Günümüzün hırsı azgınları mahkemenin kadıya mülk olmadığını bildikleri için fırsatını denk getirmişken, halkın gözünün içine baka, baka utanmadan kısa yoldan zengin olmayı kendilerine hak görebiliyorlar.

Günümüzdekiler mi bu kadar hırsı azgın, eskiler mi kanaatkârdı bir karar vermek o kadar kolay değil. Yoksa bal tutan parmağını yalar, çalıyor ama hizmetini de yapıyor sözleri zamanın ruhunun mu bir gereği?

Ama ortada bir gerçek var ki, günümüz siyaseti oldukça yozlaşmış, buna karşılık tepki vermediğine bakılırsa vatandaş da bu kirlenmişliği kanıksamış durumda.

Bunu söylerken bir gerçeğin de altını çizelim. Bir genelleme ile herkesi aynı kategorinin içinde görmek mümkün değil elbette. Ama doğruyla yanlışın insan hayatı boyunca atbaşı yarış halinde olduğu da insanlık tarihinin diğer bir gerçeği.

 Buna rağmen siyaseti bir hizmet aracı olarak gören ve hakkıyla yapanlar elbette vardır ve onlar her türlü takdiri hak etmektedirler ve günümüzdeki kirlenmişlikten en fazla şikayetçi olanlar da bu kesimdir.

Diğer taraftan geçmişle günümüz siyaset anlayışı kıyaslandığında bu kirlenmişliğe zamanın ruhu demek en doğru tespit gibime geliyor.

1980’ler öncesinde de muhalefet iktidarların kayırdığı iş adamlarının varlığından, yolsuzluklardan şikâyet ederdi hatta ta başından beri her iktidar döneminde vitrine çıkan  varlıklı gruplarının olduğu eleştiri konusu olurdu.

Ancak siyasetçi sınıfından günümüzdeki kadar bireysel hırslarına mağlup olanlar ve halkı manipule ederek siyaseti bireysel zenginleşme aracı yapanlar ve bunu pervasız bir şekilde uygulayanlar çıkmamıştı.

1980 öncesinde Adalet Partisi’nden milletvekilliği yanında Sanayi Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı görevlerinde bulunan Ali Naili Erdem rahmetli Hürriyet Yazarı Hasan Pulur ile yaptığı bir röportajda anlattıkları o günkü siyasetçilerin açıortayıdır:

“Biz milletvekilliğinden ve siyasetten para kazanmadık. Aldığımız maaş ve yolluklar  iş için  Ankara’ya gelen hemşerilerimizin otel, yol ve yemek paralarına giderdi. Eşlerimiz de çoğu vakitlerini o misafirlerimizin gömleklerini, çoraplarını yıkamakla geçirirlerdi,” der.

Günümüzdekiler ise partileri başa güreşiyorsa aday olduklarında bile doğru dürüst masraf etmiyorlar, giderlerini sponsorlara yüklüyorlar

Oysa çoğu eski milletvekilinden “seçimde harcamak için bankadan şu kadar kredi çektim, ödeyinceye kadar canım çıktı,” sözlerini işitmişizdir.

Eski dönem politikacılarının siyaseti zenginleşme aracı olarak kullanmadıklarının başka bir kanıtı da mal varlıklarıdır. Örnek Bülent Ecevit’in evinden başka bir serveti yoktu. Nahit Menteşe’nin her seçim döneminde bir daire sattığı bilinirdi.

Yerelde il başkanı, ilçe başkanı, belediye başkanı ve belediye meclis üyeleri itibarlı, geçimi ve kazancı kendi kendine yeterli insanlar arasından seçilirdi.

Hem eskiler devlet parasını bilmeden de olsa zimmetine geçirmenin vebalinden Allah’tan korkar gibi çekinirlerdi. Günümüzdekilerden deveyi havuduyla yuttuğu  halde doymayanlar var.

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk sonrası uzun süre Meclis tarafından Cumhurbaşkanı seçilememiş Anayasa gereği Cumhuriyet Senatosu Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil  vekalet etmişti.

O dönemde Çağlayangil’in hanımı benzeri görülmemiş bir iş yapardı. Cuma öğleden sonra Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterine telefon eder bir hafta boyunca yediği yemeğin, içtiği çay ve kahvenin  faturasını ister,parayı cebinden öderdi.Genel Sekreter  her ne kadar  itiraz etse de Çağlayangil onu dinlemezdi.

1980 öncesi partilerde il başkanlığı, ilçe başkanlığı, belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği günümüzdeki kadar cazip görülmezdi. Hele seçilmek için kimse listenin seçilebilecek bir sırasına yazılması karşılığında rüşvet kabilinden adayına para bağışı yapmazdı.

Üstüne üstlük bu görevleri üstlenenler sonunda maddi varlıklarının önemli bir kısmını kaybederlerdi..

