Her yıl olduğu gibi yine yanıyoruz.

Toprak yanıyor, ağaç yanıyor, hayvan yanıyor, gökyüzü dumanla boğuluyor.

Türkiye’nin ormanları bir kez daha alevlerle sınanıyor.

Ve bir kez daha, gözlerimiz gökyüzünde bir uçak arıyor.

Bir müdahale… Bir kurtuluş…

Ama nafile.

Yanan yerlere hâlâ geç ulaşılıyor, hâlâ “neden daha çok uçak yoktu” diye soruluyor.

Her seferinde “ders alındı” deniyor ama ders çalışan yok.

Doğa sınav veriyor, biz ise sınıfta kalmaya yemin etmiş gibiyiz.

Oysa ormanlar bizim oksijenimiz.

Yanan her ağaçla bir nefes eksiliyor.

Küller sadece toprağa değil, geleceğimize yağıyor.

Çocuklarımızın hayal ettiği dünya, bizim ihmallerimizle şekilleniyor.

Bu yangınlar kader değil.

Bu bir sistem sorunu, bu bir öncelik meselesi.

Çünkü doğayı korumak, sadece çevrecilerin değil, herkesin görevi.

Ve unutmamalıyız:

Doğa affetmez.

Ne zaman ki görmezden geliriz, o zaman kendi ellerimizle yok ederiz yaşamı.

Sessiz kalmayalım.

Kurumları sorgulayalım.

Basını, siyaseti, belediyeleri, bakanlıkları…

Çünkü bu yangınları sadece rüzgâr büyütmüyor; ihmalkârlık, ilgisizlik ve duyarsızlık da körüklüyor.

Artık sadece söndürmek yetmez.

Artık yaşatmak için mücadele etmeliyiz.

Mesajınızı Aldık Sayın Valim

Bazı ziyaretler sadece bir nezaket değil, bir duruştur.

Erman Çetin mesleğine gönül vermiş, kalemini halk için, hakkaniyet için oynatmış bir gazeteciydi. Eleştirilerini kişisel değil, kamusal sorumluluk bilinciyle yaptı. Ne zaman yanlış gördüyse, doğruyu söylemekten çekinmedi. Elbette bu, bazı makamları rahatsız etmiş olabilir. Ama bu eleştiriler ne saygısızlıktı ne de hakaretti. Aksine, halkın sesi olmaktı.

Erman Çetin cemiyet başkanı seçildiğinde, şehrin valisinin onu ziyaret etmemesi, o gün için “yoğunluk” ya da “protokol dışı” gibi bahanelerle açıklanabilirdi belki. Ama cenazesinde de yoktu. Oysa ölüm, tüm unvanların, kırgınlıkların, politik hesapların ötesindedir. O gün sadece bir gazeteci değil, bir insan uğurlandı. Ve valinin yokluğu, sadece bir törene değil, bir vefaya da katılmamaktı.

Bugün yaptığınız cemiyet ziyareti elbette makamın gereğidir. Ancak geriye dönüp baktığımızda, bu tercihler bir çizgi oluşturuyor. Bu çizgi, bizlere şu soruyu sorduruyor: Vali, eleştiren gazeteciyle arasına mesafe mi koyuyor?

Devlet adamlığı, sadece alkışlara değil, eleştirilere de kulak verebilme erdemidir. Çünkü basın, devletin karşısında değil; halkın yanındadır. Ve gazetecilik, bir memnuniyet mesleği değil; bir vicdan mesleğidir.

Biz geride kalanlar, o yoklukları unutmadık. Çünkü bazen bir yokluk, çok şey anlatır.