Kapıdaki polislerin yerini alan askerlere karşı otomatik silahını alarak dışarıya fırlayan emektar hizmetli Hayrettin Gökdemir’i gören Demirel: “Ne yapıyorsun Hayri, delirdin mi ,” diyerek engel olur.
Bir asırlık Türkiye Cumhuriyeti’nin çok partili döneme geçiş tarihi 1950 yılından günümüze geçen son 75 yılına darbeler ve muhtıralar tarihidir dense yeridir.
Genel âdetimizdir, ihtilallar ve benzer toplumsal olayların bir daha yaşanmaması için nedenlerini araştırarak yüzleşeceğimiz yerde sonuçları üzerinde kısır tartışmalar yaparak geçiştirdiğimizden millet olarak aynı filmi birkaç kez izlettirilmek zorunda bırakılırız.
Son 75 yıllık devlet hayatımızda karşılaştığımız muhtıra ve darbeler bu olaylara en iyi örnektir.
Osmanlı devlet yönetimindeki hiyerarşik sistemde ilk sırada güvenlik, seyfiye sınıfı, ikinci sırada medreseliler, ilmiye sınıfı, üçüncü sırada bürokrasi, kalemiye sınıfı son dördüncü sırada ise reaya, halk yer alıyordu.
Bu sisteme beşinci olarak Tanzimat sonrası seyfiye sınıfından ayrılan Mülkiyeliler, valiler, sancak beyleri gibi üst yöneticiler eklenmiştir
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde yeni sistemin bir gereği son sırada yer alan reaya birinci sıraya geldi. Çok partili dönemle birlikte rejim de demokratik bir nitelik kazanındı ve reaya siyaseti dolayısıyla yönetici elitleri belirlemede tek güç haline geldi..
Aynı zamanda bu yeni durum kendilerini devletin asıl sahibi olarak gören askeriye sınıfının, sistemin bir gereği, reayanın yani halkın oylarıyla belirlediği siyasi iradenin emrine girmesi demekti.
Ama bu demokratik tutum uygulamada şekilden öteye geçemedi ve seyfiye siyasi otorite üzerindeki kontrol ve vesayetini sürdürdü
Olaya bu açıdan bakınca bizde demokrasi teoride mevcuttur ama uygulamada mevkuttur yani istenirse olur.
İşte 15 Temmuz hain darbe girişimine kadar gerçekleşen darbelerin temelinde yatan asıl neden reayanın, halkın oylarıyla seçilen siyasi iradeye karşı askeri bürokrasinin duyduğu bu hazımsızlıktır.
Diğer bir ifadeyle kendini devlet yerine koyan seyfiyenin ya da içinden bir grubun, istediğinde durumdan çıkardığı vazifeyle milli iradeye karşı ayaklanmasıdır.
***
Nitekim 1957 yılında Zırhlı Birlikler Okulu’nda, Dündar Seyhan’ın nöbetçi olduğu, sonbaharın bir pazar akşamında 27 Mayıs 1960 İhtilalının çekirdek kadrosunun oluşmasında DP’nin Ülke’yi geri bıraktığı düşüncesi etkili olmuştu.
Dündar Seyhan’ın anılarını anlattığı Gölgedeki Adam’da anlattığına göre darbeciler DP öncesi Türkiye’nin kalkınmış ülkeler seviyesine ulaşmasına ramak kaldığı inancını taşıyorlardı.
Ama bu mutlu dönem taşralı beceriksiz ve niteliksiz politikacıların işbaşına gelmesiyle kesintiye uğramıştı. O nedenle Türkiye o altın çağa, CHP iktidarına geri dönmeliydi.
Buna rağmen oylarında bir miktar düşme olsa da 1957 milletvekilliği seçimlerinde DP 419 milletvekili çıkardı, komitacıların umudu CHP ise 173 milletvekili kazanabilmişti.
Bu durumdan çıkacak bir yol arayan darbeciler seçimlerin ardından yardım istedikleri İsmet İnönü darbe yerine basın, üniversite ve gençlikle işbirliği yaparak, demokratik yoldan, iktidarı düşürmelerini önerdi.
İhtilalcılar olayın olgunlaştığını tek eksiklerinin ihtilalın sivil ayağı olduğunu düşünüyorlardı..O konuda yardımı CHP yapabilirdi..
İktidarın aleyhine kışkırtma olaylarını incelemek üzere geniş yetkilerle donattığı Tahkikat Komisyonun kurulması darbecilerin CHP ile işbirliğinde ekmeklerine yağ sürdü.
Ve sonunda İsmet İnönü Meclis’te yaptığı konuşmada kendilerinin darbelerin içinde olmayacaklarını ama şartlar vuku bulunca darbenin meşru olacağını söyledi.
İsmet İnönü konuşmasında bir uyarıda da bulundu, eğer ihtilalı yapanlar idareyi sivile devretmezlerse bir kâbusla karşılaşacaklardır.
Sonuçta 27 Mayıs 1960 gecesi ihtilalcıların radyodan okudukları bildiri ile DP iktidarı alaşağı edildi. Darbelerin başarısında iki faktör rol oynar. Birincisi radyo evi.....
