Kadınların haklarını korumaya ve öğretmeye yönelik çalışmalarıyla dikkat çeken Av. Pınar Öncer Tütüncüoğlu ile milletvekilliği adaylığında yaşadığı süreçten, kadınlara yönelik yapmış olduğu çalışmalardan ve boşanma halinde çiftler arasındaki mal paylaşımına kadar birçok konuda bayan bayana çok samimi bir sohbet gerçekleştirdik.

 

Milletvekili adayıydınız. Yorucu bir dönemden çıktınız. Bu dönemde neler yaşadınız? Şuan ki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle bana her anlamda çok şey kattı. Siyasetle uğraşan kadın ya da erkek kim olursa olsun eş desteği olmazsa bir ucu havada kalır. Bu anlamda ben eşimin hakkını asla ödeyemem. Gönüldaşlarımız bütün gün gece gündüz benle koşturdular. Karşılıksız bana destek olmaları beni çok mutlu etti. Seçim dönemi yorucu ama çok keyifli bir dönemdi. Şuan beklemedeyiz. Hep birlikte göreceğiz. Söylediklerini yerine getirecekler mi? Vaatler yerlerine gelmezse biz yine yollara düşeceğiz. Mesleğim gereği de çok uzakta kalamıyorum siyasete. Ülkeye sorumluluk anlamında ben her zaman o sorumluluğu üzerimde hissediyorum. Ben, bildiğim doğruları her zaman insanlarla paylaşıyorum, paylaşma devam edeceğim.

hatice0.20110414095032.jpg

Baro başkanımızla görüştüğümde kadınlara yönelik yapılan çalışmalara kadınların çok ilgi göstermediğine değinmişti.

Baro başkanımızla yapmış olduğunuz röportajı okudum. Aydın Barosu Kadın Hakları komisyonunda başkanlık yapmış biriyim. Aydın Barosu yönetim kurulu üyesiydim 2 dönem. O süreçte baro başkanımızın söylediği gibi, 38 köyde bilinçlendirme çalışmaları yaptık. Kadınlara ne kadar çok ulaşabilirsek o kadar çok ses geleceğini düşünüyorum. Ama bir bakış açısının önüne geçemiyoruz. Karşılaştığımız sorunların başında köy muhtarlarının valilik tarafından yapılan bildirime rağmen rivayet etmedikleri için kadınlara ulaşma konusunda sorunlar yaşadık. Bazı köylerde de kimseyi bulamayıp geri döndük. Tabii biz kadınlara haklarını öğretirken de boşanma davası açın, haklarınızı koruyun gibi şeyler değil, sadece kadınları haklarından haberdar etmek bizim amacımız. Kendisine faydası olmasa bile, eşine dostuna ve yarınlarda çocukları evlendiğinde faydası olması açısından da eğitim çalışmalarını yapıyorduk. Ve şiddet günümüzde çok büyük bir sorun. Eskiden bilindiği gibi sadece fiziksel şiddet değil, duygusal, ekonomik, cinsel şiddet de var. Gayrimenkullerin yüzde 80’inin erkekler üzerine kayıtlı olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bu anlamda çevremizde çalışan birçok kadın ekonomik şiddet altında. Çalışan kadınlarımızın bankamatik hesap kartları erkeklerin elinde. Şiddeti paylaşmayan kadınlarımızın oranları da yüzde 48’lerde. Kadın olup, kadınla ilgili hukuksal bakış açısına sahipken bunlara karşı duyarsız kalmak mümkün değil. Bu bağlamda çalışmalarımız sürüyordu. Bunların dışında da Türkiye Barolar Birliği Kadın Komisyonu yürütme kurul üyesi olaraktan çalışmalarımız oldu. Ama kadınlarımızla ilgili ne kadar çok yasal düzenlemeler yapılsa da haklarından haberdar olmadıkları sürece bunların hiçbirinin artısı olmuyor.

Bu çalışmalarda kadınlarımıza nelerden bahsediyorsunuz?

Medeni kanunda bir takım değişiklikler yapıldı. Aile konusunda yeni düzenlemelerin yapılmış olmasından, resmi nikâhla ilgili yaş durumundan, aile içi şiddete kadar bir çok konuda bilgilendiriyoruz.

Kadına yönelik şiddetle ilgili hep bir şeyler yazılıyor, gösteriliyor, bilgiler veriliyor. Ama kadına yönelik şiddette her geçen gün sayının azalması gerekirken tam tersi her geçen gün sayı artıyor. Ortada bir mağduriyet ve mağdur olan taraf varsa sürekli kadınlar oluyor.

Şiddet insanlık suçu. Söylemiş olduğun şey çok doğru. Mağdur olan taraf genelde çocuklar ve kadınlar. Şiddet toplumsal bir olgu olduğuna göre bunun mağduru kadınsa, kadının toplum içindeki yeri düzenlenmesi gerekiyor. Şuanda yeni bir gelişme var. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığının, Aile ve Sosyal Politikalarla birleştiriliyor. Bu da hükümetin kadını aile içinde değerlendirmesi gibi bir durum arz ediyor. Bu gerçekten bir geri adımdır. Çünkü kadın sadece aile içinde değildir. Kadın toplumun her yerinde vardır. Ne yazık ki kadın aileyle sınırlı aile dışındaki bütün konumu ve varlığı görmezden geliniyor. Yeni bir bakış açısı getirdiler ama bu bakış açısı bir yenilik değil, bir geri adımdır. Kadınlarla ilgili düzenlemeler yapılıyor. Ama yasaların yapılması gerçek hayatta uygulamaya geçirilmediği takdirde yeterli olmuyor.

