'İçimdeki sırrı vakti gelmedikçe kimseye söylemedim!'

Sık sık "Atatürk'ü, Samsun'a vatanı kurtarsın diye Vahdettin gönderdi" denir. Atatürk'ün bile 'Hain' dediği Padişah Vahdettin'e paye verilir. Peki, gerçek böyle mi? Tabi ki değil. Bunu da bizzat Mustafa Kemal Paşa kendisi söylüyor. İşte Atatürk'ün kaleminden Vahdettin ve Samsun'a çıkma gayesi.

 

'Yasa dışı Mustafa Kemal'

Mustafa Kemal Paşa, Suriye Cephesi'nden geldikten sonra ülkenin içinde bulunduğu duruma karşı çareler aramaya başladı. Bir arkadaşıyla gazete çıkardı. Ardından da önde gelen isimlerle temasa geçti. Milli bir hükümet peşindeydi. 6 aylık bu çabasından bir sonuç alamadı. Tek çare Anadolu'ya geçmekti. Bunun için de çaba harcadı. Sonunda muradına erdi. Karadeniz bölgesindeki asayişsizliği -işgalci devletleri ve Saray'ı memnun edecek şekilde- hal etmesi istendi. Onun ise kafasında büyük işler vardı. Görüştüğü Cevat Çobanlı Paşa onun için "Kemal, galiba sen birşeyler yapacaksın" demişti. Evet o yapacaktı. Bunun alt yapısını da hazırladı. Ordudaki arkadaşlarıyla sürekli temas halindeydi. Resmi görevle 16 Mayıs akşamı İstanbul'dan yola çıktı. Bir süre sonra niyeti anlaşıldı ve "Geri gel" telgrafları yağmaya başladı. O ise 7/8 Temmuz 1919 gecesi istifa ederek halka katıldı. Artık Osmanlı'nın gözünde 'Yasa dışı' birisiydi. Bu yasa dışılık, 23 Nisan 1920 gününe kadar sürdü. Artık yeni devletin yasal adamıydı. Bu dönemdeki yazışmalarını bile askeri haberleşme ağı üzerinden şifreli ve bazen takma isimlerle yaptı. 23 Nisan günü ise Türkiye Cumhuriyeti'ni fiilen kurmuş oldu. Bu süreçte bütün Anadolu'yu yanına çekti ve ayağa kaldırdı. Aydın Kuvayı Milliye Komutan bile İstanbul'a çektiği telgrafta "Vatanımın selameti için birliğimle birlikte isyan ettim" diyordu.

 

'Boğaziçini terk ederken'

Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a çıkarken hissettiklerini 6 Mayıs 1924 günü Yunus Nadi ile yaptığı söyleşide şöyle anlatır:“Benim İstanbul’dan Samsun’a götüren vapur Boğaziçi’ni terk ederken Karadeniz’e girerken, İstanbul ufuklarına baktım ve orada her türlü müdafaadan men edilmiş, kalp ve vicdanları kan ağlayan, dimağları yanan İstanbul halkı için ağladım, gözlerim yaşardı. Fakat bu sevgili kardeşlerin mutlaka kurtulacağına o kadar emendim ki, bu emniyet benim için avunma sebebi oldu.” (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.16, Kaynak Yayınları, s.259.)

 

İçinde sakladığı sır

Mustafa Kemal, 1926 yılında Milliyet gazetesine o günlerdeki düşüncelerini şöyle anlatır: “Bir gün Fethi Bey ve dört müşterek arkadaşımızla birlikte, bir hayli münakaşadan sonra, ihtilalci bir komite kurmaya karar verdik. Ve ihtilalci tedbirler düşünmeye başladık; padişahı değiştirmek, kabineyi düşürmek, yeni bir kabine kurarak daha azimli hareketlere başvurmak gibi... (...) Bununla beraber bu temaslarımda devam ediyordum. İçlerinden bir kısmında saf bir vatanperverlik hissinin coşkusundan başka ne fikir, ne de tedbir kabiliyeti vardı. Bir kısmının hâlâ hasis politikacılık menfaatlerinden başka düşündükleri yoktu. Kendi kendime şu kararı verdim: Uygun bir zaman ve fırsatta İstanbul'dan kaybolmak, basit bir tertiple Anadolu içine girmek, bir müddet isimsiz çalıştıktan sonra, bütünü Türk milletine felaketi haber vermek! İçimde çok dikkatle gizlediğim bu sırrı vakti gelmedikçe kimseye söylemedim. Böyle bir karar vermemişim gibi, herhangi temaslara devam ettim.(...) İşte benim Mütareke sırasında dört beş ay İstanbul’da kalışım sırf bunun içindir.” (ATABE, C.3, s.80- 81.)

 

Ordumuz serseri sürüsü ilan edildi

Mustafa Kemal Paşa, 20 Mart 1923 günü Konya Türk Ocağı'nda Vahdettin'e değinir: “Osmanlı hükümdarı Vahdettin’in harekâtı gözünüzün önündedir. Onun emriyledir ki, bile bile ölüme götürülen milleti kurtarmak isteyenler asi ilan edildi. Onun emriyle millet ve vatanı kurtarmak için kan döken aziz ordumuzun serseriler sürüsü olduğuna dair fetvalar veren ulema kıyafetli kimseler çıktı. Onlar bu fetvaları Yunan tayyareleriyle ordumuzun içine atıyorlardı. Ulema içinde böyle hainleri himayeye, aşağılık hareketlerini şeriata tatbik eden, din kisvesi ve şeriat sözleriyle milleti küçük düşüren ve aldatan âlimlerin –onlar için bu tabiri kullanmak istemem- böyle şerre alet olan insanların yüzündendir ki, dört halifeden sonra din daima siyaset vasıtası, menfaat vasıtası, istibdat vasıtası yapıldı.” (ATABE, C. 15, s.242.)

