Uçsuz bucaksız, yemyeşil topraklarda ilerliyoruz. Gökyüzünün dakikası dakikasını tutmuyor. Bulutlar şekilden şekle giriyor, güneş saklambaç oynamakta ısrarcı. Yetmiyor, bir de uzaklardan gök gürültüsü duyuluyor. Güney Afrika Cumhuriyeti’nin en büyük şehri olan Johannesburg’a yaklaşık 2.5 saat uzaklıktaki Pilanesberg Milli Parkı’nda sıradan bir aralık öğleden sonrası... Ama şaşkın bir grup turist için hayatlarındaki en ilginç günlerden biri...

Her şey üstünde kontrol sahibi olmaya alışık şehirliler olarak biraz gerginiz: Ya ilerideki gri bulutlar bizim tarafa gelirse... Ya hayvanlar yağmurdan korunmak için ormanın içlerine doğru çekilirse ve biz hiçbirini göremezsek... Ya safari aracındayken sağanak yağmura yakalanıp çok ıslanırsak... Hepsi mümkün. Çünkü doğanın kucağındayız. Ve biz binlerce kilometre öteden geldik, egzotik birkaç gün geçirmek istiyoruz diye onun bize en güzel halini göstermek gibi bir zorunluluğu yok. Üstelik ‘en güzel hal’; kime göre, neye göre?

İşte bir safari seyahati planlamadan önce yapılması gereken ilk şey tam da bu: Yüksek beklentileri bir kenara bırakmak ve doğanın getirip önünüze koyacağı şeye razı olmak. Konfor arıyorsanız çok daha konforlu tatilleri çok daha ucuza yapmak mümkün. Vahşi hayvanları en fotojenik halleriyle görmek istiyorsanız -ve bunu yapmayı içinize sindirebiliyorsanız- hayvanat bahçesine gidebilirsiniz. Macera arıyorsanız onun da daha garantilisini vaat eden seçenek çok.