Demem o ki,son birkaç dönemdir görev yapan eski rektörler pencerelerinden hep bacalarından kendi dumanlarının  çıkıp çıkmadığına baktılar.Aydınlıların yeni rektör Prof.Dr.Bülent Kent’ten istediği bacasından ADÜ’nün dumanın çıkıp çıkmadığını gözlemesidir.

Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü Bülent Kent’in göreve başlamasının üzerinden dört ay geçti.

Yeni görevinde geçirdiği bu dört aylık sürede randevu verdiklerine bakıldığında Üniversite’den daha çok Aydın Kamuoyunun dinamiklerini tanımaya çalıştığı söylenebilir.

Görünen o ki, Sayın Rektör yoğurdu üfleyerek yemeye çalışıyor, bunda da haksız da sayılmaz çünkü yönetim görevini üstlendiği kurum bilhassa son iki dönemdir asli görevi Ar-Ge ve inovasyon çalışmaları yerine daha çok kifayetsiz muhterislerin çekişmeleriyle bilinir, oldu.

Onun içindir ki, dünyada ilk binin içine girmeyi geçtik üniversiteler sıralamasında Türkiye’de 50’nin altına düştüğü görülmedi. Aydın’ın bir Uşak’tan bir Düzce’den ne farkı var?

Kaybettiği seviye ile üniversite bir üniversal kurum olmaktan çıktı, kendi bacalarını tüttürmeyi şiar edinmiş yöneticilerin başını çektiği bünyesine yerleşmiş grupların savaş alanına dönüştü.

O nedenle Üniversite dışından bir hukukçunun rektör atanmasını çoğu Aydınlı devletin bu olumsuz gidişata neşter vurduğu şeklinde algıladı.

Bu atamaya iyimserlikle yaklaşan Aydın kamuoyu bir taraftan da ekibini kurmaya çalışan Rektör Prof. Dr. Bülent Kent’e umudunu sürdürürken diğer taraftan da icraatlarına dikkat kesildi.

Bizim bu yazıda dile getirecek olduğumuz konular o nedenle bir eleştiri olmaktan ziyade halktaki bu hissiyata tercümanlık etmek olacak. Kısaca amacımız bağcı dövmek değil üzüm yemektir.

Akademi camiasının ve Aydın halkının dört aylık uygulamalarına bakarak verdiği ara karne nedir, sözün özü Rektör Prof Dr Bülent Kent’in performansı nasıldır?

On maddede özetlemeye çalıştık:

BİR: Rektör gerek akademi çevresinde gerek halkın gözünde gösterişten kibir ve böbürlenmekten uzak, duran bir kimlik ve kişiliğe sahiptir. Ancak Üniversitede fırsatını bulsa-evini henüz Aydın’a getirmediğinden olacak- kendini Ankara’ya atacak şeklinde özetlenebilecek bir intiba uyandırmış.

İKİ: Her nedense son zamanlarda rektörlük gibi devletin üst görevlerine atananlar hakkında merak edilen bilimsel çalışmaları, idaredeki ehliyet ve liyakati, tecrübesi kısaca devlet adamı niteliliği yerine hangi dini cemaate ya da STK’ ya mensubiyeti ve yakınlığı oluyor.

Bu konuda biraz da onun iletişim kurmadaki erişilmezliği ve ulaşmadaki zorluk etkili oluyor olmalı.

Diğer taraftan dini bir sivil toplum örgütünün kimliğini taşımak bir devlet görevlisi için suç değildir, bir şartla taşıyanın o kimliğini devlet dairesinin dışında bırakması kaydıyla.

Devlette önemli olan ehliyet ve liyakattir, devlet aklıdır. Çünkü bizim devlet geleneğimize göre müritlikle müdürlük bir arada yürümez. Hoca kadro oluşturmada ince eleyip sık dokumada haklıdır.

Fakat kripto yapı elemanlarının birinci özelliklerinin kamufle olmaları ve her ortamda gizlenebilmeleridir. Her kurumda bu tür “uyuyan gruplar” olduğu gibi ADÜ’de bu yapı kalıntılarının varlığı bir gerçektir.

O nedenle Rektör Hoca kadro oluştururken geçici görevlileri asli görevlerine döndürmeye öncelik veriyor ama bunu yaparken bir de o personelin cemaziye’l evveline bakmalı.

Zira devletin dışında bir güçten emir ve talimat alanların FETÖ örneğinde olduğu gibi milletin ve devletin başına ne belalar açabileceğini yakın geçmişte, milletçe hep birlikte yaşadık, gördük.

Oysa kamu görevlisinin dost ve düşmanlık ölçüsü devlettir. Sırf bu nedenle Osmanlı Devleti memurunu kendi ekmeği ile Enderun’da yetiştirdiği devşirmeler arasından seçmiştir.

