Vietnam Savaşı sırasında Tayland'da doğdu. Henüz bir bebekken yakalandı ve bir kafese kapatıldı. Önce bir kamyona ardından kocaman bir Boeing 747'ye bindirildi. Pasifik Okyanusu'nu geçip ABD'ye indi. Hayatının ilk yıllarını Florida'da, Disney World yakınlarında geçirdi. Buradan Texas'a gönderildi. Henüz 5-6 yaşlarındayken bir grup adam tarafından bir başka kamyona bindirildi ve New York'a götürüldü. Nihayetinde de şehrin en işlek noktalarından biri olan Yankee Stadyumu'nun hemen yanı başında bir yaşam alanına yerleştirildi.

Tayland'da henüz sütten bile kesilmemişken ayrılmak zorunda kalmıştı. Orada ailesiyle birlikte yaşıyordu; kız kardeşleri, kuzenleri, teyzeleri ve annesi vardı. Birbirlerine sarılıyor, hep beraber sohbet ediyor, oynuyorlardı. Yeni evinde ise kimsesi yoktu. Mavili siyahlı puantiyeli elbisesiyle ziyaretçilerine çeşitli gösteriler yapıyor, sırtına binen çocukları gezdiriyordu.

Bugün artık 50'li yaşlarında olduğundan emekliye ayrılmış durumda. Ancak hayatın tadını çıkarabildiğini söylemek zor. Halen aynı yerde yaşıyor. Bu hayata o kadar alışmış ki kendisine ayrılmış dört tarafı bambularla çevrili küçücük arazinin önünden geçen trenlere "el sallamayı" ihmal etmiyor. O sırada trendeki yolcuları bilgilendirmekle görevlinin ezberden söylediği şu cümleler duyuluyor: