Günümüzde değerleri zenginleşme aracı yapacak kadar seviyesi düşen, ranta dayalı vurgun politikasını yasaklayan içinde bulunduğumuz inanç ve kültür coğrafyasında devam ediyor olması Müslümanlar için en hafif deyimle üzücüdür.

Batı ile kıyaslandığında Türkiye’de siyaset hayli külfetli bir uğraşıdır. Çünkü bizim ülkemizde siyaset insana dokunmakla yapılır. Kaldı ki,dokunmak yalnız el sıkmakla olmaz.

Düğün sünnet, okul gecesi, sivil toplum kuruluşlarından gelir amaçlı toplantı ve davetlerine katılmak, nişanlılara yüzük takmak, hasta ziyaretlerinde ve taziyede bulunmak da dokunmakla eş anlamlıdır.

Tabi dokunmanın maddi bir külfeti de vardır. Milletvekilliği, belediye başkanlığı düşünenler kesenin ağzını çok önceden açmalılar ki, yarışı kazanabilsinler.

Screenshot 20251124 074803 M365 Copilot

Milletvekilliği düşünenler için önseçim ya da temayül yoklaması varsa aday adaylığı sürecinde ilçe teşkilatına seçim harcamalarına katkı adı altında bağışta bulunmaları istenir.

Reklam sektörü beş yılda bir gelen seçimi iple çeker..Üstüne üstlük partilerine adaylık ücreti yatırmak zorundadırlar.

Her seçim öncesinde oy oranına göre partiler aldıkları hazine yardımlarını Batı’daki gibi adaylara aktarmazlar.

Velhasıl bizde sistem böyle işler.

Partileri maddi destek vermeyince meydan da paranın gücü ile siyasetin gücünü birleştirmek için siyasete soyunan zengin adaylara kalır.

Bir siyasetçiden “asıl para adaylıkta kazanılır” cümlesini işittiğimde hayli şaşırmıştım. Çünkü benim bildiğim tersinin doğru olduğu yöndeydi. Sonradan öğrendim ki, meğer adaylık aynı zamanda bir siyasetçinin önceden ektiklerini biçmesiymiş.

Kurumlar, şirketler, şahıslar adaya sponsor olmakla devlet kurumlarında karşılaşılan zorlukları aşmada yapılan yardımların bedelini öderlermiş.

Halböyle olunca elbette siyasi rekabetle birlikte oluşan kaynak yoğun bir kampanya piyasasında parası olmayan ya da yetersiz olan sisteme giriş engeline çarpar ve sistem dışına itilir.

Bu durumda elbette bu seleksiyon sonucu sınıfsal temsil dengesinin bozulması bir ilde siyasetin tekelleşmesine yol açar ve bunun sonucunda da yolsuzluk riski artar.

Çünkü büyük harcama yapan ilk olarak harcadığı paranın geri dönüşüm yollarını aramaya başlar ikinci olarak gelecek seçim için yığınak yapar.

Rantta ilk el atılan da kamu kaynakları olur.

Temel referansı gerek Machiavelli’nin “gerektiğinde hükümdar dini de alet olarak kullanır” sözü gerek, Carl Scmitte’in “siyaset dost düşman ekseninde yapılır” görüşü Batı’da geçerliliğini yitirerek yerini bireysel hak ve özgürlükler merkezli rasyonel siyasete bırakmıştır.

Bunun yerine günümüzde değerleri zenginleşme aracı yapacak kadar seviyesi düşen ranta dayalı vurgun siyasetini yasaklayan içinde bulunduğumuz inanç ve kültür coğrafyasında devam ediyor olması Müslümanlar için en hafif deyimle üzücüdür.

Batı’da uygulanan “para yarışını ne kadar sınırlarsan temsil yarışını da o kadar genişletirsin,”kampanyanın maliyetini düşük tut, siyasi rekabeti açık tut,” felsefesinin geçerli olduğu günümüzde bu coğrafyanın inancıyla bağdaşmayan siyasetin rant alanı olarak görülüyor, olması siyasi ahlak açısından da paradoksal bir açmazdır.

Batı’da Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Danimarka ve İsveç’te siyaseti haksız rekabet ve rant alanı olmaktan korumak için partilerin tamamına yakın kampanya giderleri devlet yardımından,üye aidatlarından ve gönüllü bağışlardan karşılanır.

Bu ülkelerde partiye kayıtlı üyeler bizdeki gibi kayıtlı seçmenin yüzde 35’leri bulan aidat ödemeyen niteliksiz üyelerden ibaret değildir. Batı’da parti üyelerinin kayıtlı seçmene oranı belki yüzde 2,5’u geçmez ama bu üyeler aynı zamanda siyaseti de domino ederler.

En önemlisi de Batı’da sistem şeffaflık ve sıkı denetim üzerine kuruludur.

Almanya’da, Fransa’da, 10 bin Euro ve üzeri bağışlar kamuya ilan edilir. Kurumsal bağışlar (şirketler) sıkı denetime tabidir.Mesela Belçika’da şirket bağışları yasaktır.

Fransa’da ayrıca başkanlık seçiminde adayların harcama limitleri vardır. Örneğin 2022 seçimlerinde adayların 1. turda harcama limitleri 16,85 milyon Euro,11.turda ise 22,51milyon Euro’ydu.

Yine Fransa’da parlamento seçimlerinde kayıtlı seçmen sayısına göre limitler sınırlandırılmıştır. Bir adayın harcayabileceği 38 bin Euro, buna ek olarak her kayıtlı seçmen başına 0,15 Euro’dur.

Mesela 100 bin seçmenli bir yerleşim yerinde bir adayın harcayabileceği toplamda 53 bin Euro’dur.Bu limitleri aşan adaylar seçimi kazansalar bile koltuklarından olabilirler.

Ayrıca bu ülkelerin çoğunda adaylar arasındaki yarışta rekabeti olumsuz etkilediği için TV reklamlarına sınırlama getirilmiştir.Söz gelimi Hollanda’da TV reklamları yasaktır.

Danimarka’da ise sistem şeffaftır.Büyük bağışlar açıklanır.Kamusal yardımlar partiye verilir,partiler adaylara aktarır.İsveç’te adayların seçim harcamaları sıkı raporlamayla denetlenir.

Ayrıca diğer Batı Ülkelerinde olduğu gibi İsveç’te de güçlü olan partidir. Kişisel kampanya kültürü zayıftır.

Özet olarak Batı’da:

Kişisel servet kampanyada işe yaramaz. Harcama limitleri vardır.Finansmanı devlet yardımı ve bağışlardan sağlanır. Şirket yardımları ya yoktur ya da çok sıkı denetime tabidir. TV reklamları ya yasaktır ya da sınırlıdır. Kampanyaları profesyonel şirketler değil parti örgütleri yürütür.

Bu coğrafyada olduğu gibi hiçbir aday kampanyalarda devletin araçları ve diğer imkânlarıyla kampanya yapamaz.

Belediyeyi özel bankalara borçlandırarak seçimlerde gübre,hayvan yemi,tohum benzeri seçim rüşveti dağıtamaz.Ayrıca şirketlerden,holdinglerden,şahıslardan hiçbir aday örtülü bağış alamaz.

Sonuç olarak Berlin’e giden Mehmet Akif’e döndüğünde “Avrupa nasıldır” diye sorarlar.O da:

-Ne olsun, gördüğüm kadarıyla işleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi, der.Akif’in bu tespiti günümüzde de güncelliğini koruyor,olması ve bunca zamandır üzerine bir şey koyamamak... İşte işin asıl üzücü yanı da budur.