İki siyasetçiden birinin diğerine dirseğinin değmesi bile uzun süre gündemi işgal edebiliyor ve insanları kamplaştırabiliyor. O kitleler de kimin ahlaksızlık yaptığını, kimin görevini kötüye kullandığını umursamıyor, herkesin ahlaksızı kendine piri pak görünmeye başlıyor
Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü Bülent Kent geçtiğimiz Kasım ayı başında (3, 11,2023) yaptığı basın toplantısında bir soru üzerine Aydın Büyükşehir Belediyesi’nin üniversite yolunun(varyant kısmı) yapımını üstlenmediği açıklamasında bulunmuştu.
Aynı açıklamanın devamında da yolun yapımı için Efeler ve Nazilli Belediyelerinin üzerlerine düşeni yapmaya hazır olduklarını bildirdiklerine teşekkür etmiş ve sözlerini ama Aydın BŞB ile böyle bir diyalogumuz olmadı, diyerek tamamlamıştı.
Rektör Bülent Kent’in bu açıklamasını aklımızın bir kenarına yazarak biraz gerilere 10 yıl öncesine gidelim ve 2014’de Aydın BŞB adayı Özlem Çerçioğlu’nun Didim-Buharkent arası Karayolu üzerine yapılacağı sözünü verdiği 21 alt/üst geçidin yapılmadığını hatırlayalım.
***
Birincisinde Rektör Bülent Kent’in açıklamaları üzerine Büyükşehir Belediyesi’ne sorduğumda:
“Adı geçen varyant bölümünün mülkiyeti ADÜ’ye aittir ve Aydın Büyükşehir’e devri yapılmamıştır. O da bir yana ADÜ’den bize o konuyla ilgili yazılı bir istek gelmedi.
Bir ADÜ yetkilisi ile bu konuda yetkili her hangi bir birim amirimiz arasında bir görüşme olsaydı o arkadaşımız bu isteği ilgili yerlere mutlaka iletirdi.
Her ne kadar sorumlu olmasa da günde gerek üniversite personelinden gerek tedavi için hastaneye giden/gelenlerden binlerce insanın kullandığı bu yol istenmesi halinde rektörlükle yapılacak bir protokolle de yapılabilirdi”, dendi.
***
2014 seçimlerinin üzerinden hayli zaman geçen ikincisi yani 21 alt/üstgeçidin niye yapılamadığı konusu yazıldı, çizildi belki o nedenle akıllarda kalmıştır ama bir kez daha belirtmiş olalım:
Büyükşehir Belediyesi’nin konuyla ilgili izin talebine söz konusu geçitleri Karayolları İzmir Bölge Müdürlüğü kendilerinin yapacağı gerekçesiyle olumsuz yanıt vermişlerdi.
Büyükşehir Belediyesi de adı geçen belgeyi basın aracılığıyla Aydın kamuoyuyla paylaşmıştı.
Bu iki konuyu gündeme getirmekteki niyetim tekrar tartışmaya açmak veya kabahatin kimde olduğunu sorgulamak değil Aydın’ın mahalle siyasetinden çektiğini anlatmada birer örnek olmasındandır.
***
O halde 31 Mart 2024 büyükşehir ve ilçe belediye seçimlerine yönelik seçmenin dikkatini çekmeye değer Aydın’a sürekli kaybettiren mahalle ya da kabile siyaseti nedir?
Lübnanlı yazar Amin Maalouf Ülkesini tanımlarken “Ulus olma kabiliyetini yitirmiş, herkesin birbirine düşman olduğu, kendi çıkarını ülke çıkarının önünde gören insanların ülkesidir, Lübnan”, der.
Siz bu tanımı Aydın’a; “Biz olma kabiliyetini yitirmiş, her partinin birbirine düşman gibi pozisyon aldığı, kendi çıkarını ülke çıkarının önünde gören partilerin ve insanların kentidir, Aydın” şeklinde uyarlayabilirsiniz.
Tanımda dikkat çeken kavramlar 1-Biz olma yeteneği kaybolmuş 2-Partilerin düşman gibi pozisyon almaları 3-İnsanların ve partilerin çıkarlarını Aydın’ın çıkarlarının önüne koymalarıdır.
Siz bu tanımı aralarındaki rekabetle millete hizmet yarışı yapmak yerine duruş ve hareketleriyle öyle yapıyormuş gibi davranarak siyaseti ticarete alet etmektir şeklinde de yapabilirsiniz.
İşin üzücü tarafı bu üç özelliğin kurumsallaşmış bir şekilde uzunca bir süredir Aydın’da varlığıdır hem de verdikleri görüntüye bakılırsa sanki partiler arasında rekabet yerine simbiyotik bir ilişki söz konusudur.
Daha anlaşılır olabilmesi için konuyu Levent Gültekin gibi ev metaforu üzerinden açıklayalım. Aydın sosyolojik mahalle temelinde insanların farklı odalarında yaşadığı bir ev olarak düşünülebilir.
O evde ikamet edenler odalarının konforunu, kazanımını o evin konforundan ve kazanımından üstün tuttuğu için yani bütün dikkatini odalarını güzelleştirmeye vermelerinden dolayı evin tahrip olduğunu, temellerinin çürüdüğünü hiç hesaba katmazlar.(Yaklaşan Kasırga s.98)
Ama ortaya çıkacak sorunların çözülebilmesi, binanın harap olmasının önüne geçilebilmesi yönünden Aydın’da “biz” duygusunun gelişebilmesi yani ortak aklın oluşabilmesi için o evde oturanların salonda toplanabilmeleri şartı vardır.
