İTAAT ETMEK ÜZERİNE..

İnsanlar üzerinde hakimiyet kurmak kolaydır aslında. Gücün kimde ve ne düzeyde olduğunu ispatlamak yeterli. Neticede insanoğlunun yüzde 70 gibi azımsanmayacak oranının itaat etmeye meyilli olduğu artık biliniyor. Korkunç ve yıkıcı şeyleri sadece psikopatların yapmadığı Milgram’ın (1963) deneylerinde yıllar öncesinde kanıtlandı. Çoğu sıradan insanın bile imkan verildiğinde, karşısındakine zarar vermesi istendiğinde bunu yapabildiği gerçeği insanı korkutmakta ve endişelendirmektedir. Çocukluktan itibaren herşeye itaat etmesi gerektiği öğretildiği için, süperegonun baskın gelmesiyle bireykendi isteğiyle yapmadığı eylemlerin sorumluluğunu üzerimize almamaktan vazgeçer. Böyle yetiştirildiği için sorgulamadan kendisinesunulanlara inanıp benimsemektedir.

Sorgulanan bir kişi sevilmez, istenmez, dolayısıyla bir gruba ait olmak için ya daeğer birey güçlü birini karşısında görürsekendisine sunulanları kabul etmesi, itaat etmesi gerekir. Aksi takdirde birey asi, karşı gelen, kurallara uymayan, saygısız biri olur çıkıverir. Ne ilişkileri yolunda gider ne de iş hayatında başarılı olur. Damgalanır çünkü, doğru bildiğini yaptığı için. Ama bazen bireyin doğrularıyla toplumun doğruları aynı olmayabilir maalesef. Bu durumda iki seçenek var: ya birey kendi doğrusunu savunup dışlanmayı göze alacak veya cezalandırılacak ya da toplumun doğrularını kabul edip “ben”i yok edecek, fikirlerinin önemsiz olduğunu kabul edecek. Gerçekten zor seçim.

İnsanlar gücü nasıl kazanır? Bazıları fiziksel olarak güç elde eder, bazıları bulunduğu konumunu kullanır, bazıları zekasını kullanarak insanları güçlü olduğuna ikna etmenin yollarını bulabilir. Güçlü olan diğerlerine gücünü ispat etmek durumundadır ki insanlar onu dinlesin ya da insanları yönlendirebilsin. İnsanlar üzerinde baskı kurulduğunda – ki bu duygusal, psikolojik, sosyolojik, siyasi, ekonomik anlamlarda- seçmek için başka koşullar sunulmadığında çaresiz kalarak tek yolu tercih etmek durumunda kalabilirler istemeseler de. Sonuç, yaptıkları seçim sonucunda bilişsel çelişki yaşıyorlar çünkü inandıkları şey ile yaptıkları davranış çelişiyor ve bunu kendileri bile açıklayamıyorlar. Uzun vadede kendine saygısı kalmayan, özgüveni azalmış, çaresizliği öğrenmiş, hayatta mutlu olmayan insanlar ortaya çıkıyor hatta daha da ileri giderek öfkesini kontrol edemeyen, cinnet geçirmiş, birilerine zarar veren hatta öldüren bireyler türüyor. Neler yapıyoruz insanlara? Televizyona bakarken annesini babasını öldüren genci gördüğümüzde dehşete kapılıyoruz. Psikolojik sorunları var herhalde deyip yargılıyoruz. Ama acaba bu psikolojik sorunların ortaya çıkmasına neden olan şeyler ne onları hiç düşünüyor muyuz? Annesi ona kızdı diye annesini öldürecek kadar psikolojisi bozulmaz bir çocuğun. Bunun altında başka şeyler de aramak gerekir.Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde en alt basamakta temel fizyolojik ihtiyaçlarımızın karşılanması söz konusudur. Bu temel ihtiyacı karşılayamayan birine bu imkanları sunarsanız sizin arkanızdan gelir hayatta kalabilmek için. En üst basamakta ise kendini gerçekleştirme yer alır. Daha fizyolojik ihtiyaçlarını karşılayamayan insanlardan kendini gerçekleştirmesini istemek pek akıl karı gibi görünmüyor doğrusu.