İş yerindeki taciz olayları almış başını gidiyor. Ev dışındaki fiziksel şiddeti dışa vurabiliyorsunuz ama iş yerinizde patronunuzdan ya da kendinizden üst konumda olan birinden gördüğünüz o psikolojik baskıyı ispat edebilme konusunda kadınlarımız çok büyük sıkıntı çekiyor. Yargıtay 9. ceza dairesi açılan mobbing davalarda ispat şartı aramıyor. Beyan esas alıyor. Kadınlarla ilgili düzenlemeler yapılıyor. Aynı işyerinde çalışmaya devam eden bu olaya tanık mesai arkadaşları oluyor. İş kaybetme korkusuyla şahitlik yapmaktan çekinirler. İş yerindeki taciz olaylarında ispat şartı aramıyor.

*Mobbing; ifadesi hukukumuzda "Ofis İçi Psikolojik Şiddet ve Taciz" olarak tanımlanmakta ve kişilik haklarının ihlali olarak görülmektedir. Her şiddet ve taciz eyleminde olduğu gibi, işyerinde mobbinge maruz kalan kişilerin de "Kişilik Haklarına Yapılan Saldırı" sebebi ile İşveren'den manevi tazminat talep etme hakkı mevcuttur. İşçinin aldığı disiplin cezaları var ise, açılan dava ile bunlarında kaldırılması sağlanabilmektedir.

Boşanma davalarında çiftlerden biri boşanmak istiyor biri istemiyorsa...

Mesela kadın açısından değerlendirirsek kadın boşanmayı istiyor ama eşi istemiyor. İlk başta bir takım yasal delillerimiz var. Delillerimizi ortaya koymak zorundayız. Şiddet mağduru doktor raporu. Ya da fiziksel şiddet yok psikolojik şiddet görüyor. Araya girecek olan sanık beyanlarıdır. Çünkü 4 duvar arasında yaşanan durumları ancak başkalarının sanıklığıyla ifade edebilirsiniz. İnsanlarımız tanıklık yapmaktan çok çekiniyorlar. Bu da en önemli problemler arasında. Genelde kadın evi terk etmek durumunda kaldığı için kocayla aynı apartmanda kalmaya devam eden diğer komşular sanıklık halinde bir huzursuzluk yaşayacaklarını düşündükleri için tanıklık yapmıyorlar. Eve terk eden kadın olduğu için de her zaman sıkıntı yaşanabiliyor.

Boşanma halinde çocukların velayeti nasıl oluyor?

Halk arasında yanlış bilinen noktalar var. Kız çocuk babaya, erkek çocuk anneye diye. Ya da 7 yaşına kadar annede kalır diye. Bu tamamen gerçek dışıdır. Böyle bir yasal düzenleme yok. Burada çocuğun yararı söz konusudur. Çocuğun yararı kimde kalmasını gerektiriyorsa, uzman psikolog ve pedagogların vereceği raporlar dâhilinde mahkeme tarafından değerlendiriliyor. Zaten 3–4 yaşına kadar anne şevketine en çok ihtiyacı olduğu dönemleridir. Çocuğun zararına olacak eğilim içerisinde değilse, çocuk genelde anneye verilir.

Peki, çocuklar kendi isteklerini hangi yaşlarda belirtebiliyorlar?

4–5 yaşındaki çocuğa neyi öğretirseniz onu söylemeye çalışır. Uzmanlarında gözünden bu kaçmıyor. Her çocuğun gelişimi çok farklıdır. Bu yüzden tam net bir yaş söylenemez ama 11–12 diyebiliriz. Kendini ifade edebilecek ve yaşamış olduğu olayların bilincine varacak durumda olması gereklidir. Uzmanlardan bu doğrultuda raporlar alınıyor.

Boşanmada haklıysa nafaka durumu var. Eğer kadın ayrı yaşamakta haklıysa dava süresince nafakaya tabi tutuluyor. Ayrıca ispatlandığında netleştiğinde de nafakanın devamı olur. Davadan sonra yoksulluk nafakasına dönüştürülüyor. Buna yoksulluk nafakası diyoruz. Çocukların velayeti kendinde olmayan taraf çocukları gelişimine ve eğitimine katkı sağlamak üzere belirli miktar nafaka ödemek zorunda. Yapılan değişimlere göre eşler çocukların gelişimine ortak olarak katılmak zorundalar.

 Peki boşanmanın mali sonuçlarından bahsedecek olursak...

Mal rejimi noktasında bazı değişiklikler yapıldı. Evlilik birliği içerisinde edinilmiş mallar ortaktır. 2002 yılında bir ev varsa, bunun yarısı senin yarısı benim şeklinde yanlış bir algıya düşüldü. Mesela 1998 yılında evlenmiş taraflar 2002 yılına kadar belli bazı mallar alınmış. 2002 yılından sonra edinilmiş mallara katılma rejimi uygulandı. Böle bir hukuki bir statü getirildi buna. 2002’den sonra edinilmiş mallarla ilgili satılma durumu söz konusu.

Halk arasında bilindiği gibi 2002’den sonra bir mal aldıysam bunun yarısı senin yarısı benim diye bir şey yok. . 2002’den sonra edinilmiş mallarda mesela bankadan kredi çekildi, o borçlar çıkartıldıktan sonra geriye kalan bir değer varsa onun yarısı ( ½ si) Borçlar çıkarıldıktan sonraki geri kalan değerin yarısı (½ si değeri oranında) paylaştırılır. 2002’ye kadarki ve 2002’den sonraki mal rejimi paylaşımları farklıdır, bu farklılığa göre değerlendirilir.

img_2944.jpg

Röportaj: Hatice Karaarslan