İkincisi de darbeciler 27 Mayıs’ta halk direnişinin olmayışı.. Ama darbecilerr buna rağmen yine de CHP’yi iktidar yapamadılar. DP yerine kurulan Adalet Partisi 1964 seçimlerinde iktidar oldu.
***
12 Eylül İhtilalını planlayanlar ilk iş olarak 27 Mayıs darbesindeki bu eksikliği göz önüne alarak işe muhtıralarla siyasi iktidarı zayıflatan hamleler yaparak başladılar.
İkinci olarak öğrenci olaylarıyla ve mezhepsel kışkırtmalarla millet kamplara bölündü.. Kentler kurtarılmış bölgelere ayrıldı. Üniversitelerde okumak güçleşti.
Ve sonuçta ne uğruna öldüğü bilinmeyen 5 bin 500’e yakın insanımız, canından oldu. Kısaca anarşiyle halk bezdirildi ve ortam askeri göreve çağıracak hale getirildi.
12 Eylül sabahı insanlar derin bir oh çekti. Darbeye politikacı dışında karşı çıkan da olmadı. Siyasetçilerin itiraz seslerine anarşinin önlenmesinde suçlu olduğuna inanan vatandaş pek yüz vermedi.
Sonuç olarak 12 Eylül’de bir sağdan bir soldan kuralına göre 48 genç idam edildi 171’i işkenceyle 300’e yakını hapishanelerde hayatını kaybetti.230 bini yargılanan. 650 bine yakın insan gözaltına alındı.
Süleyman Demirel’in deyimiyle idam edilen, hayatını kaybeden, gözetim altına alınan ve yargılanan insanlar ve onların yakınları kadar partileri kapanan, siyasi yasaklı hale gelen politikacılar için de 12 Eylülü takip eden süreç “ufunetli” günlerdir.
(Ufunet, çürümeden kaynaklı pis koku demektir. Diğer bir anlamı da sıkıntılı bir ağırlık hissidir)
O gece kendini telefonla arayan Selahattin Kılıç’a evin etrafını saran askerleri haber veren Nazmiye Hanım’dan öğrenen Süleyman Demirel tepkisini “Selahattin basıldık” sözleriyle gösterir.
Kapıdaki polislerin yerini alan askerlere karşı otomatik silahını alarak dışarıya fırlayan emektar hizmetli Hayrettin Gökdemir’i gören Demirel: “Ne yapıyorsun Hayri, delirdin mi ,” diyerek engel olur.
Her halde o gece tek silaha sarılan ve sokağa fırlayan bu emektar, vefalı insan Hayrettin Efendi’dir.
Demireller o günün sabahı Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Hanım’la helikopterle bir müddet zorunlu ikamete tabi tutulacakları Hamzakoy’a götürürler. Helikopterden Bülent Ecevit’in omzuna damlayan suyun altına Demirel şapkasını tutar.
Daha sonraları bu konuyu anlatırken Süleyman Demirel “Şapka ne işe yarıyor, diye soruyorlar, bakın ne işe yarıyormuş,” diyerek latife yapar.
Süleyman Demirel ilerleyen süreçte Çanakkale/Zincirbozan Askeri Tesislerinde Deniz Baykal, Süleyman Genç ve Sırrı Atalay gibi bazı CHP’lilerle zorunlu olarak bir müddet kalırlar.
Necmettin Cevheri’nin kullandığı arabayla giderken İsmet Sezgin’in geciktik sözüne Süleyman Demirel: “Ne o İsmet kabul etmezler, diye mi korkuyorsun” diyerek şaka yollu dalga geçer.
Her şey bir yana bu kadar cana mal olan geride yığınla mağdur bırakan 12 Eylülün sağlıklı bir analizi yapılmadı. Tek teselli kaynağı 27 Mayıs’ta olduğu gibi darbecilerin yaptıkları yanlarına kar kalmadı, sağ olanlar yargılandı.
***
15 Temmuz hain darbe girişimi gerek teşebbüs edenler gerek oluş tarzı itibariyle öncekilerden farklıdır. İlk başta bu güne kadar olanlar salt askerin işiydi.15 Temmuz asker-cemaat işbirliği ile yapılmak istenen bir darbeydi.
İkincisi: Halkın kendiliğinden direnişi sonucu 251 şehit verildi ve 15 Temmuz’da ilk kez sokağın bir güç olduğu görüldü. Bundan sonra yanılıp, yenilerek ihtilal yapmayı aklından geçirenler bir değil on kez düşünmek zorunda kalacaktır.
Çünkü eski darbelerde önemli olan radyo ve tek kanal TV tarihe karıştı. Bu gün herkesin elinde internet gibi hızlı organize olma aracı ve ona yardımcı mobil telefon cihazları var.
15 Temmuz darbe girişiminin özellikle dini cemaatlerce sebep-sonuç analizleri yapılarak gerekli dersler çıkarılmış mıdır, bilinmez fakat bu günden belli olan bir gerçek varsa alanının dışına çıkarak ham hayal peşinde koşanların her zaman sonu hüsran olmuştur.
Tarih buna tanıktır.