bülent Ecevit Moskova’yı ziyaret ediyor. Bunlarla yakınlaşmanın fiili olarak sahaya yansıdığını görmekteyiz. Bu bence 12 Eylül 1980 darbesine giden sürece etkili oldu. 12 Eylül darbesinde ABD’nin etkili olduğunu biliyoruz. 1960 öncesinde olduğu gibi 12 Eylül’de de Türk-Sovyet yakınlaşmasının etkili olduğunu görüyoruz. Bir de Kıbrıs politikasının etkili olduğunu söylemek mümkün.

1964-1974 ve 1980 arasında özellikle ABD’nin Türkiye politikasının ağırlıklı olarak Kıbrıs sorunu çerçevesi etrafında olduğunu görüyoruz. ABD, Kıbrıs sorununu Türkiye’ye karşı bir aparat olarak kullanıyor. ABD tamamen kendi çıkarları çerçevesinde bir tutumla Kıbrıs’ı kullandığını görüyoruz.

Bugün Kıbrıs meselesinde “artık oyalayıcı müzakereler yapılmayacak. İki taraflı devlet en gerçekçi” deniliyor. Bu mümkün mü?

Kaya: Bugün de Kıbrıs konusunda Fatin Rüştü Zorlu dönemi politikasından ilham alınarak davranılması gerekir. Önce iki taraflı federatif bir yapı öngörülüyordu. Annan Planı... Ben bunun o zaman da yanlış olduğunu söylüyordum. Bugün iki taraflı devlet modelinden başka bir çözümün olmayacağı söyleniyor. İki taraflı devlet modeli mümkündür. Bugün Yunanistan’ın çabası Sevilla haritasını uygulamaktır. Miçotakis’in ABD kongresindeki konuşmaları da bu doğrultudadır. Türkiye’yi bölgeden silmek istiyorlar...

Dolayısıyla Türkiye’nin KKTC’deki varlığı Akdeniz siyasetinin mührüdür. Anadolu dediğimiz bu kıta Asya, Afrika ve Avrupa’nın kilitlerinin anahtarıdır. Türkiye’nin bu kadar alanda jeopolitik sorumluluğu vardır. Anadolu kilidinin de altın anahtarları var. Bakın bu çok çok daha önemli. Altın anahtarlar da 1- Kıbrıs’tır. 2- Hatay’dır. 3- Türk boğazlarıdır. İşte bu üç anahtar Türklerin elinde bulunduğu sürece evelallah bu Anadolu kilidini kimse açamaz. Atatürk’ün başlattığı dış politikanın ne kadar önem arz ettiğini bilmemiz lazım. Hatay konusunda gerekirse Cumhurbaşkanlığından istifa ederim ve o çetelere katılarak mücadele ederim diyen Atatürk’ün Hatay meselesine neden bu kadar önem verdiğini bugün daha iyi anlıyoruz. Hatay olmasaydı hemen güneyimizde bir terör devleti kurulacak ve Doğu Akdeniz’e çıkış sağlanacaktı. Ve bu kukla devletin kendine ait bir kıta sahanlığı olacaktı. Türkiye tamamen Akdeniz’den silinecekti. Yani Antalya ve Mersin’den denize girilemeyecek vaziyete gelinecekti. Hatay orda büyük bir engel ve tampondur. İşte Kıbrıs batmayan bir uçak gemisidir. Hatay ve Kıbrıs birbirinin güvenliğini dengeler. Kıbrıs’ın güvenliği Türk boğazlarının güvenliğidir. Türk boğazlarının güvenliği Hatay ve Kıbrıs’ın güvenliğidir. Bunun hepsi birbirine bağlıdır. Çünkü Türk boğazlarının düşmesi demek İstanbul’un düşmesi demektir. İstanbul’un düşmesi demek Türkiye’nin düşmesi demektir. Yani Sevr Antlaşmasının gerçekleşmesi demektir. Burada yeni bir Sevr sendromu Türkiye’nin başına örülmeye çalışılıyor. Bu Sevr antlaşmasını bir şekilde sahaya yansıtmaya çalışıyorlar. 100 yıldır bu sendromu dönem dönem başka yollarla uygulamaya çalışıyorlar. İşte Atlantikçi görüş içinde olan bir taraf da var… Burada Türkiye özellikle Avrasyacı blokta bir şekilde denge siyaseti güderek buradaki jeopolitikasını ve jeopolitik değerini artırmaya çalışıyor. Denge siyaseti çok önemli... Şehit kanlarıyla alınan Kıbrıs’ı kansız vermemiz imkânsız. İşte bu kadar sert bir şekilde Kıbrıs davası bizim Misak-ı Milli davamızdır. Kıbrıs bizim namusumuzdur. Her ne olursa olsun Kıbrıs’ın terk edilmesi gibi söz konusu olamaz. Kıbrıs bizim milli davamız olmaya devam edecektir.

