Öğrencilik yıllarındaydı ve Yavuz Bülent BAKİLER bir konferans için Erzurum’a gelmişti ve bizde konuşması ve hatipliği ile beğendiğimiz bir seminerist olduğu için gitmiştik. Bu seminerde müthiş bir örnek vermişti kendisi

Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır derler ya işte şimdilerde oyun tatlı dille oynanıyor. Mesela ben Türkçe ile oynamak ve Türkçe’nin değiştirilmesi ile ilgili bir oyun içerisinde olsam bunu Türkçe’nin karşıtı bir eleştiri dili ve tavırla yapmam. Öz Türkçeci bir dille ve onu geliştirmek isteyen bir tavırla yaparım ki kimse bunu sorgulamaz ve hatta alkış bile alırım.

Tabi o zamanlar öğrenciydik ve ne bilgimiz nede tecrübemiz söylenen birçok şeyi anlamlandırmak için yeterli değildi, fakat adama iyi konuşuyor deyip üstünde çok durmadan geçmiştik. Bugün Aydın’da, Denizli’de ve Türkiye’nin genelinde artık senelerdir uygulanan bu algı dilinin sonuçlarının oluşturduğu manzarayı görmek mümkün. Artık herkes aynı dili kullanarak haklı çıkmanın peşinde ve bu haklılığı sonuna kadar da savunuyor. Sanırım halkımız da bu dile ve bu dilin getirdiği sonuçlara o kadar alıştı ve benimsedi ki çok sesli ve çok farklı olmakla birlikte söylenenlerin içeriği, farklılığı, öncesi ve sonrası arasında hiç analiz etme gereği duymadan tarafını tutmaya devam ediyor. Bugün geldiğimiz nokta ise içler acısı ve tüyler ürpertici… ( BENCE )

Hırsızın, aslında ödünç almak istemiştim serzenişinden,

Katilin aslında niyetim kötü değildi pişmanlığından

Rüşvetçinin başka türlü işimizi görmüyorlar suçlu biz değiliz sistem gafletini yutturmasından

Sende olsan aynısını yaparsın yüzsüzlüğünden

O koltuk var ya kimleri harcamadı ve kimleri değiştirmedi inanmışlığından,

Halka hizmet edip Hakka yaranmayana çalıştığını haykıran halktan ve haktan habersiz tayfasının vaazlarından,

Barışçıl, kardeşçil, halkçıl ve aslında tamamen pürü pak niyetli ayrıştırıcılardan,

Hiç kimsenin şikâyetçi ve haddini bildirmek üzere bir tavır almaya niyeti yok. Çünkü her şey oldukça normalleştirilmiş ve doğal halinde görünüyor artık memleketimin hem Aydının da hem Denizli’sinde hem de her köşesinde…

Gelen soygun ve yolsuzluk haberleri ne kadar doğal ve sıradansa

Yanan yürekler ve sönen ocaklar da o kadar doğal ve şairene ağıt yakılası ve aynı zamanda klavye üstatlarının üzerinde makaleler yazabileceği kadar malzeme olmaya müsait doğallıkta

Yanmak, ocağı sönmek, işsizlik, yükselen kurlar ne kadar dokunuyorsa birilerine ve feryadı basıyorsa aynı anda diğerleri için o kadar savunulası ve senin yüzünden oldu diyecek kadar da nemalanması yüksek doğallıkta duruyor.

Aslında her şey yıllar önce bankalar hortumlandığında ve yıllar önce birileri belediye başkanı iken sessiz sedasız değil bağıra bağıra yurt dışına kaçtığında herkesin gözü önünde ( Hemde soymadığını söyleyerek ) başladı. Birisi ve o bir kişiyi çok merak ediyorum şimdi ki yanlış gidişatın kapısını araladı ;

Nasıl mı?

-Helal olsun be adama diyerek ve sonra da ekledi -aslında böyle yapacaksın ….

İşte bundan sonra yayıldı memleketime yavaş yavaş ve sinsice ötekileşmenin, düşmanlaştırmanın, çözüm üretmeyen çözümlerin ve yandaşlığın, adam kayırmanın normalleşmesi ve çöküşü Yüce Türk Milleti dediğimiz yüksek ahlaki değerlere sahip bir milletin alıştırılması kötüye ve kötü olan ne varsa….alıştık mı pek tabi ki HAYIR.

Bugün elbette ki biz yüce Atatürk’ün dediği gibi “damarlarımızda ki asil kanın” farkında bilincinde olanların, varlığına inancımızı yitirmedik. (Bundan sonra yazacaklarım tamamen bencedir ) yüzyıllar boyu kardeşçe geçinenleri ve geçinmek için, kaynaşmak için harcanan çabaları bu kadar kolay kimse yıkamaz. Hangi şahıs ya da topluluk ya da adına ne deniyorsa bizim takım yenilse de biz onu tutarız tarzında bir seçmen yarattığını ve milletin o derece tepkisizleştiğini iddia ve tasavvur ediyorsa, yanılmıştır bunun böyle olmadığının örneği tarihte çoktur. Hele hele Maslow un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre oluşturulmuş ve açlık sınırının kullanılarak yürütülen algı yönetimini, bedava verilen hizmetleri, gereksiz yardımları, ona iş bulmanızı ya da sağladığınız menfaatleri bazı değerler söz konusu olduğunda Maslow’un sistemine tersten başlayarak hesapları ters düz ediverir.

Çünkü bu millet Ağrı’da bir anne ağladığında televizyonun başında ağlayarak acısına ortak olur, çünkü bu millet tepki göstermese de içinden bedduasını okur, çünkü bu millet belaya ve musibete karşı sabırlı durur. Bi anlayalım der ve anladığı zamanda memleketin her yeri aynı renkte görünse de bazılarına; manzarayı bir anda değiştirir ve tavrını korur.

İstediğimiz şey Türkiye olarak kendimizi hatırlamak, biz yapan değerleri hissetmek ve tüm renklerimizle canlılık, ahenk, bereket oluşturduğumuz günlere geri dönmektir.

Aydın ve tüm Türkiye’nin farklılıkları ve renkleri ile buna döneceğini kesinlikle biliyoruz ve inanıyoruz. Bu yazı sadece bir minibüste konuşulanların üzerine yazıldı. İki kişinin bizler ve sizler diye bahsederek ayrıştırdığı ve ayrı zannettiği kendilerinin; aslında yüzyıllar boyunca BİZ olanlar olarak konuştuklarının farkında olmayışları beni çok üzdü. Düşündüm, ne zaman olmuştu bu ayrım, kim başlatmıştı aynı sıralarda okuyan iki arkadaşı, birbirine hak geçer diye yemek götüren komşuları, birbirine malını canını emanet eden ve aynı dava uğruna gerektiğinde can veren BİZ’i ayrıştırmaya.

Unutmayalım ki, savunduğumuz ve farklı olduğunu düşündüğümüz etnik, ırk, dil, din olarak bütün farklılıkların ortak olan en önemli ve en güzel tarafı İNSANLIK tır. İnsanlık olmadan diğerleri olmaz, olsa da bir işe yaramaz…