 

'Adi mahlûk'

Mustafa Kemal, Vahdettin’in yurdu terk etmesi üzerine de şunları söyler: “Gerçekten, her ne sebep ve suretle olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyet ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar adi bir mahlûkun, bir dakika bile olsa, bir milletin başında bulunduğunu düşünmek ne hazindir! Şükretmelidir ki, bu alçak, mirasına konduğu saltanat makamından, millet tarafından düşürüldükten sonra, alçaklığını tamamlamış bulunuyor.” (Mustafa Kemal, Nutuk, Temel Yayınları, İstanbul, 2003, s.518- 519.)

 

Saltanatın kaldırıldığı gün

Gazi Paşa, 1 Kasım 1922 günü TBMM’de Saltanatın kaldırılması hakkında çıkarılan kanun hakkında "Ne yazık ki, bu milletin hükümdar diye, sultan diye, padişah diye, halife diye başında bulundurduğu Vahdettin... (Allah kahretsin sesleri.) Bu alçakça hareketiyle yalnız kendinin layık olduğu bir muameleyi kabul etmiş olmaktan başka hiçbir şey yapmış olmadı. Vahdettin, bu hareketle kendini öldürdü ve temsil eylediği idare şeklinin yıkılışını zaruri kıldı. Fakat efendiler, millet hiçbir vakit bu hıyanetkârane hareketin kurbanı olmaya razı olamazdı" der. (ATABE, C.14, s.85- 86.)

 

'Bağımsızlık benim karekterimdir'

Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkış amacının başında kuşkusuz bağımsızlık geliyordu. Paşa, bağımsızlığa ilişkin o meşhur sözünü 22 Nisan 1921 günlü Hakimiyet-i Milliye gazetesine verdiği mülakatta söyler: "Hürriyet ve bağımsızlık benim karekterimdir." Atatürk'teki bu vurgu, onun yaşam ilkesidir aslında. Bütün yaşamı boyunca yaptığı işler bu çerçevededir ve halkına güvenerek yapmıştır bunu. Bütün konuşmalarında da bu vurguyu tekrarlar. Onu da şöyle açıklar: "Milletimizin azim ve imanına ve düşmanlarımızı er geç aczi itirafa mecbur edeceği hakkındaki kati kanaatime ve Allah'ın yardımına dayanarak eskisi gibi sonuna kadar milli mücahedemizin şahsıma yüklediği ve vicdan vazifesini yerine getirmekte devama karar verdim." (Atatürk'ün Bütün Eserleri (ATABE), C.11, Kaynak Yayınları, 2005, s.142-143)

 

Atatürk, bağımsızlık ve vurgusuna şöyle devam eder: "Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi, mutlak o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara çok ehemmiyet veririm. Milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir." (age., s.143)

 

'Doğum günüm 19 Mayıs'

Atatürk'ün 1881 yılında doğduğunu biliriz de ay ve gününü bilmeyiz. Kendisi de tam olarak bilmemektedir. Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran hareketi başlattığı 19 Mayıs günün de 'doğum günü' olarak kabul etti. 1930'lu yıllarda 19 Mayıs'tan dolayı Cumhurbaşkanı Atatürk'e kutlama mesajları gelir ve bunları toplu bir mesajla cevaplandırır. İngiltere ile 1936'lardan sonra ilişkiler gelişmeye başlar. İşte bu dönemde İngiltere Kralı 8. Edward, Atatürk'ün doğum gününü kutlamak ister. Doğum tarihinin öğrenilmesi için de Dışişleri Bakanlığı devreye girer ve Türkiye'ye sorar. Atatürk'ün Umumi Kâtibi Hasan Rıza Soyak imzasıyla bizim Dışişleri Bakanlığımıza 12 Kasım 1936 günü mesaj gönderilir: "Reisicumhur Atatatürk'ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş olduklarını arz ederim."

Atatürk'ün manevi kızı Prof. Dr. Afet İnan, bunu şöyle anlatır: "1936 yılında bir gün, Cumhurbaşkanlığı Umumi Kâtibi Hasan Rıza Soyak, Atatürk'e bir evrak getirmişti. Bunda, Atatürk'ün doğum gününün bildirilmesi rica ediliyordu. M. Kemal Atatürk, bunun üzerine düşündü, fakat bu günü kendisi de tam olarak bilmiyordu. Ancak, annesinden işittiğine göre, bir bahar mevsiminde doğmuş olduğunu ve o gün için ise şöyle dediğini hatırlıyorum: 'Bu bir 19 Mayıs günü niçin olmasın?'" (ATABE, C.28, s.333)

 

Bu tarihten sonra her yıl gerek İngiltere Krallığından gerek başka ülke devlet başkanlarından Atatürk'e doğum gününe ilişkin kutlama mesajları gelir.

 

atatturk-1.jpg

atatturk-2.jpg

samsun-temsili-1.jpg

samsun-yillar-sonra-1.jpg

vahdettin-1.jpg

vahdettin3-2.jpg

samsun4.jpg