KKTC’nin tanınması nasıl sağlanır. Pakistan ve Azerbaycan buna hazır. Acaba Rusya’nın da desteği alınabilir mi? Bu süreç nasıl sürmeli? Teşekkür ederim?

Kaya: 1983 yılında KKTC ilan edildiğinde ABD ve İngiltere’de yoğun bir lobi faaliyeti yürütüldü. Bu konuda Türkiye’ye karşı ekonomik ve siyasi büyük baskılar yaptılar. Çünkü KKTC’nin tanınması demek Türkiye’nin Akdeniz’deki varlığına ve siyasetine güç katacak bir durumdur.

Benim en büyük hayalim Bakû-Lefkoşa-Ankara hattının kurulmasıdır. Haritayı gözümüzün önüne getirelim. Bu üçgen kurulduğu zaman Asya’dan Hindistan’a kadar büyük bir alan hâkimiyeti sağlayacaktır. Biliyorsunuz Pakistan da bu tanıma işine sıcak bakıyor. Siyasi ve ekonomik entegrasyonu da getirecektir. Bu durum Atatürk’ün hayalini kurduğu bir görüntü. Atatürk’ün bir Türkistan hayali var. Atatürk’ün hayalindeki Misak-ı Milli sadece şu anki sınırlarımız değil. Ve hep konuştuğumuz kadim 16 Türk devletine karşı oynanan oyunların 17. Türk devleti Türkiye’ye karşı oynandığını yine görüyoruz. Bu entegrasyon gerçekleşirse o zaman Türklerin elinde bu Türk dünyasının önünde kimse duramaz. Ama tabi buna Rusya, İngiltere, AB, ABD ve Çin karşımızda çok ciddi bir blok var. Bu noktada Türkiye çok önemli yol kat etti. Eğer bir şekilde Azerbaycan ve Türk dünyasının KKTC’yi tanıma konusunda bir hamlesi olursa üç devlet tek millet, Pakistan işin içine girerse tek millet dört devlet, yani burada ciddi bir blok ve ciddi bir entegrasyon oluşacak. Ama bunun çok önemli aşamaları var. Bu işin kamu diplomasisi, askeri ve siyasi boyutu var. Ama önemli yol kat ettiğimizi düşünüyorum. Öncelikle Cihat Paşa’nın da bahsettiği gibi Türkiye ile KKTC arasında MEP anlaşması yapılması gerekir. Bu Rumların ve Yunanistan’ın ENOSİS çizgisine bir engel oluşturulabilir. Bu aslında bir satranç oyunu! Bunu böyle germek gerekir. Burada çok dikkatli hareket ederek onların bize karşı olan gayri hukuki hamlelerine karşı biz olabildiğince yine hukuki ve diplomatik cevap vermemiz lazımdır. Türkiye’nin milli güvenliğini tehlikeye düşürecek hamlelere karşı da misliyle mukavemet etmemiz gerekecek. Dolayısıyla Kıbrıs’taki Türk varlığı her anlamda garantilenmelidir. Tekrar ediyorum Kıbrıs Anadolu’nun doğal uzantısıdır, Kıbrıs adası batmayan bir uçak gemisidir, Anadolu’nun altın anahtarlarından biridir, Kıbrıs bizim namusumuzdur. Ne pahasına olursa olsun Türkiye’nin Kıbrıs’ı terk etmesi mümkün değildir.

Teşekkür ederiz.

 ERCAN DOLAPÇI

74c17a40-cfbe-4608-a400-b490dec78c547fa450c5-fed1-4edd-99e4-e56e7578a069furkan kaya2 foto AAfurkan kaya1 foto AAfurkan kaya kitap