Selçuk Bayraktar.

Damat diye dillerine dolamışlar.

Yaptığı SİHA ve İHA'lar harikalar yaratıyor…

Ne fark eder damat olması, sıradan vatandaş olması...

Önemli olan yaptığı işin yararı değil mi?

Ama, amaç başka olunca hinlikler bitmiyor.

Bu olay akla Stalin'in yaşadığı bir olayı getirdi.

Anlatalım:  

İkinci Dünya Savaşı yılları…

22 Haziran 1941.

Almanlar yıldırım savaşıyla üç koldan Sovyet Rusya’ya saldırmış.

Başkent Moskova, Leningrad ve Stalingrad ana hedef.

Ukrayna üzerinden de Kafkas petrollerine uzanmaya çalışırlar…

Anlı şanlı Kızılordu dökülüyor.

Yüz binlerce asker kurşun atmadan esir oluyor.

Moskova'da büyük telaş...

Saldırıyı durdurmak gerek.

Cepheye yeni asker göndermek için de silah ve malzemeye gerek var.

Elde ne varsa askere dağıtılıyor.

Depolardan Çarlık zamanından kalma kılıçlar bile dağıtılır.

Ancak bir sorun var:

Kılıçların üzerinde “Allah-Çar-Vatan” yazılı…

Bunları gören generaller telaşa düşer.

Hemen Yoldaş Stalin'e koşarlar:

"Aman Yoldaş Stalin, dağıtılan kılıçların üzerinde ‘Allah-Çar-Vatan’ yazılı. Bunları da dağıtacak mıyız?”

Stalin hayretle generallerin yüzüne bakar ve şöyle der:

"Yoldaşlar, kılıçlar iyi adam kesiyor mu?"

Kesiyor!

“O zaman ne diye duruyorsunuz. Dağıtın gitsin!..” (Stalin’in sağ kolu Başbakan ve Dışişleri Bakanı Molotov'un anılarından...)

İşte bizim durum da buna benziyor.

Durum bekleme zamanı değil.

Bırak damadı, dört bir yerden kuşatılmışız.

Bak harp Azerbaycan'dan başladı bile...

Gördün mü damadın İHA ve SİHA'larını?

Harikalar yaratıyor… Dünya şaşkın!

Üret gitsin...

Gerisi hikâye...

(Ha unutmadan, ASELSAN, HAVELSAN, MİLGEM, ROKETSAN, MKE gibi savunma sanayi kuruluşlarımızı da unutmayalım. Onlar da uzun yıllardır bu işte önü çekiyor. Emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.)

BİR HİKÂYE DE BİZDEN

16 Mart 1920.

İstanbul işgal edilmiş.

Vatanseverler Ankara’nın yolunu tutmuş.

Aralarında Osmanlı’nın son Harbiye Nazırı Fevzi Çakmak Paşa da var…

Kuşçalı’ya gelmiş. Ankara’ya soruyorlar. Gönderelim mi diye…

Mustafa Kemal Paşa bu, durur mu: Gönderin gelsin, der.

Ankara’da subaya ihtiyaç var.

Fevzi Paşa gibi bir adam geri gönderilir mi?

Ve Paşa geliyor. Bir süre sonra Milli Savunma Bakanı ve daha sonra da Genelkurmay Başkanı oluyor…

Kısa sürede İsmet Paşa ile el ele vererek orduyu yeniden düzenlerler. İnönü, Sakarya ve derken Büyük Zafer gelir.

Atatürk’ten sonra o dönem Mareşal olan ikinci isimdir…

Atatürk bununla da kalmaz onu değişmez Genelkurmay Başkanı yapar.

1944 yılında emekli olana kadar 23 yıl ordunun başındadır.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında “Ankara’da İsmet Paşa, Trakya’da Çakmak Hattı” diye halk arasında laf yayılır.

Herkesin içi rahattır. Memleket emin ellerdedir…

Gördünüz mü size Paşa’yı…

Diyeceğim şu ki, kulp ararsan herkeste bulursun; önemli olan insan kazanmak ve sonuç almak.

Büyük işler böyle başarılır ve liderler de böyle günlerde ortaya çıkar.

En önemlisi de aldıkları kararlardır…

Kibir mi, en keskin sirkedir…

Kabını deler.

Haa unutmadan söyleyelim.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunu mu merak ediyorsunuz?

O kılıçları dağıtan Stalin kazandı.

Kılıçları kullanan Kızılordu da Berlin’e girdiğinde, Hitler çoktan intihar etmişti…

Hitler niye mi kaybetti?

Ölçüyü kaçırdığı için.

Bir de keskin sirke hikâyesi...

Yazımızı Çin devriminin lideri Mao’nun güzel bir sözüyle bitirelim: “İnsan kelleleri pırasa değildir. Bir kere kestin mi, bir daha bitsin… Israrla, inatla insanları kazanın.”