ÜÇ: Aydınlının kendi üniversitesinde bu güne kadar en fazla rahatsızlık duyduğu hemşericiliktir ve nepotizmdir. Bir dönem Sivaslı vardı. Geçen dönem Malatya’dan adam ithal edildi. Açık söylemek gerekirse bu dönem Aydın - Afyon/ Dinarlı ayrıcalığı yaşamak istemiyor.

Nitekim bir biyoloğun kendilerini temsilen senatoya seçilmesi Tıp Fakültesi akademisyenlerini oldukça rahatsız etmiştir.

Zira her il kendi halkına pozitif ayrımcılık yapar ve bu bir haktır. Bir memur ya da akademisyene ihtiyaç varsa ilkönce varsa ve şartlarını taşıyorsa Aydın çocuğu tercih edilmeli, yapılacak alımlarda şartları eşitse hak Aydınlının olmalıdır.

Ayrıca Sayın Rektör  siyasetçi-devlet tahterevallisinde  dengeyi sağlamada  hakkaniyetli olmalıdır..Çünkü siyasetçi gelecek seçimleri,bürokrat gelecek nesilleri düşünür.

DÖRT: Bu devrin siyasetinde halkı yanıltmada ve muhatabın gözünü bağlamada en fazla başvurulan post truth yöntemidir. Aynı yöntem günümüzde bürokraside yaygın şekilde uygulanmaktadır. Buna gerçeğin yerine yalanın monte edilmesi de denebilir.

(Post truth nesnel olan bir gerçeklik karşısında halk kitlelerinin kişisel duygular ve çeşitli çıkarların ağırlık kazanması ile nesnel gerçekliğin silikleştirilmesi ve kamuoyunun etkilenmesi,(üst makamların yanıltılması D.T) olarak tanımlanır)

ADÜ Hastanesi ile ilgili mükemmel bir post truth örneğine geçtiğimiz günlerde hastane başhekiminin Aydınpost’ta yayınlanan bir mülakatında-monolog-karşılaştık.

Hastanenin en büyük sancısı muayenehane açan akademisyenlerdir. Baştabip bunlardan hastaneye dönüşlerin olduğundan söz ediyor. Sorduk, soruşturduk daha muayenehane açmak isteyenlerin olduğunu tespit ettik.

Bu gün hastanede en fazla sıkıntı çekilen bölümlerin başında patoloji bölümü geliyor. Bölümde asıl sorun baştabibin dediği gibi fiziki şartların elverişsiz olması değildir. O da varsa da asıl dert akademisyen doktor eksikliğidir.

Bölümde sadece bir doçent bulunmakta onun da izin ve rapor alması durumunda hastaların rapor okutacağı asistanlar dışında akademisyen bulunmamaktadır.

Kaldı ki, bu bölüm Aydın yanında Muğla hatta İzmir ve Manisa illerinden gelen hastalara da hizmet vermektedir.

Ayrıca baştabip ek binada üç ay içinde Koroner damar ve kalp ünitesi ve ikinci katta da 52 yataklı kardiyoloji bölümü açıldığını söylüyor.

Ama toplamda dokuz tane bölümle ilgili akademisyenden yedi tanesinin dışarıda muayenehanesi var. Bu durumda muayenehanede ücretini alacaklar hastanede ameliyat mı yapacaklar?

Ayrıca hastanede endokronoloji, hematoloji alanlarında poliklinik yapacak akademisyen bulunmuyor.

Diğer taraftan hastaya hizmette asıl olan kalite ve hasta memnuniyetidir. Sözgelimi Karacasu’dan gelen bir hasta bir gün tetkik için kan veriyor çoğu kez sonucunu ertesi gün alıyor.

Bir de hastanın Muğla’dan geldiğini düşünün, kanımca hastane yönetimi gerçeği algıyla değiştirmeye yoracağı akıl kadar bu sorunun çözümüne akıl yormalıdır.

Daha önce MR çekimi için altı ay sonraya sıra veriliyordu, bu günlerde sıra bir aya düşmüş bu sevindirici bir durum ancak acil hasta için bırakın bir ayı bir saat bile önemlidir.

Hâlbuki devlet hastanelerinde MR çekimleri 24 saat üzerinden yapıldığı için en fazla sıra için bir gün beklenmektedir. Bu da çare üretme baştabibin sorumluluğundadır.

Diğer taraftan pandemide Sağlık Bakanlığı hastanenin borcunu sıfırladığı halde o günden bu güne kadar açıklandığına göre hastanenin 179 milyon TL borç stoku oluşmuş.

Her kademedeki kamu görevlisinin bir sorumluluğu da kurumun bütçesini rasyonel olarak yönetmektir.Ayrıca her görev değişiminde devir,teslim tutanağı düzenlemek  devlette bir gelenektir..

