Polemik yapmayı sevmem. Bunu en iyi benim takipçilerim bilir. Ancak M. Ali Acar’ın iki haftadır çemkirmesi beni böyle bir yazıya mecbur etti.

Mesele şu:”İslamcılar parayla olan sınavı kaybetti” başlıklı yazımda:

BİR:”Vali Bey Efeler Sosyal Dayanışma Vakfı Başkanını zimmetine para geçirdiği gerekçesiyle görevden aldı,” ifadesiyle Muzaffer Aslan’a iftira etmişim. Şahıs kendi arzusuyla görevi bırakmış. Yani görevden alma yalanmış.

Çoluğuna, çocuğuna hürmeten adını bile anmadığım bu şahsın bu haberi Aydınpost’la birlikte Yeni Ufuk ve Nazilli Manşet’te yer almasına rağmen ben editörümüz Erman Çetin’e haberin doğruluğunu sordum. “Vali Bey’e sordum, doğruladı” dedi.

Devletin Valisi’nin sözüne itibar edilir. Çünkü o devlettir, ötesi yoktur.

Kaldı ki, Vali Bey’in “git hemen istifa dilekçeni ver” demesi azıcık devlet tecrübesi olan bilir ki, şahsın görevden alınmadığı anlamına gelmez. Bu Vali Bey’in vatandaşa bir iyiliğidir ki, bu devlette çoğunlukla başvurulan bir yoldur.

Ayrıca ben haberi araştırmaya girdiğimde kamuoyunda yaygın bir kadın dedikodusuyla karşılaştım ama bunu yazıda kullanmadım. Etraftaki telaş bunun bastırılma girişimi olabilir mi?

İKİ: İddia edildiği gibi yazıda Müslüman genellemesi yapılmamıştır. Okuma ve anlama özrü olmayanlar dikkatli okurlarsa neyi anlatmak istediğimi anlayacaktır.

Dileyene yazıyı gönderebilirim.

Yazının ana fikri siyaset kurumunu kirleten bu gibi tiplere geçmiş örnekleri ile dikkat çekmektir. Hiç kimseye de özür borcum yoktur. Herkes kendi abdestini kontrol etsin.

Birileri de haddini aşarak çevresini aklamak ya da birilerinden alkış almak veya bana vurmak için olayı çarpıtmasın.

Sonra herkes elindekileri döker o çarpıtanların yüzü kızarır.

İki haftadır bunu bana saldırma fırsatı olarak kullanan M.Ali Acar’ı kardeşi Sayın Ahmet Rıza Bey’i bir canlı yayında “dededen siyasetçi” diye tanıtmamı hazmedememesi sonucu bana kardeşine cevap verme teklifi yapmasıyla tanıdım.

Kıskançlık gibi psikolojik sorunlar yaşadığı buradan belli bu adam yazmak için uzun süre Aydınpost’un kapısını aşındırmıştı.

Onun bize saldırmasının temelinde biraz da onun hıncı var.

Neymiş efendim ben “Trollerle aramızdaki 10 fark” başlıklı yazımda kendini de kastetmişim.

Ona nasıl anlatmalı acaba, trollüğün bile bir değer olduğunu fakat kendinin trol bile olacak kıratta birisi olmadığını?

Efendim ben gönderilen tekzibi köşemde niye yayınlamıyor muşum?

Bunu bana soracağına git mahkemeden böyle bir tekzibin olup olmadığını sor. Yazı yazmaya kalkıyorsun bundan bile haberin yok.

Ayrıca bana saldırmakla neyin üzerinin örtülmeye çalışıldığını bilmiyorsan sırtını sıvazlayıp saldırtanlar biliyor.

Bildik taktikler komplo, kumpas aldatmacasına sığınıp bana saldıracağına miden kaldıracaksa gerçeği araştırsana…

Temel’in Kasımpaşalıya meydan okuması gibi bir de haddini aşıyor, beni tehdit ediyorsun “Duran Teke bir daha beni yazı yazmaya mecbur etme” diye…

Güler misin, ağlar mısın?

Ardından da yazısının altına yapılan yorumlardan payına düşeni almamış olacak ki, beni açık oturuma davet etmez mi?

2009 Yerel Seçimlerinde CHP İstanbul Büyükşehir adayı Kılıçdaroğlu bir TV konuşmasında Kâğıthane’ye Kağıttepe demişti.

Kadir Topbaş’a “Kılıçdaroğlu ile bir programa çıkmak ister misiniz” diye soran gazeteciye “Ben Kâğıthane’ye Kağıttepe diyen birisiyle çıkıp da neyi tartışacağım” demişti.

Tıpkı onun gibi,

-Okuduğunu anlama özürlü olan,

-Köşe yazarlığını ona buna sataşmak, ona buna şakşakçılık zanneden,

-Yağcılık adına nesebine sataşanların bile elini, eteğini öpen,

-Bilgi temeli olmayan, tartışma adabından, söz söyleme sanatından bihaber,

- İlahiyatçı diye geçinen ancak İslami Literatür’den bile haberinin olmadığı her yazısında kendini belli eden, bir adamla ben açık oturumda neyi konuşacağım.

Bu söylediklerim çekindiğim anlamına gelmesin.

Zira onun gibi basiretsizlerin her lafına verilecek bir tane değil, on tane cevabım var benim.

Lakin bir lafa bakarım laf mı diye… Bir de söyleyeceğim adama bakarım adam mı diye…

Has bahçe’nin gülleri

Bir zamanlar bir Has Bahçe vardı. Hani kapısına kilit vurarak AK Bahçe’ye katılan…

İşte o sıralarda AK Bahçeliler bu Has Bahçe güllerinin bahçelerine dikilmesine biraz kibirli, biraz tepeden bakmıştı.

O vakit o tavrı “niye böyle yapıyorsunuz” diye eleştirmiştik.

İşte o sırada AK Bahçe’nin güllerinden biri “Hocam siz bunlara değer veriyorsunuz ama bunlar öyle görüldüğü gibi Has Gül falan değildir” demişti ardından da akreple kurbağa hikâyesini anlatmıştı.

Bilenleriniz mutlaka vardır… Onların affına sığınarak kıssadan hisse anlatmak istiyorum.

Akreple kurbağa dost olur birlikte seyahate çıkarlar. Dağ, tepe dolaşırlar.

Yolları bir dereye düşünce kurbağa akrebe “karşıya geçmek için başın çaresine bak” der.

Akrep de “belli ki, sokacağımdan korkuyorsun. Bak bunca yer dolaştık sana bir zararım dokundu mu” diye sorar.

Bu sözlere kanan kurbağa akrebi sırtına alır ve birlikte karşı kıyıya geçerler. Selamete çıktığını anlayınca akrep kurbağayı sokar.

Kurbağanın acılar içindeki feveranı karşısında akrep “huyum bu ne yapayım” der.

İşte geçenlerde o sözü söyleyen ve hikâyeyi anlatan dostumla karşılaştık. Hem o günkü sözlerini hem de hikâyeyi hatırlattı.

Arkasından da “söylememiş miydim bunların yoz güller olduğunu” dedi ve yoluna devam etti.

Bize de doğruymuşsun demek düştü...

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA İNDİR