Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Aydınpost'a abone olun

Aydınpost'a Google News'te abone olun

Yakın tarihimizin önemli olaylarından biri olan 31 Mart Vakası, günümüze kadar devam eden birtakım siyasal, sosyal, dinî ve kültürel politikalara tarihsel kanıt vazifesi görmüştür. Necip Fazıl Kısakürek’in, “Dünyada gelmiş ve geçmiş isyan ve ihtilaller içinde en sefili ve en şen’i bile 31 Mart Vakası derecesinde iğrenç bir tertibe tenezzül etmemiştir. Allah’ın iradesiyle tam otuz üç sene bir ölüyü ensesinden tutup ayakta durdurmuş, İslâm-Türk tamamlığını yabancı ve kozmopolit tesirlere karşı muhafaza etmekten başka gaye edinmemiş ve bu tesirlerin ajanları tarafından eli-kolu bağlanmış bir hükümdarı büsbütün kudretsiz kılmak, tahttan indirmek için bulunan bahane ve düzenlenen oyun…” olarak tanımladığı 31 Mart hadisesinin perde arkasının ele alındığı bu kitapta; olayların nasıl başladığını, oyunda kimlerin rol aldığını, Hareket Ordusu’nun pozisyonunu, çıkan olayların Osmanlı topraklarında doğurduğu sonuçları ve son sahne olan Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesinin bütün cepheleriyle incelenerek karanlıkta kalan kısımların aydınlatıldığına şahit oluyoruz.

Sultan İkinci Abdülhamid Han, İngiliz Gazeteci Mr. Bolwitz’e hürri­yet mevzunda verdiği beyanatta “Hürriyet Kültürü”nden bahisle:

“Beni hürriyet aleyhtarı, hürriyet düşmanı göstermek haksızlıktır. Ben, bir memleketin içinde bulunduğu asır seviyesine yükselmesi lüzu­munu takdir edenlerdenim. Fakat ruhu ve kullanış tarzı bilinmeyen bir hürriyetin taşkın mevcudiyeti de büsbütün yokluğu kadar tehlikelidir. Kullanılması bilinmeyen bir memlekette hürriyet, nasıl kullanılacağını bilmeyen bir kimseye verilen silaha benzer. O kimse böyle bir silahla ana­sını, babasını, kardeşlerini sonra da kendisini öldürebilir. Bu yüzdendir ki hürriyet ihtiyacının bahis mevzu olduğu bir memlekette her şeyden evvel o memleketin hürriyet kültürüne karşı hazırlanmış olup olmadığı tetkik edilmelidir.” der.

Bu kültürden mahrum hürriyetin “taşkın mevcudiyeti”nin İkinci Meş­rutiyet’in ilanını müteakip olduğu olanca açıklığıyla görülür.



23 Temmuz 1908 Perşembe günü, Meclis-i Mebusan’ın toplantıya da­vet olunmasıyla ilgili resmî tebliğ yurdun her tarafındaki ilgililere bildi­rilirken İstanbul’da yayınlanan gazetelere de verilmiş ve bu resmî tebliğ üzerine ilk hürriyet çılgınlığı Bâb-ı Âli Caddesi’nde başlamıştır.

Resmî tebliğ bütün gazetelerde “Yaşasın Hürriyet” başlığı altında ya­yınlanmış, manşette verilen bu “Yaşasın Hürriyet” sözü şehrin her tara­fına yayılarak “Hürriyet vaaar!” diye avaz avaz haykıran gazete satıcıları vasıtasıyla bir anda bütün İstanbul’u kaplamış ve ilk şaşkınlığı müteakip şehirde bir bayram havası esmeye başlamıştır. Atılan top seslerine “Yaşa­sın Hürriyet!” naraları karışmış, havaya fırlatılan çeşitli külahlar altında sarıklı hocalarla papazlar kucaklaşıp öpüşmüş; bütün evler, cadde ve so­kaklar bayrakla donatılırken nereden belirdiği bilinmeyen bir sürü ha­tipten her biri bir tarafta haykırmaya başlamış; eline bir bayrak geçiren sokağa fırlamış ve meydanları dolduran kalabalıklar durmadan bağır­mışlardır: “Yaşasın Hürriyet! Yaşasın Kanun-u Esasi!”

O günün manzarasını Mehmet Akif Bey “Safahat”ında ne güzel anlatır:

Bir de İstanbul’a geldim ki bütün çarşı, pazar,

Naradan çalkalanıyor! Öyle ya… Hürriyet var!

Galeyan geldi mi mantık savuşurmuş... Doğru:

Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru.

Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden

Yıkıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden!

Zurnalar şehrin ahalisini takmış peşine;

Yedisinden tutarak tâ dayanın yetmişine!

Eli bayraklı alaylar yürüyor dört köşeli,

En ağır başlısının bir zili eksik, belli!

Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük,

Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!

Kim ne söylese hemen el vurup alkışlanacak...

- Yaşasın!

- Kim yaşasın?

- Ömrü olan...

- Şak! şak! şak!

Ne devâirde hükümet ne ahalide bir iş!

Ne sanayi ne maarif; ne alış var ne veriş.

Çamlıbel sanki şehir: Zabıta yok, rabıta yok;

Akan kan sel gibi bir dindirecek vasıta yok

“Zevk-i hürriyeti onlar daha çok anlamalı”

Diye mekteplilerin mektebi tekmil kapalı!



Konuyla ilgili olarak Samiha Ayverdi de şunları yazıyor: “Memleketin okur-yazar sınıfını bir hürriyet sıtması tutmuştu. Bu, kitlelerin zaman zaman yakalandıkları bir asabi buhrandı. Hürriyet istiyorlardı ama bu ter ter tepinerek peşine düştükleri ‘hürriyet’ neydi? Bunu pek bilen yoktu. Çünkü bildiren de yoktu. Bildiremezlerdi, zira yapmak istedikleri inkılabın tefek­kür tarafı eksikti. Onun için de bu beklenen rejim, sadece hissi ve hayalî ümitlere dayanı­yordu. Mütefekkiri ve ilim otoriteleri olmayan bir kitlenin yapacağı inkılabın da pek tabii ki yalın-kat ve üstünkörü olacağı aşikârdı.”

Kültürsüz hürriyet böylece meyvelerini vermeye başlar. Hürriyeti; her istediğini yapmak, yapabilmek sananlar büyük bir anarşinin eşiğin­dedirler. Gazeteci Hasan Fehmi’nin vurulup öldürülmesi talebenin so­kağa dökülmesine sebep olur, cenaze muazzam bir kalabalıkla kaldırılıp Sultan Mahmud Türbesi bahçesine defnedilir. Meclis-i Mebusan’a intikal eden cinayet, sert münakaşa ile umumi görüşmeye kadar varır ama netice çıkmaz.

Gerçek Yayınları’ndan çıkan ve Mustafa Müftüoğlu’nun kaleme aldığı “31 Mart Vakası - İrtica mı İngiliz oyunu mu?” adlı bu eseri ilgilisinin dikkatine sunarken tarihimizin karanlık bir safhasını aydınlatmaya yönelik anlamlı çabasını takdirle karşılıyoruz.