Rektör atandığında ya da baştabip değiştiğinde hastanede devir teslim yapıldı mı, bir inceleme raporu düzenlendi mi?

Bunu hiçbir kamu görevlisi ihmal edemez zira harcanan para tüyü bitmedik yetimin hakkıdır.

BEŞ; Aynı incelenin bir yeminli mali müşavire İktisadi İşletmelerde de yaptırılması  gerekirdi.Çünkü  oradaki borç stokunun da 10 milyonun üzerinde olduğu söyleniyor.

Bir de İktisadi İşletmeler ne zaman barkot sistemine geçecek merak konusu.

ALTI: Rektör Hoca dışarıya randevu vermekten öğretim üyesi akademisyenlere ve üniversite çalışanlarına ayıracak zaman bulamıyor. Hâlbuki onlardan arta kalan zamanı dışarıya ayırması gerekir.

Hem şeyh uçmaz, mürit uçurur derler hem de personeli dinlemeyen, onu motive etmeyen kendi de başarılı olamaz hem de o kurumda ne verim olur ne de kalite. 

YEDİ: Üniversite yalnız dersliklerden, hastaneden ve idari binalardan ibaret değildir bünyesinde bulunan alış veriş merkezleri de onun bir parçasıdır.

Buraları işletenler pandemide bir darbe yediler, ikinci darbe de deprem sonrası geldi.

Böyle giderse buraları işleten esnaf kapılarına kilit vurmak zorunda kalacaklar. Rektör Hoca’nın bilgisine… İnsanı yaşat ki,devlet yaşasın…

SEKİZ: Devlette kimlere makam aracı tahsis edileceği kimlerin de hangi koşullarda  resmi araçlardan istifade edebilecekleri taşıt kanununda ve yönetmeliğinde belirtilmiştir.

Ayrıca bu konuda Cumhurbaşkanı’nın da Başbakanken imzasını taşıyan 2007 yılında yayınlanan bir taşıt genelgesi var.

Rektör kiralık arabayı terk etti ama merak konusu görevlilerden devletin arabası ile bu akaryakıt pahalılığında, her gün oturduğu ilçeye gidiş geliş yapan personel  var mı?

Bir amirin tasarruf etmesi yetmez asıl yapması gereken sorumluluğu altındakilere de emir, yasa ve yönetmelikleri uygulatmasıdır.

DOKUZ: Devletin memuru makamını ticarete alet edemeyeceği gibi kendisi de görevi başında o işi yapamaz. Aksi takdirde devletin işi aksar. Buna da engel olacak başındaki amirdir.

Rektör Hoca çevresini bir kolaşan etsin bakalım, görevi başında ticaret yapan personel var mı?

Amir o kimsedir ki, sorumluluk alanında duvarın öbür tarafında neler olup bittiğini gören, duyandır ve tavrını herkesin bileceği bir şekilde önceden belirleyendir. İşte buna da otorite denir.

Tarihe geçenler her zaman cesur hareket eden, gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemeyenlerdir. Esamisi okunmayanlar da hep idare-i maslahatçılar olmuştur.

ON: Konuyu bir hikâyeyle bitirelim, koltuğundan kalkmayan ama işlerin de hiç aksamadan yürüdüğü bir şeker fabrikasında bir müdür varmış,

Çevresi hiç yerinden kımıldamıyor, bahçeyi, tesisleri dolaşmıyor, gerekçesiyle şikâyette bulunurlar. Görevden almak istediklerinde müdür “bakın yarın göreve dön derseniz üç misli maaş almadan dönmem” demesine rağmen görevden almışlar ve yerine yeni bir müdür tayin etmişler.

O müdür de hiç yerinde oturmaz, arayanlar yerinde bulamadıkları için işler sürekli aksamaya başlamış. Sonunda fabrika çalışamaz hale gelince üç kat maaş karşılığı eski müdürü getirmek zorunda kalmışlar.

Ve işin sırrını sorduklarında: ”Bakın ben her zaman bu pencereden fabrikanın bacasının tütüp tütmediğe bakarım. Tütmüyorsa hemen görevliyi çağırır,arızayı gideririm ve fabrika da aralıksız çalışır,” demiş.

Demem o ki, son birkaç dönemdir görev yapan eski rektörler pencerelerinden hep bacalarından kendi dumanlarının çıkıp çıkmadığına baktılar. Aydınlıların yeni rektör Prof. Dr. Bülent Kent’ten istediği bacasından ADÜ’nün dumanın çıkıp çıkmadığını gözlemesidir.

Zira öncekilerden hem memleket hem de Adnan Menderes Üniversitesi çok çekti.