Buna rağmen bazıları “belki içtiğimiz çay parasından unuttuklarımız olmuştur” diyerek görevi sona erdiğinde  belediyenin çaycısına bir miktar para bırakır,öyle ayrılırdı..

Pekiyi, o insanlar günümüzde niye yoklar, köklerine kıran mı geldi?

Bu sorunun en iyi yanıtını Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayeti kitabında döndürüp, döndürüp tekrarladığı bir beyitte ve onun hikâyesinde görüyoruz.

Çukurovalı bir at simsarı vardır. Her yıl cins arlarıyla ünlü Şanlıurfa’ya gider edindiği dostları ziyaret eder, onlarla halleşir, sohbetler edermiş.

Dönerken de o güzel atlardan birkaç adet satın alır Çukurova’da meraklılarına satarak çorbasını kaynatırmış.

Her yıl yaptığı bu ziyareti yaşı ilerledikçe seyreltmeye, birkaç yılda bire düşürmeye başlamış.

Bir zaman gelmiş ki, gidemez olmuş ama ne o insanları ne de o güzel atları unutabilmiş.

Uzun aradan sonra son bir kez ziyarete niyetlenmiş ve Şanlıurfa’ya gitmiş ama gördükleri onda hayal kırıklığı yaratmış.

Ne o güzel atlardan at ne de o güzel insanlardan insan bulabilmiş, hepsinin yerinde yeller esmekteymiş,

Dolaşırken bir ihtiyara denk gelmiş ve sormuş “o güzel atlara ve insanlara ne oldu, nereye gittiler.”

Yaşlı adam derinden bir ah çekerek verdiği cevapta:

O güzel insanlar, o güzel atlara bindiler, gittiler,/Demirin tuncuna, insanın p…ne kaldık, demiş.

Hikâyede geçtiği gibi siyaseti devlet malı, devlet parası söz konusu olduğunda yetim hakkı yersek yedi sülalemizden çıkar korkusuyla bırakın sütü, yoğurdu üfleyerek yemeye özen gösteren o abide insanlar gitti yerine haramiler geldi.

O efe ruhlu insanların yerini haramı, helâlı bilmeyen, hırsları azgın, Aydın’ı ele geçirse İzmir’i de isteyecek,muhteris, düştüğü yerden bir çuval parayla kalkmayı kendilerine hak gören çalıkakıcılar aldı.

Kendileri olsa yine de bir türlü, ele geçirdikleri yerlere akraba,çoluk çocuk hep birlikte çörekleniyorlar ve bunu kendilerine hak görüyorlar.

Vatandaşın hali kendine devletin bağladığı maaşı almak için maliyeye gittiğinde yüz verilmeyince Fuzuli’nin Şikâyetnamesi’nde dile getirdiği serzenişe günümüz Aydın haramileri ne kadar da uyuyor:

Selam verdim rüşvet değildir, deyü almadılar. Hüküm gösterdim faydasızdır diye iltifat etmediler. Gerçi görünürde itaat eder gibi davrandılar ama bütün sorduklarıma hal diliyle karşılık verdiler.

Dedim: Vakıf malın dilediği gibi kullanmak vebaldir.

Dediler: Akçamız ile satın almışız, bize helaldir.

Günümüzün hırsı azgınları mahkemenin kadıya mülk olmadığını bildikleri için fırsatını denk getirmişken halkın gözünün içine baka,baka, utanmadan kısa yoldan zengin olmayı kendilerine hak görebiliyorlar.

Daha sonra da yediği dikenden kan kaybından ölen deve gibi hırsının kurbanı oluyorlar.

Dün belediye meclis üyeliği maddi kayıp olarak görülür, çevrenin ısrarı üzerine yapılırdı bu gün o bir rant aracıdır ve o nedenle  listelerde seçilebilecek yer bulmada büyük mücadeleler yaşanır.

Dün belediyelerde başkanların birinci derece yakınları toplumda ayıplanacağı endişesiyle çalışmasına izin verilmezdi, günümüzde ise belediyeler akrabaların yol geçen hanı oldu.

Dün köylü köyün parasına çöker diye geçim darlığı çekeni,hanımı misafiri ağırlayacak kabiliyet ve yetenekten yoksun olanı köye muhtar seçmekten imtina ederdi.

Bu gün işini batıranlar, bir baltaya sap olamayanlar paçasını düzeltmek, zengin olabilmek için ya odalara başkan oluyorlar ya da belediye başkanlığı adaylığına soyunuyorlar ve seçiliyorlar da…

Velhasıl bizde de siyaset bir zamanlar karşılık beklemeden insana ve insanlığa amme hizmeti olarak görülürken  zamanın ruhu değişti günümüzde o kadar kirlendi ki, millet o eski siyasetçileri mumla arar oldu.