Siyaseten bencilliğin olumsuz örneğini de yukarıda alt/üst geçit yapımı konusunda verdim:
İktidar aslında kendi alanındaki Karayollarının engellenmesine ses çıkarmadığı alt/üst geçidi yapmadı diyerek büyükşehir belediye başkanını suçlayarak oy devşiriyor. Buna karşılık başkan da; “yapacaktım, izin vermediler” mağduriyeti üzerinden seçim kazanıyor.
Ama ne var ki, sonuçta her iki taraflı siyasetçi sınıfı bu olumsuzluktan nemalanırken Aydınlıya da düşen görev fakirleşmekle, işsizlikle, kalitesiz hizmetle zararın bedelini ödemek oluyor.
Karşılığında da Buharkent ile Kuşadası arası Karayolu’nda neden 53 trafik ışığı var, diye herkes birbirine soruyor.
Aralarındaki aslında bir hizmet yarışından ibaret olması gereken çekişmeyi yani siyasetin olmazsa olmazı rekabeti siyasi alanla sınırlı tutmak, kamu görevlilerine sirayet ettirmemek gerekiyor.
O takdirde kurumları da siyasetin bir parçası haline geliyor ve karşılığında vatandaş güvenini yitirince kurumlar yozlaşıyor. O zaman da at izi ile it izi birbirine karışıyor.
Böyle durumlarda bürokrat bir siyasetçi gibi hareket eder ve iktidara mensup olmayan muhalefetle işbirliği yapmaktan çekinir ve sonuçta kuruma olan milletin ilgisi ve güveni eksilir.
Örneği Adnan Menderes Üniversitesindeki yol yapım tartışmaları:
Eğer Adnan Menderes Üniversitesi Rektörleri kendilerini ve üniversiteyi gerek siyasi gerek sosyolojik yönden iktidardan bağımsız, Aydın’a ait bir kişilik ve öğretim kurumu olarak gösterebilselerdi şüphesiz yol yapımı benzeri konular daha kolay çözülürdü.
Kaldı ki, bir memlekette halkın çoğunluğunu ilgilendiren bu tür konularda yazı bir formaliteyi yerine getirmekten ibarettir sorunların çoğu “sempatik ikmal” denilen kurumlar arasında karşılıklı iyi ilişkilerle çözüme kavuşturulur.
Rektör Bülent Kent’in Büyükşehir Belediyesini bir ziyaretiyle konu çözülebileceği gibi bir yetkilinin genel sekreterle veya ulaşım daire başkanıyla ilişkileri sonucu da çözüme kavuşturulurdu.
Rektör konuyu basın toplantısında dile getirince konu ister istemez siyasi bir nitelik kazanıyor ve kavga aracına dönüşerek seçimlere malzeme oluyor. Karşı mahalle büyükşehri yolu yapmamakla siyaseten suçlu göstermekle üzerinden oy devşirmeye kalkışıyor.
Büyükşehir belediye başkanı da yaptığı “beni karalıyorlar” savunması ile kendi mahallesine sığınarak o da kendine olan saldırıyı oya tahvil ediyor.
Siyaset bu şekilde iktidar ve muhalefet arasında hizmet yerine kavga ve çekişme üzerine kurgulanınca mülki idare de aralarına girmeden olayı karşıdan izlemekle yetinince uzlaşma da olmuyor ve sonuçta birleşik akıl da rafa kalkıyor.
Aydın’ın ekonomik gelişmişlikteki önündeki yenmesi gereken makûs talihi, eğer bunu gerçekleştirecek cesur ve hizmet sevdalısı siyasetçi bulabilirse, bu ortak akıl yokluğudur.
Sonuçta evin yıkılmasına aldırış etmeden kurgulanmış kavgalar üzerinden birbirine üstünlük sağlama yarışı kısa süreliğine insanlara-seçim kazandırarak-yarar sağlasa da uzun vadede Aydın’a kaybettiriyor.
O nedenledir ki, Aydın kamuoyu uzunca bir zamandır siyasetçilerin hizmet yarışından doğan başarılarını konuşacağı yerde kavgalarını gündemine alıyor ve kim haklı, kim haksız onu yargılıyor.
İki siyasetçiden birinin diğerine dirseğinin değmesi bile uzun süre gündemi işgal edebiliyor ve insanları kamplaştırabiliyor. O kitleler de kimin ahlaksızlık yaptığını, kimin görevini kötüye kullandığını umursamıyor, herkesin ahlaksızı kendine piri pak görünmeye başlıyor.
Aydınlar, kanaat önderleri, odalar ve sivil toplum örgütleri de gidişata sessiz kalınca siyaseti istismar etme döngüsü artmaya devam ediyor ve millette siyasete karşı olan güven de ters orantılı olarak azalıyor.
Sorun her ne kadar baş edilemez boyutta görünse da tek çaremiz, tek seçeneğimiz Atatürk’ün Amasya Bildirisi’ndeki dile getirdiği gerçeğe inanmaktır:”Milleti içine düştüğü durumdan kurtaracak olan yine milletin azim ve iradesidir.”
Demokrasilerde sandık tek çıkar yoldur.